Güncelleme Tarihi:
Karşısındakini rahatlatan bir enerjisi var. Hep çok kibar. Kendisinin de dediği gibi öfkesiz biri o. Yıllar içinde çekiciliği artanlardan. Düzenli spor yaptığını biliyorum ama bunu pek göstermekten yana değil; “Amacım ‘Kas yapayım da ha bire herkese sergileyeyim’ olmadı hiçbir zaman” diyor. Başlıyoruz muhabbete...
- 40’lı yaşların başındasın. Olgunluk dönemi sana neler getirdi? Üç yıl önce kendini “Suskun, çoğu zaman sıkıcı ama saygılı” diye tanımlamıştın. Bu tanımlar biraz değişti mi?
Suskunluğum az biraz bozuldu, artık birazcık daha konuşkan birine dönüştüm diyebilirim. Döngülerini algılayan, fark ettiklerini onarmaya çalışan, daha sakin, daha gözlemci, olaylarla olay olmayan, dertlerin içinde sürüklenip kendini kaybetmeyen bir ben var artık. Hiçbir zaman kaosların içine sürüklenmezdim ama eskiden sezgisel olarak yaptığım bu eylem şimdi bilinçli bir davranışa dönüştü. Daha dinginim, daha neşeliyim, daha metanetliyim.
-“Daha dinginim” dedin. Bunca yıldır tanışıyoruz. Seni bir kere bile sesin yükselmiş ve kızgın görmedim. İçinde hiç mi öfke yok?
Kin, nefret, öfke; bunlar ilkelliklerimiz. Bizleri düşük algı frekanslarında tutan zaaflarımız. Öfkesiz biri olmak, sonradan öğrenip de çözdüğüm bir şey değil ama, özüm hep böyleydi, küçükken de...
- Dertlerini, tasalarını içine mi atarsın?
Az önce de dediğim gibi, dertlerin, tasaların içinde sürüklenmek size çözüm yolunu buldurmakta zorlar. Hatta o dertler içinizde giderek büyümeye başlar. Hayat zorluklarla mücadele süreci. Zorluklarla mücadele ederken duyguların kıyısında kalmamız gerek diye düşünüyorum. Merkezden ayrılıp, bütüne çıkıp o duyguların sebep-sonuç ilişkilerini gözden geçirmemiz gerekir.
- Yetenekli, yakışıklı, pamuk gibi duruyorsun. Kusurların var mı peki?
Hiç kimse kusursuz değildir. Egolarımı sürekli kontrol altında tutup onu doğru yollara yönlendirmeye gayret ediyorum hep. Zamanında yaptığı bencilliklerle yüzleşip o duygu hallerini daha çok fark eden, hatalar yapa yapa, öğrene öğrene nefsini kontrol altında tutan bir ben var şimdi.
- Karanlık taraflarında neler var? En karanlık duygun ne?
İkiyüzlülüğe karşı asla tolerans göstermeden direkt kara listeme alırım.
- Biraz geçmişe dönsek... Dört yıl mimarlık okuyorsun. Sonra mesleği geride bırakıp alaylı şekilde tiyatroya başlıyorsun. Tiyatroyu mimarlığa tercih etme sebebin neydi?
Kendimi sahne üzerinde daha iyi ifade edebileceğimi düşünmüş olmam. Evet, mimarlığı severek okudum ama tiyatro ve oyunculuk çok daha keyif aldığım bir alan oldu. Mimarlık eğitimimde öğrendiğim tasarım, inşa etme süreci, tıpkı tiyatroda bir oyun tasarlama süreci gibi, bir karakter yaratma süreci gibi. Bu iki ayrı meslek dallarını iç içe geçirip beni daha fazla çoğaltmasını sağlamaya çalıştım hep. Hepsinin de ortak noktası üretmek, tasarlamak... Mimarlık yanım, oyunculuk ve yazarlık yanımı hep besledi.
- Bu mesleği neredeyse her dalında yapan birisin; sahne, beyazperde, ekran, yönetmenlik, yazarlık... Baktığında oyunculuk mesleğinde bunca yıl ve deneyim içinde seni en şaşırtan neydi?
Çok fazla şaşıran biri değilim. Bu dünyada, bu hayattaysak, her şey, her an olabilir. Dualite dünyası. İkilik... İyilik de var, kötülük de... Aydınlık da var, karanlık da... Dolayısıyla beni çok şaşırtan bir şey yaşamadım.
- 16 senedir tanınıyorsun. Şöhretle nasıl bir ilişki kurdun?
