Güncelleme Tarihi:
Yasemin Kay Allen her karşılaştığımızda beni kendine hayran bırakan bir güzelliğe ve duruşa sahip. Bir yandan da kendisinin de söylediği gibi heyecanı yüksek, yüzü kızaran biri. İnsan ondaki hem bu özgüven hem de heyecan karşısında şaşırıyor. “Bedenimde zıt etkenleri barındırıyorum. Bir tahterevallinin iki ucunda da yaşayabiliyorum” diyor. Doğallıktan yana olduğunu söylüyor: “Ben özümde neysem o olmayı tercih ediyorum.” Allen’la buluşup oyunculuk dünyasından yeni işlerine, hayattan aşka sohbet ediyoruz.
FOTOĞRAFLAR: MuhSin AKGÜn/MASTÜDYO
*Çok küçük yaşından beri setlerdesin. Oyunculuk dünyasında nasıl bir değişim gözlemliyorsun?
İşler artık oyunculuk yapmaktan öte popülarite yarışına döndü.
*Popüler olmak iyi oynamanın önüne mi geçti?
Aynen. Sosyal medyada ne kadar konuşulabiliyorsun, ne kadar destekçin var... Bunlar olursa sen iyi oyuncusun gibi bir algı. Oysa insanlar “Ben oyuncuyum” diyebilmek için bile senelerini veriyor, öyle kolay değil. Gençlerin önü tabii açılsın ama bu ‘like’ ya da etkileşim avında koşan insanların drama ve sanattan nasibini almış insanlar kadar kalıcı hikâyeler içinde olabileceğini düşünmüyorum, ki bizim işimiz hikâye anlatıcılığı. Her şeyin alıcısı ve seyircisi var tabii.
*Bu yarışın içinde değil misin?
Ben popülarite yarışlarına girmekten hep çekindim, çünkü ne kadar popüler olmak istersen o kadar otosansür uygulaman gerekiyor ve ben bunu yapabilen biri değilim.
*Bizim başrollerde esmer ve kumrallar daha çok karşımıza çıkıyor. Sarışın olduğun ve Avrupai göründüğün için hiç kaybettiğin oldu mu?
Ben zengin-fakir ya da burnu havada-samimi çatışmasından ziyade dişiliğin bana nasıl diretildiğiyle ilgili kısmını yaşadım.
Günah keçisi...
*Biraz açsak mı?
Mesela bana hep dişiliğimi kullanan biriymişim gibi roller geliyor. Erkeğini elinde tutmak için dişiliğini kullanan, sevilmeyi hak etmeyen, topuklu ayakkabıları ve elinde detoks sularıyla dedikodu yapan... Sürekli o karakterleri oynayınca seyirci de seni haksız ya da kötü görüyor, günah keçisine çevriliyorsun, özellikle senaryo da ince işlenmemişse... Sürekli halkın gözünde ceza çekmek zorundaymışım gibi neden hep bu tipolojiyi oynuyorum diye soruyordum. Dişiliğim malzeme gibi neden kullanılıyor ya da karakterden daha ön plana konuyor? Bunları istemedim. Hayatta başka amaçları, büyük hedefleri olan kadınları oynamak istedim. Bunu oldurmak için çabaladım, oldurdum da sanırım. Aksiyon oyuncusu olmak çocukluk hayallerimdendi, Türkiye’de bunu yapmaksa bambaşka bir gurur ve zevk. Öğrendiklerimi eve getirmiş gibi
hissediyorum.
*Bu üzerine yüklenen dişi imaj yüzünden sette maruz kaldığın olumsuzluklar oldu mu?
Annem (Suna Yıldızoğlu) de oyuncu olduğu ve onu da tanıdıkları için insanlar bana yanlış bir yaklaşımda bulunmadan önce iki kere düşünüyor. Ama benim etrafımda kendisine yanlış yapılan insanları koruyacak şekilde de bir duruşum oldu hep. Aklınla alay etmeye çalışabiliyorlar bazen ama genelde kendi kendilerini utandırıyorlar. Bunlar dışında sektör içinde manipülasyon denemelerine maruz kaldığım oldu.
*Ne gibi manipülasyonlar?
“Şöyle davranmazsan bu işler sana gelmez”, “Biraz suyuna gideceksin” gibi şeyler, tepeden bakışlar... Bir de korkutarak insanları sindirmeye çalışıyorlar. Hayatta tek amacı ünlü olmak olan genç birine onu korkutarak çok şey yaptırabilirsin belki. “Bununla alakalı konuşursam iş gelmez” korkusu da en kötüsü. İş kaybetmekten korkmayacaksın. Hiçbir iş onurunu çiğnemeye değmez. Bunun bir ötesi taciz zaten. Orada yasalar devreye girer.
*Senin bir yandan da salaş giyindiğinde maskülen bir duruşun var...
