Güncelleme Tarihi:
Yeni bir proje başlattınız; ‘1 Milyon Kitap’. Çıkış noktanız ne?
- Türkiye’de her sene 1.3 milyon çocuk dünyaya geliyor. Bu çocukların yaklaşık 300 bininin ona kitap okuyacak ebeveyni ve evde bir bebek kitaplığı var. Ama geriye kalan 1 milyon çocuk öyle değil. Birinci gruptaki çocuk önemli bir kelime haznesi ediniyor, eğitim hayatına muhatap alınmış, söyleneni anlayan, kendini ifade etmeyi bilen bir çocuk olarak başlıyor. Yani aralarında büyük fark oluyor. O fark eğitim hayatları boyunca onları takip ediyor ve giderek açılıyor. Bu proje başarılı olursa, elimize bir kuşağın geleceğini şekillendirme fırsatı geçmiş olacak.
Kastettiğiniz, okula başlamadan alfabeyi sökmesi değil ama değil mi?
- Hayır, sadece kitap okumaktan söz etmiyorum. Beceri, akıl ve duygunun en hızlı değiştiği, anne ve babayla duygusal bağın kurulduğu dönem ilk üç-dört yıl. Zihin gelişiminin yüzde 90’ı ilk üç yılda tamamlanıyor. Düşünün, o kadar önemli bir dönem.
Bu kitaplardan telif almıyorum
Şimdi böyle diyorsunuz, anne-babalar nasıl korkmasın?
- E biraz da korksunlar o zaman. Ne yapılması gerektiğini söylüyorum. Eskiden bebekle doğduğu andan itibaren oynar, ona şarkılar, ninniler söylerlerdi. Annelerimiz evde çiçeklerle konuşuyor ya, işte bebeklere de aynısını yapmamız gerekiyor. Bizi anlamasa bile konuşacağız. Bunu bir kitap aracılığıyla yaparsanız hem görsel hafızası hem de kelime hafızası gelişir.
Nasıl oluyor bu?
- Evinde kitap olan bir ailede yetişmiş bir çocuk, üç yaşına geldiğinde 45 milyon kelime duymuş oluyor. Evinde kitap olmayanın duyduğu kelime sayısıysa 15 milyon. Konuşulan çiçek nasıl daha gür açıyorsa, konuşulan bebek ve çocuklar da akranlarından bir adım önde olur. Bu projeyle yapmaya çalıştığım, iki grup arasındaki farkı kapatmak.
Bu kitaplara nasıl ulaşacağız?
- Bu bir sosyal girişimcilik projesi. Altı kitaplık bir set yaptık. Her biri, altı aylık yaşlara göre hazırlandı. 1milyonkitap.com’a girip 75 lira karşılığında bu seti alabiliyor, bir setin de alacak gücü olmayan kişilere gönderilmesini sağlayabiliyorsunuz. Ben veya başkası bu siteden satılan kitaplardan telif almıyoruz. Biri özel baskı karton 6 kitabı 37.5 liraya mal etmek kolay olmadı. Hedefimiz 1 milyon kitap seti dağıtılması.
Kitapların içeriğinde ne var?
- Birinci kitap siyah-beyaz çünkü bebekler doğduklarında en iyi bu renkleri ayırt edebiliyor. İkinci kitapta hedef, kısa sorular sorarak bebeklerin ses çıkarıp kendini ifade etmesine yardım etmek. Üçüncü kitabın amacı, görsel ve metinsel sürekliliği fark etmelerini sağlamak. Dördüncü kitap, metinle görsel arasında bağ kurmaları için hazırlandı. Beşinci kitabımız ‘Renkli Ninniler’ için 2 ve 3 yaşlarında çocuğu olan anne-babalara çocuklarının en sevdiği yerli tabloları sorduk. Kitapta bu tabloları geleneksel ninnilerle eşleştirdik. Çocukların bakmayı en sevdiği resim ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ çıktı bu arada. Sonuncuda da fotoğrafların yanı sıra birer-ikişer cümleyle bezeli hikâye örgüsü var.
“Bebeğinize değil, bebeğinizle kitap okuyun” diyorsunuz.
