Güncelleme Tarihi:
Seda Nur Çelik 32 yaşında. Beden eğitimi öğretmeni, aynı zamanda koşu danışmanlığı da yapıyor. Koşmak onun en büyük tutkusu… Alp Dağları’nda, İtalya’nın Augusta Vadisi gibi zorlu parkurlarda koştu ve önemli başarılar elde etti. Koşmanın bir felsefesi olduğunu ve koşarak hayata tutunduğunu söyleyen Çelik en son Sahra Çölü’nde depremzede çocukların eğitimine katkıda bulunmak için koştu…
Çölde 7 gün boyunca hayat mücadelesi verdi desek abartmış olmayız… Ciddi sağlık sorunları yaşamış, kusmuş, ayağında doku kaybı olmuş ama yarışı bırakmamış... Sırtında çantası, 53 derece sıcağın altında koşarken motivasyonu deprem bölgesindeki çocuklar olmuş… Bir sponsoru olan Çelik Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV) aracılığıyla 145 çocuğun eğitimi için bağış topladı… Seda Nur Çelik’le 23 Nisan-1 Mayıs arasında 37’ncisi düzenlenen Sahra Çölü Maratonu’nu (Marathon des Sables) ve o zorlu 7 günü konuştuk…
◊ Dünyanın en zorlu 3 maratonundan biri olan Sahra Çölü Maratonu’na katıldınız. Bugüne nasıl geldiniz, sizi biraz tanıyabilir miyiz?
İlkokuldayken beden öğretmenim Nurdan Hoca koşu yeteneğimi fark etti ve beni atletizme yönlendirdi. Onun sayesinde 11 yaşım-
da koşmaya başladım. En son koştuğum kulübün kapanmasıyla koşmayı bıraktım ve üniversitede beden öğretmenliği bölümünden mezun oldum. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra spor salonlarında antrenörlük yapmaya başladım. Hayatımın birçok anlamda sıkıntılı bir dönemiydi. Bir koşu yarışı vardı, kimse bana inanmadı ama katılıp tüm erkekleri geçerek 53 kilometrede 1’inci oldum. Sonra da hep koştum. Koşu ve yarışlar sayesinde kendimi tarif etmenin başka bir yolunu buldum ve hayata tutundum. Şimdi 32 yaşımdayım, hem öğretmenlik yapıyorum hem de ‘Çelik Kadınlar’ adında bir koşu grubunu yönetiyorum. Profesyonel olarak koşmak isteyenlere danışmanlık yapıyorum.
◊ Sahra Çölü’ndeki yarışa nasıl hazırlandınız, hayaliniz miydi?
Bu yarışa katılmak ilk 2015’te aklıma düştü. 8 yıl sonra Doka Kalıp İskele Sistemleri’nin sponsorluğunda hayata geçirebildim. Çünkü yarışın katılım ücreti çok yüksek. Hazırlık aşamasında bazı geceler 3.00’te kalkıp koştum, bazı günler öğlen sıcağında. Aç karnına da koşu deneyimledim, tok karnına da… Sırtımda ağırlıkla da koştum. Çünkü oradaki arazi şartlarında bunların hepsi var. Öğlen 53 derece sıcaklıkta koşuyorsunuz, gece hava birden
10 dereceye düşüyor.
◊ Çölün ortasında gece gündüz demeden bir başınıza mı koşuyorsunuz?
Yarış startından 24 saat önce çanta kontrolüne giriyoruz. Çantanın ağırlığı maksimum 15, minimum 8 kilo olmak zorunda. İçinde kıyafet, iç çamaşırı, gıda ve sağlıkla ilgili şeyler oluyor. 7 gün boyunca o çantadaki malzemelerden beslenip, özbakımınızı yapıp hayatta kalmanız ve yarışı tamamlamanız gerekiyor.
‘Ben bu dünyada bir hiçim’
◊ Nasıl yani, mola alanlarında dinlenecek yer, su ya da besin yok mu?
Hayır, bu tam olarak bir hayatta kalma mücadelesi. Yarış kuralı olarak her gün kaç kilometre koşacağınız söyleniyor. İlk gün 34 kilometre, dördüncü gün 97 kilometre gibi... Bu kilometreleri ne kadar hızlı tamamlarsanız kalan sürede o kadar çok dinlenebiliyorsunuz. Dinlendiğimiz yerlerde bir gölgelik ve içinde şilteden başka bir şey yok. Etabı tamamladığınızda organizasyon size bir 5 litrelik, bir de 1,5 litrelik su veriyor, çadıra bile kendiniz taşıyorsunuz. Ama elbette acil durumlar için her grubu hatta her bir kişiyi sağlık ekipleri takip ediyor. “Ben öldüm” demediğiniz sürece organizasyondan size kimse yardımcı olmuyor.
◊ Bu yarışın dereceleri var mı, yoksa yarışı tamamlayabilmek başlı başına bir başarı olarak mı görülüyor?
Tam olarak öyle. Elbette 1’inci, 2’nci ve 3’üncü oldu sıralamada. Ama bu yarışı bitirebilmek çok zor. Yarışın yüzde 30’u deneyim ve fizik istiyorsa yüzde 70’i mental sağlamlık gerektiriyor. Ben 1.350 kişi içinde 212’nci sırada bitirdim. Kadınlarda kendi yaş grubumda 16’ncı, tüm kadınlar arasında da 27’nci sıradaydım. Yarışa Türkiye’den katılan ilk Türk kadınım. İngiltere’den gelen bir Türk kadını İngiltere bayrağıyla yarışa katılmıştı. Bu yarışa kadar başka katılan Türk kadını olmamış.
