Güncelleme Tarihi:
Türkiye’de çok görüşlü bir sanat tarihi yazımına katkıda bulunma düşüncesiyle Tellekt tarafından hayata geçirilen ‘Türkiye’de Sanatın Tarihi’ dizisinin ilk kitabı ‘Müze’ yayımlandı. Kitabı derleyen Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Esra Aliçavuşoğlu ve Özyeğin Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Öğretim Üyesi Ayşe H. Köksal ile konuştuk. İki uzman isim sanatın ülkemizdeki 100 yıllık yolculuğunun önemli duraklarından bahsetti.
◊ Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce bu coğrafyada sanata bakış ve sanatla ilişki nasıldı?
Esra Aliçavuşoğlu-Ayşe H. Köksal: Osmanlı’da her ne kadar Fatih Sultan Mehmet’in Bellini’yi İstanbul’a çağırması ve portresini yaptırması bir milat olarak kabul edilse de bu durum sürekli olmamış, hemen sonra kesintiye uğramış. Osmanlı sanatı deyince aklımıza ilk olarak minyatür ve duvar resimlerinin geliyor olması bu nedenle. Biz de Türkiye’de sanatın tarihini ele alacağımız serinin ilk yazısında bu toprakların sanatla nasıl tanıştığını anlamak üzerine bir tartışmaya yer verdik. İnsan eliyle üretilen bir nesnenin anlamını ve algılanma biçimini genişleterek, o nesnenin bir ‘sanat eseri’ olarak nitelenmesine aracılık eden kurumsal yapının öncesinde, bu coğrafyada nesnelerle ilişkinin izini sürmek istedik. Nesneye bakma, onu izleme, birlikte yaşama ve biriktirme pratiğinin kökenine dair ipuçlarını değerlendirmemizin müzecilik ve koleksiyonerliği tanımlamamıza aracılık edeceğini düşündük. Dolayısıyla Osmanlı geleneğinde duvarın boş bırakılmadığı, hilye ve levhalar gibi kimi dini imgelerle süslendiği, bunun kimi zaman siyasi bir anlama sahip olduğu, kimi zaman da saf estetik göndermeyle ilişkisi olduğunu biliyoruz.
‘ELEŞTİRİLER BİRAZ AĞIR’
◊ Tellekt’in ‘Türkiye’de Sanatın Tarihi’ dizisi ‘Müze’ kitabıyla başladı. Neden ilk olarak müze seçildi?
Esra Aliçavuşoğlu: Tarihyazımında, başlangıç noktası olarak mutlak bir olaya ya da tarihe yaslanma alışkanlığı vardır. Ne var ki bu yaslanma, göreceli olması nedeniyle tehlikelidir. Dolayısıyla ‘Türkiye’de Sanatın Tarihi’ dizisi için ‘Müze’ dönemsel değil ama kavramsal bir başlangıç olarak seçildi. Müze, sadece sanat yapıtlarının teşhiri, zaman ve mekân ilişkisinin düzenlenmesi, sanat tarihinin muhafazası ve görsel temsili, izleyici ve izleme pratiğine karşılık gelmez. Hepsini barındıran bir sahne olarak, aynı zamanda bu ilişkilerin şekillenmesindeki iktidar ve bilgi rejimlerini de görünür kılar. Bu özelliklerinin Türkiye açısından çok tartışılmadığını düşündüğümüz için 6 kitaptan oluşacak serimizin ilk ayağını ‘Müze’ye ayırdık.
◊ Cumhuriyet’le birlikte kısa sürede birçok müze açıldı. Ama modern sanatın gelişmesi için adımlar atılmasında geç kalındığı iddiası da var. Siz katılıyor musunuz?
Esra Aliçavuşoğlu: Aslında Cumhuriyet’le birlikte güzel sanatlara ilişkin devlet tarafından açılan tek müze İstanbul Resim ve Heykel Müzesi. Plastik sanatların gelişmesinin yeterli olmadığı veya geç kalındığına dair eleştirileri anlamakla birlikte biraz ağır bulduğumu ifade etmek isterim. Tarihsel perspektiften baktığımızda, atılan bu temellerin üzerinde bir sanat dünyasının inşa edildiğini söylemeliyiz. Her ne kadar Batı ile eşzamanlı olmasa da bugün evrensel ölçekte işler yapan sanatçılarımız, her türlü eleştiriyi hak etseler de özel müzelerimiz, çağın dinamiklerine açık genç sanatçılarımız var. Dolayısıyla Cumhuriyet’in ilk yüzyılına nazaran öncelik ve sonralık meselesinin görece kapandığının altını çizmeliyim.