- Evet, bu fark önemli. Çocukla göz temasını kaybetmiyorsunuz. Kitaptaki görsellere, siz kitabı okurken çıkardığınız seslere verdiği tepkileri dikkate alıyor, o tepkilerle bir diyalog kuruyorsunuz. Diyelim ki çocuk çiçek gördü, tepki verdi ve ses çıkardı; o çiçekte daha çok durmanız lazım. Bebeği sıkmayın. Üç-beş dakika yeterli.
Bir çocuk için muhatap alınmak çok önemli
Türkiye’de bebekle kitap okuma alışkanlığı var mı?
- Hayır. Halbuki Amerika ve Avrupa’daki kitabevlerinde en büyük bölüm, bebek ve çocuk kitaplarına ayrılır. Çocuklarım doğduğunda TÜYAP’a gittim, “Bebekle okuyacak kitap arıyorum” dediğimde, önemli bir çocuk kitabı yayınevinin sahibi “Yeni doğana kitap mı okunur abi” demişti.
Peki mülteci çocuklar için bu setin Arapçası var mı?
- Bir sonraki aşama bu; Arapça basıp aynı çerçevede dağıtmak. Bu projeyi üç yıldır herkese anlattım, kimse ilgilenmedi. Nihayet yaptım ve anlatmak için New York Üniversitesi’nden bir yıl izin aldım. Kitapların daha çok aileye ulaşması için sponsor arıyoruz. 18 yaşına kadar köyde yaşadım. Arkadaşlarım, evinde kitaplığı olmayan insanlardı. Onlara olan borcumu ödemeye çalışıyor, kendi çocuklarıma sunduğum her fırsatı diğer çocukların da edinmesini istiyorum.
Arkadaşlarınızın evinde olmayan o kütüphane, Ardahan’dan New York’a uzanan hikâyenizde önemli bir figür. Nasıl bir evdi sizinki?
- Türkiye’nin en başarısız ilinin en başarısız ilçesinin en başarısız öğrencisiydim. Neredeyse liseden mezun olamıyordum da ODTÜ’yü kazandım diye diploma verdiler. Çok zeki olduğumu düşünebilirsiniz ama ilgisi yok. Babam bir köy öğretmeniydi. Biz doğduğumuzda bir kütüphane kurdu. İki aylık maaşıyla altı ciltlik ansiklopedilerden aldı. Biz beş kardeş o altı cildi okuduk. Öğrendiğimizi anne-babamıza anlatıp sürekli soru soruyorduk. Köye müfettiş, vali, kaymakam geldiğinde, annemle babam bizi aynı masaya oturtur, onunla konuştururdu. Bir çocuk için muhatap alınmak çok önemli. Altı aylık çocuk için de geçerli bu. Ona şarkı söyleyin, göz teması kurun; göreceksiniz, daha az ağlayacak.
Her şeyin sorumlusu biz ebeveynler değiliz
Türkiye’de aileler size en çok ne sorar?
- “Kaç yaşında okula vereyim”, “Okul öncesi eğitim aldırayım mı” soruları çok gelir. Şu an Türkiye’de 0-6 yaş çocuğu olanlar belki de en bilinçli ebeveynler. Okuyor, araştırıyor, “Çocuğumun zihinsel gelişimini nasıl desteklerim” diye kafa yoruyorlar.
Peki ruh halleri nasıl?
- Çok evhamlılar, zaten bu yüzden bana ulaşmaya çalışıyorlar. Eskiden çocuklarımızı bilinen bir çevrede, bir gelenekle yetiştiriyorduk. Ben bilmesem annem biliyordu. Ama bugün anneme “Bizim çocuk çok fazla bilgisayar oyunu oynuyor, ne yapayım” diyemem çünkü yanıtını veremez. Yeni anne-babalar geleneğe dönemedikleri için tek başlarına kaldılar. Çocuk yetiştirmek zaten Türkiye’de maalesef kadınların üzerine boca edilmiş bir sorumluluk. ‘Yetişin Çocuklar’ kitabımda ebeveynlere “Reçete aramaktan vazgeçin” dedim. Sonuçta uzaylı değil, bir çocuk yetiştiriyoruz. Çok da bize bağlı bir şey değil.
Nasıl değil?