Şöhret hiçbir zaman önceliğim olmadı. Popülerlik gelip geçici bir illüzyon. Bugün var, yarın yok. Yaptığım işten keyif alabilmek, bir şeyler üretebilmek hep en kıymetlisiydi. Böyle devam edecek.
- Sence şöhretle, sektörde veya hayatta en çok maruz kaldığın şey ne oldu?
Dediğim gibi, şöhretle uğraşmadığım için beni bir şeylere maruz bırakabilecek ilgiyi bulamadı kendisi. Önceliğinizi şöhret üzerine kurarsanız eğer, beslendiğiniz şey ünlülük olursa, ileride o aynı popülerliği yaşayamadığınız zaman bu sizi derin buhranların içine sokabilir. Benim önceliğim hep işimi keyif alarak, iyi yapmaya gayret etmek oldu.
İŞİM GEREĞİ ŞEHİRDEYİM
- Bu sezon Serhat Teoman’la birlikte ‘Cırcır Böcekleri, İtler ve Biz’ oyunuyla sahnedesin. Oyun ilgi görüyor. Seneye de devam mı?
‘Cırcır Böcekleri, İtler ve Biz’i önümüzdeki sezonda da sahnelemeye devam edeceğiz. Sistemin içine sıkışıp kalmış biri yazar, diğeri hırsız iki kardeşin trajikomik hikâyesi seyircide hep karşılığını bulacaktır.
- İzleyenlere ne hissettiriyor oyun sence?
Oyundan çıktığında seyircilerimiz sadece kendilerini değil, içinde bulundukları ‘kapana kısılmış’ hayatlarını da sorgulamaya başlıyor. Çünkü aslında hepimiz sıkıştırıldık o dar sistem kutusunun içine. Sadece fark eden ve dönüştürme gayreti içinde olanlar çıkmayı başaracak içinden.
- Senin karakterin de kentin içine sıkışmış. Ezilmiş ama kurtulamıyor. Sen ne kadar kente sıkışmış birisin?
Genelde evimden çıkmayan biri olduğum için kendimi çok da kentin içine sıkışmış gibi hissetmiyorum. İşim gereği şehirdeyim. Ama kafamda hep, aynı oyundaki gibi, kırsala kaçma planım var.
- Oyunda sanat ve ticaret ilişkisini, reyting ve içerik savaşını da görüyoruz. Senin sanat ve ticaret ilişkin nedir? Bir iş yaparken önceliğin hangisi oluyor?
Önceliğim kesinlikle keyif almak. Serhat Teoman’la kendi keyif alacağımız, kendi anlatmak istediğimiz işleri yapmak için kurduk Art 12’yi de. Tabii ticaretin matematiğini biliyoruz. Ama bu matematiği asla ana motivasyonumuz haline dönüştürmüyoruz.
BU BEDENLERİN İÇİNDE KISITLI ZAMANLARIMIZ VAR
- Ekranda ve sinemada hep iyi bir partner oldun, birlikte çalıştığın kadın oyuncularla birlikte hareket ediyor, işleri de yukarı taşıyorsun. Özge Özpirinçci, Demet Özdemir,
şimdi de Demet Evgar... Jön jön oynayarak öne çıkmak yerine bunu nasıl başarıyorsun?
Elimden geldiği kadar rol arkadaşlarımın enerjisine uyumlanmaya çalışıyorum; samimiyet ve gerçeklik duygusunu asla unutmadan.
- Yeni işin ‘Bahar’ umut veren bir kadın hikâyesi. Kadın hikâyelerinin son dönemde öne çıkmasını neye bağlıyorsun?
İçinden geçtiğimiz süreçler, sadece kadınlar için değil tüm insanlık için ayağa kalkabilmeye gayret etme, saklı gerçekleri öğrenebilme iştahı ve tazelenerek yeniden doğabilmenin umudunu taşıyor. Kadınların rolü çok büyük. Çünkü onlar içlerinde kadim enerjileri barındırıyorlar, birçoğu henüz farkında olmasa da...
-“Hâlâ iyiler var” dedirten bir karakteri canlandırıyorsun. Sen iyiliğe inanıyor musun?
Tabii inanıyorum. İyiler ve iyilik olmasaydı eğer kötüler kime kötülük yapacaktı (gülüyor)? Dediğim gibi; koca bir dualite dünyası içindeyiz.
- Sen hayatta ne kadar iyi olmayı becerebildin?
Hatalarımı kabul edip, farkına varıp sürekli kendimi dönüştürmeye, geliştirmeye gayret ediyorum.