◊ 1980’lerle birlikte özel müzelerin açılmasının sanat ortamına katkısı ne oldu?
Ayşe H. Köksal: İlk özel müzenin açılışı 1980’e denk gelir, doğru ama özel müzelerin etkin olduğu dönem 2000’ler ertesidir. Bunun katkısı kamu eliyle yapılamayan bir tür müzeciliğin canlanması. Eksisiyse özel müzeciliğin koyduğu kuralların tek doğru olarak benimsenmesi. Sanat ortamı kamusallığın ne olduğunu unutmak ya da en azından göz ardı etmek zorunda kalır. 2023’e geldiğimizdeyse kamu ve özel kurumların müzeciliği artık belli bir olgunluğa erişti. İlk dalgayla yayılan ‘müze patlaması’ sona erdi ve şimdi varlığını meşrulaştırmış sanat müzeleriyle yola devam ediyoruz. Eleştirisiyle, kamusallığıyla, mücadele alanı olmasıyla sanat müzeciliğimiz yeni başlıyor.
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi
ERKEK EGEMEN ANLAYIŞ YIKILDI
Esra Aliçavuşoğlu ve Ayşe H. Köksal, 100 yıllık süreçte ülkemizde sanat alanındaki dönüm noktası sayılabilecek olayları şöyle sıraladılar:
◊ İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin açılması (1937) izleyicinin sanatla kurduğu ilişkinin dolaysız olmasını sağlaması açısından önemli.
◊ 1950’lere geldiğimizde erkek egemen sanat anlayışını kökünden kıran Aliye Berger’in ‘İş ve İstihsal’ konulu yarışmada birinci olması ve kadınların daha fazla sanat ortamında görünürlüğünü sağlaması yine çok önemli (Berger’in yapıtı ‘Güneşin Doğuşu’ 1954 yılında Yapı Kredi Resim Yarışması’nda birinci seçildi).
◊ 1980 sonrası dönemde siyasetin yasaklanması nedeniyle oluşan kimliksiz ortamda sanatın önemli bir boşluğu doldurması da bir başka kırılma noktası.
◊ 1990’ların o karanlık günlerinde kimlik meselelerine odaklanan sanatçıların daha cesur işlere imza attıklarını görüyoruz. Aynı dönemde bankalar başta olmak üzere özel galerilerin açılması...
◊ Ve son olarak 2000’lerde özel müzelerin ortaya çıkması...
Ankara Resim ve Heykel Müzesi
ÖNE ÇIKAN BEŞ MÜZEMİZ...
Elbette her müze çok değerli. Kimi koleksiyonuyla öne çıkıyor kimi mimarisiyle... Esra Aliçavuşoğlu ve Ayşe H. Köksal’ın ilk beş müzesiyse öznel seçimleriyle şöyle:
◊ İlk beş müzeden ilk ikisi kuşkusuz, İstanbul ve Ankara resim ve heykel müzeleri olurdu. İki müzenin koleksiyonu bir arada Türkiye’nin Osmanlı döneminden 1970’lere kadar olan sanat tarihinin en önemli eserlerini içeriyor.
◊ Üçüncü müze, Ekim 2023’te açılan, çiçeği burnunda İş Bankası Resim ve Heykel Müzesi. İş Bankası, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren devletin kültür aracısı olarak bir işlev üstleniyor.
Baksı Müzesi
◊ Dördüncü müze, çok sevilen ve eleştirilen İstanbul Modern. 2004 yılında açıldığından beri koleksiyonu, mimarisi, sergileri ve etkinlikleriyle ‘eleştiriyi hak eden’ en etkin müzelerden biri de o. Türkiye’de eleştirinin pejoratif-kötüleyici bir tınısının olması ne yazık ki trajik. Halbuki eleştiri demek, eleştiri yapanın bunu önemsediği, eleştirilenin de bu eyleme, bu fikri üretime değecek kadar önemli bir iş başardığı anlamına geliyor.
◊ Son olarak, Bayburt’taki Baksı Müzesi’ni sanatçı Hüsamettin Koçan kuruyor. Ama ilk akla geldiği gibi bir ‘sanatçı müzesi’nden çok ötede bir kurumdan bahsediyoruz. Her etkinliğin İstanbul’un merkezinde yapıldığı bu dönemde Baksı Müzesi sanatı Anadolu’ya eriştirmekle kalmıyor, aynı zamanda üretiyor.