Güncelleme Tarihi:
Furya esnaflığı konusunu daha önce lokma çılgınlığı kapsamında ele almıştık. Bu şehrin olayıdır: Biri bir yere bir şey açıp iki satır iş yaparsa hemen tonla varyantı açılır. Yemek de bu işin en cılkının çıktığı yer tabii. ‘Büyük Patso Salgını’nı hatırlayan hatırlar. Artık tarihin tozlu sayfalarında yerini almış ve kaybolması inanılmaz hayırlı olmuş ekmek arası patates, sanki anlamlı bir yiyecekmiş gibi her yerden çıkıyordu. Sonra patates kendine dürümlere ‘maliyet düşürücü’ olarak girmek gibi bir görev bulunca salgın atlatıldı.
Şimdi artık ‘sokak yemekleri ne kadar da hip’ çağındayız. Nitekim aslanım sonbaharın havasını almaya çıktığım şu günlerde Simit Kalesi, Midye Şatosu, Kokoreç İmparatorluğu’nu bir yanıma; ‘street food’la başlayıp çeşitli bistro, pub, bar kombinasyonlarıyla devam eden tabelaları diğer yanıma alarak ilerliyorum. Anthony Bourdain yattığı yerden doğrulup gelse “Vay arkadaş, siz neyin peşindesiniz” der.
Üç vakte bu midyenin kaşarlısı da çıkar
Anthony yoksa ben varım. Sıradan denemezsem insan değilim. Midyecinin önünde vale var. Arabayı alıyor, eskinin midye kuruyla 40 midye fiyatına park ediyor. Sonra serpme kahvaltı ve lokmadan alışık olduğumuz, Miami gece kulübü sırası gibi bir kuyruk. Sabreden derviş soslu midyeye ulaşıyor.
Midyelerde fiyat-performans tersine işlemiş. Bildiğin midyeyi alıp yarıya kes, fiyatı üçle çarp, al sana yeni model midye. “Zevkler ve renkler tartışılmaz” derler, o yüzden ben de tartışmaya kapalı bir biçimde söylüyorum; saçma sapan bir şey bu soslu midye. Üç vakte kaşarlısı da çıkar, ben size söylüyorum.
Simit zaten simit işte. Kendisi öyle düşünmüyor ama. Saraya, malikâneye, bilmem neye çıkınca bir havalara girmiş. Valla sadece sizin için girip simit aldım, yoksa bu simit fast food’çularının tamamının şehrin en kötü simitlerini yapmak için yarıştıklarını düşünüyorum. Askerden çarşı iznine çıkıp da sabah açık yer bulamadığınız için burada değilseniz yanlış iş yapıyorsunuz.
Kokoreç işinde şimdilik sıkıntı yok. Adından mı tipinden mi, her nedense dükkânların içine içine girdiği yerlerde bile ortama bir rafinelik, bir ‘hip’lik katamamış. Arabalı kokoreççinin üstü kapalısı olmuş bunlar. Aferin kokoreç, oyna, devam.
50 liraya bir de güzel olmasaydın dürümcan
“Şurada görmüştüm” dediğim rafine tantunici batmış, yerinde yeller esiyor. İyi giyimli garsonlar ‘steak house’ işi ahşapların üzerinde tantuni veriyorlardı. Vizyoner girişimcimiz büyük resmi görmüş ama resim onu görmeyince proje yürümemiş belli ki.
Bir ‘street food bistro’ya gidiyorum artık, yapacak bir şey yok. “Allahınızı severseniz şu 50 lirayı alın da bana bir dürüm verin” diyeceğim. Diyorum da. Güzel ama bu fiyata yok bir de güzel olmasaydın dürümcan. Eğri oturup doğru konuşalım, senin adın sokak yemeği ama bu gastronomiklikle kendine anca Monaco sokaklarında yer bulursun.
Güne serpiştirdiğim bütün bu evli barklı sokak lezzetlerinin finalinde artık daha fazla statü atlamış yemek yiyecek yerim yok. Efendi gibi iskele büfesinden sosisli alıyorum kapanış için. Kendi yapımları sinüs açan hardalı da bastırıyorum. Al sana sokak, al sana fiyat-performans annem.
Simit saraya, malikâneye, bilmem neye çıkınca bir havalara girmiş. Askerden çarşı iznine çıkıp da sabah açık yer bulamadığınız için buralara gitmiyorsanız yanlış iş yapıyorsunuz.