- Bir cerrahı canlandırıyorsun. Her gün sette insan hayatının bu kadar pamuk ipliğinde olduğuyla yüzleşmek sana hayat, yaşam ve ölüm adına ne öğretiyor?
Bu bedenlerin içinde, bu dünya boyutunda kısıtlı zamanlarımız var. ‘Bu kısıtlı zaman acaba bize ne için verildi’ sorusunu herkesin kendisine sık sık sorması gerek.
- Sosyal medyada bazı sahnelerdeki doğaçlama videolarınız dolaşıyor, viral oluyor. Sen ne kadar doğaçlama yaparsın?
Akışta gelişen doğaçlamaları hep sevmişimdir. ‘Bahar’da da sahneye hem fazlaca samimiyet hem de daha çok gerçeklik katıyor. Üstelik çok keyifli anlar oyuncular için.
AYNAYA BAKIP KENDİME SIFATLAR TAKMIYORUM
- Bayağı kas yapmışsın. Günümüzde erkek oyuncular ve kasları çok meşhur. Sen neden öne çıkarmıyorsun?
İşim gereği, spor yapmak, fit kalmak önemli. Hem sağlık açısından hem de profesyonellik için. Amacım “Kas yapayım da ha bire herkese sergileyeyim” olmadı hiçbir zaman.
- İtiraf et, bu kasların sebebi seksi olmak mı sağlıklı olmak mı?
Spor yaptığımda kendimi daha zinde hissediyorum. Kendim için yani.
- Hayranların içinde seni sempatik bulan da, seksi bulanlar da var. Sen aynaya baktığında ne görüyorsun?
Hiçbir şey. Aynaya bakıp da kendime sıfatlar takmıyorum. Genelde diş fırçalarken dişlerimin arasında bir şey kalmış mı ya da yüzümü yıkarken çapaklarımı çıkartabilmeyi başarabilmiş miyim diye bakıyorum.
- Seni ne formda tutar? İyi beslenme mi güçlü bir aşk mı?
Aşk bir yanılsama.
- Neden öyle dedin?
Önemli olan iki tarafın birbirlerini çok iyi tanımış olması ve aralarındaki sevgi bağı.
- Bir sene önce eşinden ayrıldın. Ayrılık seni ve hayatını nasıl etkiledi? Ayrılıkla nasıl başa çıkarsın?
Hayatın içinde olağan şeyler hepsi. Bir şeylerle başa çıkabilmek demek, başına gelen bir olayın sana ne öğrettiğiyle doğru orantılı. Başımıza gelen ‘her şey’ kendimizi tamir edip dönüştürebilmekle ilgili. Döngülerimizi kırabilmekle ilgili. İdrak edebilmekle ilgili.
- Bekâr bir baba olmak nasıl?
Fark yok. Aynı ‘babalık öğrenimim’ devam ediyor. Mezun olana kadar...
OĞLUMA ÖĞÜDÜM: SEZGİLERİNE GÜVEN
- Oğlun Cem 5 yaşında. Onun varlığı seni nasıl değiştirdi?
Daha da çok kalp merkezinde durmamı sağladı.
- Bu beş sene içinde Cem’den ne öğrendin?
Babalığı öğretmeye devam ediyor. Beraber tecrübe ediyoruz. Ama öğrendiğim en değerli şey, iki canlı birbirlerine bağlı ve bağımlıysa eğer, mesafelerin ve zamanın bu bağı asla bozamayacağı gerçeği.
- Nasıl bir babasın? Otoriter, yumuşak, sert...
Yumuşak.
- Oğluna verdiğin en büyük öğüt ne olur?
Aklından çok sezgilerine güven. Bir de sana sunulan her şeyi koşulsuzca kabul etme, içinde sorgula daima. Ve son olarak; “Hayır!” diyebilmenin kıymetini bil.
ZAMANI GELDİĞİNDE HİSLERİM SÖYLER
- Üç kitabın var. Yazma motivasyonunu birkaç cümleyle nasıl anlatırsın?
Zihnimde bir şeylerin resmi parlar, vizyon gibi. Ya da bazı kelimeler-cümleler yankılanır. Demlenmeye bırakırım onları. Zamanı geldiğinde hislerim bana artık yazmam gerektiğini kendisi söyler. Yazmak zorunlu bir hal durumu değil benim için, keyif aldığım bir yaratım süreci.
- Hiç anlatmaya cesaret edemediğin bir hikâyen oldu mu?
Cesaret edemediğim değil, anlatmayı tercih etmediğim hikâyelerim hep var.