- Çocuğumuzda gözlemlediğimiz iyi-kötü her şeyin sorumlusu biz ebeveynler değiliz. Genetik, çevre koşulları, çocuğun mizacı, teknoloji gibi çok fazla başka değişken var. O yüzden benden tavsiye istediklerinde “Çocuğunuzu tanımadan, aile ortamını, yaşam koşullarını bilmeden yorum yaparsam ona zarar veririm” diyorum.
Her kesimden insanı buluşturacak bir tavsiye vardır ama...
- Tabii var. Çocuğunuzu tanıyın. Onun mizacını kurcalamayın. “Aman en iyisi olsun”, “Şurada hata mı yaptım” derseniz kurcalamış olursunuz. Sınavı takmazsanız başarılı olur, biraz takınca daha başarılı olur ama çok takınca başarılı olamazsınız ya hani; aynı mantık çocuk geliştirmede de geçerli.
Okuduğunu anlamayan gençler yetiştiriyoruz
Türkiye genelinde 4. ve 8. sınıf öğrencisine yönelik ‘ABİDE’ eğitim araştırmasının veri analizleri tamamlandı. Yerli PISA olarak anılan bu araştırmaya göre, 8. sınıf öğrencilerinin en yetersiz olduğu alan matematik. Bu öğrencilerin yüzde 16.4’ü dört işlem sorularını çözemiyor. Türkçedeyse öğrencilerin yüzde 66.1’i deyimleri, atasözlerini, hiciv ve nüktelerdeki mesajları anlayamıyor ve neden-sonuç ilişkisi kuramıyor. Ne dersiniz bu sonuçlara?
- Bu, onların suçu değil. Öğrenmenin temeli, okuduğunu anlamaktır. Bu sonuçlar okuduğunu anlamayan gençler yetiştirdiğimizi gösteriyor. Matematiğin de teknolojinin, inovasyonun, katma değeri yüksek ekonominin de temelinde okuduğunu anlamak, eleştirel düşünebilmek yatıyor. ‘1 Milyon Kitap’ projesiyle işte bu sorunu kaynağından çözmek istiyoruz, o nedenle geleceği şekillendirecek proje diyorum. #1milyonkitap ile #1milyongelecek için yola çıktık.
Türkiye’deki babaların dramı
Ebeveynlikte evham genel bir sorun galiba. Anne değilim ama pencereden baktığımda göremiyorsam, çocuğum 15-16 yaşına gelene kadar bakkala gitsin bile istemem gibi geliyor. Sıkıntılı bir anne olma potansiyelim var mı mesela benim?
- Henüz çocuğunuz olmadığı için böyle hissediyorsunuz, sizi anlıyorum. 12 ve 16 yaşında iki oğlum var, ben de onları merak ediyorum. Ama insan zamanla alışıyor. Çocuğunuzla güvenli bir bağ kurmanız önemli. Çünkü o çocuk bir ayağını o güvenli bağa basıyor, diğer ayağıyla dünyayı keşfediyor. Siz ne kadar güvenli bir liman olursanız, o da o kadar uzağa gidebilir. Sizi bir çıpa gibi görür ve “Geriye dönebilirim” diye düşünür. Buna güven ilişkisi diyoruz; 0-5 yaş aralığında gelişir.
O yaştan sonra zor mu?
- Çok zor. Türkiye’deki babaların dramıdır bu. Çocuğa emek vermiyor, altını temizlemiyor, mama yedirmiyor; 15 yaşına geldiğinde “Aramızda güvenli bir ilişki kuramıyorum” diye mesaj atıyor.
Kendi babalığınıza 10 üzerinden kaç puan verirsiniz?
- Çaba harcayan bir babayım, çocuklarım bana 7 puan verse mutlu olurum.
Eksik yaptığınızı düşündüğünüz şey ne?
- Bu bir öğrenme süreci. Yola “Dünyanın en iyi babasıyım” diye çıkarsanız tökezlersiniz. Çocuğuma bağırdığım, elinden ekranı alamadığım oluyor. Geçenlerde eşim, ben ve çocuklar yolda giderken ciddi bir tartışma içindeyiz. Biri geldi, “Kitabınızı okudum” dedi. “Yazdığımı uygula, az önce gördüğünü unut” dedim ama sonra durdum, “Hayır, unutma. O da bir gerçek. Her zaman güllük gülistanlık olamazsınız” dedim.