İnsanlar hem dişi hem eril enerji taşıyor. Bazı taraflarımızı inkâr etmeye çalışırsak sıkışırız gibi geliyor bana. Ben ikisini de barındırıyorum. Mesela Avustralya’da sahil kasabasında yaşıyordum, lise yıllarıydı, parmak arası terlik, şort ve tişörtle gezerdim. Bana kalsa İstanbul’da da
öyle dolaşıyorum. Aristokrasi veya sosyete denilebilecek bir şey yoktu çevremizde, doğal yaşam.
*Oyunculukta sadece güzelliğin ön plana çıkarıldığı tartışılıyor. Sen ne hissediyorsun?
Görsel tüketim çok arttı, güzellik trendleri de hızlı bir şekilde tüketiliyor. Doğaüstü bir gerçeklik, doğaüstü bir güzellik algısı bize telefonlar, sosyal medya, Photoshop ve ilerleyen makyaj teknikleri vasıtasıyla dayatılıyor. Doğallıktan ve bir yandan da çirkinleşmekten korkar olduk. Ama sadece güzellik üzerinden yürürsek hayatın çirkinliklerini, kendimizde çirkin olan tarafları sevmeyi es geçmiş oluyoruz. 20’li yaşlarımda biraz daha korkuyordum, oramı buramı beğenmediğim oluyordu. Ama şimdi kendime has olan şeyleri çok sevdiğim bir dönemdeyim. 30’lu yaşlara girince insan rahatlıyor galiba. İnsan kendini, olduğu hali kabul ettikçe çok daha homojen bir hal alıyor. Bence korkmamak lazım. Çirkinlik olmadan güzellik de olmaz.
*Estetik yaptırdın mı?
Önleyici dokunuşlar diyelim. Bıçak altına yatmadım, gerek duymadım.
*“Like ve etkileşim avı yaşanıyor” dedin. Sosyal medyaya bakınca sanki herkes sabah yataktan makyajla kalkıyor, evde elbiselerle dolaşıyor. Seninse çok doğal paylaşımların var...
Ben o algıyı kırmayı seviyorum. İnsanların gözünde belli bir imaj çizersen, doğal halini gördüklerinde onlara söz hakkı tanımış oluyorsun. Sanki onları kandırmaya çalışıyor gibi. Bir de Instagram ilk çıktığında orası medyadaki imaja karşı, kendimizden bir parça göstermek için kullandığımız bir yerdi. Şimdi bu değişti, vitrin ve mesai harcadığımız bir yer haline geldi. Zaten hayatımızın her yönü “Şunu giy, şunu sür” gibi kırılamaz bir kalıbın içine sokulmuşken orada insanların doğallık arayışına hitap etmek istiyorum. Gerçek Yasemin’i görsünler.
*Biraz önce sohbet ederken bu sebeple takipçilerini kaybettiğini söyledin. Takipçi kasan tiplerden misin?
Takipçi kasmak için trendleri takip etmek gerekiyor. O zaman da trend yaratmaktan çıkıyor, sadece akımın bir parçası oluyorsun. Ben özümde neysem o olmayı tercih ediyorum. Yoksa ben sosyal medyamı insanlar ne isteyecek diye yönlendirmeye başlarsam kendimden kaybederim. Ayrıca eğleniyorum. Her yeni algoritma devreye girdiğinde nasıl yeneceğini takip edecek vaktim yok.
Aşka harcayacak enerjim yok
*Güzellik başına bela oldu mu?
Olmuştur muhtemelen. İnsanlar güzelsen merhametsiz davranıyor.
*Neden?
Çünkü her şeyi çok kolay elde ettiğini düşünüyorlar ve bundan dolayı da
sana karşı bileniyorlar. Sanki hayatın sana yapmadığı acımasızlığı yapmakla yükümlüymüş gibi hissediyorlar sanırım. Cezalandırmaya çalışıyorlar seni. Ben bunu kişisel algılamamayı öğrendim.
*Sen bu merhametsizliğe maruz kaldın mı?
Okul yıllarımda çok zorbalık gördüm. Eli ayağı titreyen, yüzü kızaran, anksiyetesi ve heyecanı yüksek biriyim. Hassas ve insanların davranışlarındaki altmetinleri görebilen biri olunca da utanıyorsun işte bazen. Senin o kırılgan tavrını görüp, daha da üstüne gidip üzerinde güç oyunu oynamayı seviyorlar ve buna çok maruz kaldım. Bu sebeplerden ötürü kıvrak zekâlı olmak lazım bu hayatta. Ve dediğim gibi kişisel algılamamaya çalışmak...
*Bu durum ilişkilere nasıl yansıyor?
Kontrol altında tutmaya çalışıyorlar mesela. Yanında güzel bir kadın ya da güzel bir adam varsa, insanların ona bakışından rahatsız olup sen o rahatsızlığını yanındaki kişiden çıkarıyorsan, sorun sende demektir.
*Şimdi âşık mısın?
Değilim...
*Sebep...