◊ 53 derece sıcaklıkta koşmaktan bahsediyoruz, başınıza neler geldi?
Ciddi sağlık problemleri yaşadım. Bir an istifra etmeye başladığımda hemen arkamdaki Alman kadın koşucu durdu ve benimle kendi suyunu paylaştı. Oysa orada bir yudum su bile çok kıymetli. Son derece centilmence yarışıyor herkes, sporcular arası rekabet yok. Herkes birbirini ‘İyi gidiyorsun’, ‘Bitireceksin’ diye motive ediyor. Bu yarışta en yakın rakibiniz sizin en büyük dostunuz. Çünkü size bir şey olduğunda arkanızdan gelen en yakın rakibiniz size yardımcı oluyor.
◊ Ayağınızdaki probleme rağmen yarışa devam edecek mental gücü nasıl sağladınız?
2015 yılında hayal ettiğim bir yerdeydim, kimse beni zorlamadı bu yarışa girmem için; üstelik bunları yaşayacağımı da biliyordum. Orada ağlamanın sızlamanın bir manası yok gibi geldi bana. Bütün fotoğraflarımda garip bir mutluluk var. Ama asıl motivasyonum
TEGV’yle eğitimlerine destek topladığım deprem bölgesindeki 145 çocuktu. Yarış ayakkabılarımın tozluklarında onları temsil eden çizimler vardı. Yarışı yolda bırakamayacak kadar ulvi bir misyonum vardı, iç huzurumu ve gücümü onlardan alarak yarışa devam ettim.
◊ Tüm dünyayla iletişiminizin koptuğu bu zorlu yolculuk size neler kattı?
Bu kadar korkusuz olduğum başka geceler hatırlamıyorum. Kimse yarışı kaç saatte bitirdiğini önemsemiyordu. Orada ve anda olmak önemliydi. Oradaki binlerce kum tanesinden biri olmak felsefesi... 2018’de Alp Dağları’nı koşarak 100 kilometrelik etapta Fransa, İngiltere ve İsviçre’yi geçtiğimde “Nasıl hissediyorsun” diye sormuşlardı. “Kanser olsam bile dert etmem artık, hallederiz” demiştim. Bir sonraki yıl aynı yarışın 170 kilometresini koşmuştum ve kendimi 5 bacaklı, aynı anda 8 çocuk doğurabilecek güçte hissediyordum. Şimdiyse bir hiç gibi hissediyorum. Ben aslında bu dünyada bir hiçim.
Bu dünyada hiçlik içerisinde var olmaya çalışan bir insanım. Egodan son derece arındım, o gömleği çıkardım artık.
◊ Yarışı bitiremeyenlerin sayısı çok muydu?
İlk gün 40 kişi, ikinci gün 100 kişi elendi ve her geçen gün sayı da arttı. Güneş çarpması, hipotermi, pek çok şey geldi insanların başına. Medikal çadırlarda tedavi olan bir sürü yarışçı vardı, hatta bir yarışçı kum tepesinde fenalaşmış, araç yetişmiş, hemen orada serum takmışlar. Uzun etabın gecesi helikopterler hiç durmadı, birini götürüp, gelip diğerini aldılar.
◊ Deli misiniz diye sorsam çok kızar mısınız (gülerek)?
Hayır, hiç kızmam, anlıyorum da sizi ama insanları ürkütmeden bunun bir yaşam challenge’ı (meydan okuma) olduğunu anlatmanızı isterim (gülüyor).
“Organizasyon ekibi bana ‘Çılgın kız’ diye bağırıyordu”
◊ Geceleri ıssız bir çölde yatıp uyumak nasıl bir deneyimdi?
Bu yaşıma kadar geçirdiğim en güzel gökyüzü geceleriydi. Dört bir yanı açık olan Bedevi çadırında 8 kişi kaldık. 7 erkek ve ben vardım. Her gece kum fırtınası çıktı ve o sırada biz yemeğimizi hazırlayıp yemek için uğraşıyorduk.
◊ Bari yemeğinizi hazırlasın organizasyon, bu ne zalimliktir Seda Nur Hanım?!
Suyu bile sayıyla veriyorlar, tam olarak bir hayatta kalma mücadelesi bu Gizem Hanım. Ben 7 erkeğin olduğu ‘hızlı grup’taydım. 3’üncü gün etabına ‘yavaş grubu’ sabah erken saatte önden çıkardılar, biz saat 11’e doğru çıktık. Ayağımda bir doku kaybı başlamıştı. ‘Yavaş grup’ bizden epey öndeydi, benim gruptakiler de bastı gitti. Yapayalnız en arkada kaldım, zor yürüyordum. Dört bir yanımda organizasyondan araçlar vardı. Bir noktada bırakacağımı düşünüyorlardı ama kendimi toparladım ve 20’nci kilometrede de 100 kişiyi arkamda bıraktım. Organizasyon ekibi ‘crazy girl’ (çılgın kız) diye bağırıyordu bana.