Âşık olmamamın sebebi sanırım RAM (bilgisayarın hafıza deposu) yetersizliği. Oraya harcayacak enerjim yok. Biraz bencil olmam gereken bir dönemdeyim diyebilirim.
Sosyal anksiyetem basıyor
*Çok dostun var mı?
Çok dışarı çıkan biri değilim. Yani sektörün bir araya geldiği yerlerde çok bulunmuyorum. Çünkü sosyal anksiyetem basıyor ve çok yoruluyorum.
*Bu anksiyete hali oyunculuk mesleği yapan biri için zorlayıcı değil mi?
Aslında ben iyi tarafını alıyorum, insanlara kendimle ilgili anlatamadığım şeylerin bir vasıtası oluyor. Bir de bu dünyada hassas insanlara da yer açmak lazım. Üç-beş dostum vardır, çok fazla arkadaş edinebilecek enerjim yok. Sonunda evcimen bir insan oldum ben de, itiraf ediyorum.
*Ten renginin sana verdiği soğuk bir hava da var...
Bedenimde zıt etkenleri barındırıyorum. Bir tahterevallinin iki ucunda da yaşayabiliyorum. Birbirini dengeliyor hepsi de. Kendimi korumak için bazen bir tavır takınıyorum, savunma mekanizmam oluyor. Bazen tam tersi.
Plajda ölü bir yunus gördüm
“Hayvan ve insan hakları konusuna çok hassasım. Sarıyer, Kilyos’taki Gümüşdere Plajı’nda birinin köpeğini ölü bir yunusu yerken gördüm. ‘Ne yapıyorsunuz? Köpeğiniz yunusu yiyor’ dedim. ‘Bunu hep yapıyor’ diye cevap verdi. O kadar garip geldi ki... Derken etrafa saçılmış plastikleri ve çöpleri gördüm. İnternetten baktığımda iflas etmiş bir Çin firmasının tıbbi atıkları olduğunu anladım. Karadeniz’deki memeliler üzerine doktorası olan insanlarla konuştum. Bununla ilgili paylaşımlar yaptım. Ana haberlere çıktım. Ama ben de bir yere kadar yardımcı olabiliyorum. Yine de bir kişiyi bile uyandırırsa ne mutlu.”
Mesele birini dövmek değil kendini savunabilmek
*2017’de Amerika’ya gittin, projelerin oldu…
Evet, önce Amerika’ya, sonra da İngiltere’ye gittim. Orada mesleğim için çalıştım, dersler aldım, referanslar edindim, bir ajansla anlaştım. İki sene dünya çapında yayımlanan aksiyon dizisi ‘Strike Back’te oynadım. Burada edilgen ve sıkışmış, adım atamayan kadınları oynarken orada bambaşka bir çizgide, otorite sahibi, özel kuvvetler askerini canlandırdım. 2020’de döndüm, pandemi başladı.
*Sonra Haluk Bilginer’le yabancı bir projede rol aldığın haberleri çıktı...
O dizi Türkiye’de çekildi; ‘The Turkish Detective’. Miramax, Ay Yapım ve Paramount yapımcılığında... Yüzde 25’i Türkçe, çoğu sahnesi İngilizce çekildi.
*Amerika ve İngiltere’deki deneyimlerinden sonra iki ülkeyi burasıyla kıyasladığında nasıl farklar var?
İnsan hakları konusunda çok büyük farklılıklar var. Sektörel olarak da bir bölüm, 2.5-3 haftada çekiliyor. İş kaliteli olsun diye çalışanlara çok olanak sağlanıyor.
*Yeni işinde de ayağında postalları olan bir askersin...
Evet, ‘Dokuz Oğuz’daki karakterim Tomris Toprak. Ve şöyle bir şey oldu; son bir yıldır ilk Türk kadın hükümdar Tomris Hatun üzerine araştırma yapıyordum.
*Bilmeden mi?
Evet, kitaplarını okuyordum. Telefonumda 8 Eylül tarihli bir not vardır, sadece ‘Tomris’ yazan. İki hafta sonra bu isimde bir karakter geldi. Haluk Bilginer’le uluslararası bir projede oynamak da çok istiyordum,
o da kısmet oldu bir şekilde.
*Yeni işinde aksiyon sahneleri bolca var. Daha önce dövüş dersleri almış mıydın?
İki sene kadar muay thai ve kick boks eğitimi aldım. Kali (Filipin dövüş sanatı) çalışıyorum. Aynı zamanda kılıç eğitimine de giriyor. Savunma sanatı demek daha doğru. Dövüş sanatı demeyi sevmiyorum çünkü mesele birini dövmek değil, gerçekten kendini savunabilmek. Ve bu çok zarafet içeren bir şey çünkü karşındakinin gücünü ona karşı kullanıyorsun. ‘Strike Back’in koreografi ekibi aynı zamanda ‘Game of Thrones’un ekibiydi. Çok sıkı bir eğitimden geçtim. Tomris karakterinde de onun ekmeğini yiyorum.