Güncelleme Tarihi:
Onlar savaş, çatışma ve yoksulluk yüzünden evlerinden, topraklarından, hayatlarından edilmiş mülteci ve sığınmacı çocuklar. UNICEF’in verilerine göre sayıları bugün dünya genelinde 37 milyondan fazla. Savaşın kazananı olmaz denir ama kaybedeni önce çocuklar oluyor. Hayatlarını oyun oynayarak ve öğrenerek, mutlu geçirmesi gereken çocuklar, savaşı yaşamak zorunda kalıyorlar. Ülkelerini terk ettikleri gibi ailelerini yitiriyor, ölebiliyor, yaralanıp sakat kalabiliyorlar. Bulaşıcı hastalıkla, gıda güvensizliği ve yetersiz beslenmeyle karşılaşıyorlar. Sağlık hizmetlerine erişemiyorlar. Gelişimleri ve eğitimleri etkileniyor.
Bu salı 20 Haziran Dünya Mülteci Günü. Bu özel gün vesilesiyle odağımızı bir kez daha ülkemizde yaşayan sığınmacı çocuklara çevirdik. Sayıları 2 milyona yakın. Milli Eğitim Bakanlığı’nın son verilerine göre anaokulu, ilkokul, ortaokul ve lisede kayıtlı 771 bin sığınmacı çocuk var. Eğitim çağında olup da okula gitmeyenlerin sayısıysa 432 bin civarında. Çünkü çalışmak zorundalar. Yeni bir çevre, kültür ve dilini bilmedikleri bir ortamda hayatlarını sürdürme mücadelesi veriyorlar.
‘Gelecek için risk’
Konuyla ilgili olarak Türkiye’de göç alanında en yetkin isimlerden, İGAM-Academy (İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi) Başkanı Prof. Dr. Murat Erdoğan’la görüştüm. Kendisine ilk olarak “Yıllardır ne yapmamız gerektiğini biliyoruz ama ülkemizde kayıp bir jenerasyon oluşmasının önüne geçemiyoruz. Yanlışımız nerede” diye sordum. Erdoğan yanlışın, gerçeği kabul etmek istemeyişimiz olduğunu söyledi. Erdoğan’ın bahsettiği gerçek, ülkemizdeki sığınmacıların büyük bir bölümünün geri gitmeyecek olması. Erdoğan geri dönüşü imkânsıza yakın olarak tanımladı ve bir türlü sağlayamadığımız uyum politikaları hakkındaki fikirlerini şöyle aktardı: “Yaptığımız saha araştırmalarında görüyoruz ki; Türkiye’nin yüzde 88,5’i mültecilerin geri dönmesini istiyor ama gideceklerine inanmıyor. Biz de hâlâ mültecilerin gönderilmesi üzerinden politik söylemlerle zaman kaybediyoruz. Arada geçen zamanda yapılan yanlış, siyasetin bir biçimde bu gerçekliği kabul etmeyişi. Oysa bu çocukların hiçbir suçu yok. 10 yaşın altındaki çocukların neredeyse tamamı Türkiye’de doğdu. Ve o çocuklar kayıp kuşaklar olarak Türkiye’nin geleceğine dair risk oluşturan, kendisine onurlu bir hayat kurması zorlaşacak insanlar haline gelecekler. Bu çocukları eğitime katmak, yetiştirmek zorundayız. Mülteciler eğitim alanında ciddi zorluklar yaşıyorlar. Bazı okullar ve veliler kabul etmiyor. Bu çocuklar bir şekilde okula girseler bile akran zorbalığına maruz kalıp okulu bırakmak istiyorlar. Uyum politikalarını kendi huzurumuz, kendi ülke geleceğimiz için yaptığımız bir yatırım olarak görmemiz gerekiyor. 5-17 yaş arasında 1.1 milyon mülteci çocuk var. Bunlar zorunlu olarak okula gitmesi gereken çocuklar. Yüzde 65’i eğitime kayıtlı ancak ne kadarı devam ediyor bilinmiyor. Kalan kayıtsız yüzde 35 nerede? Bu çok ciddi bir risk. Burada sempatiden
ya da kalsınlar gibi bir şeyden bahsetmiyoruz, gerçeklikle ilgili bir tespit bu. Aynı zamanda da bir güvenlik alanı. Bunu ortadan kaldırabilmek için bu çocukları bu ülkenin bir parçası haline getirmek zorundayız. Sınıflarımıza yabancı çocuklar girdiğinde farklı kültürden gelmeleri ve dil bilmemeleri nedeniyle eğitimin kalitesi düşüyor, veliler haklı. Bu ırkçılık ya da yabancı düşmanlığı değil. Herkes çocuğunun ülkesinde iyi eğitim almasını ister. Devletin yapması gereken, yerel halkın üstündeki yükü almak. Daha çok okul açıp daha çok öğretmen atamak ve eğitim kapasitesini arttırmak.”
Prof. Dr. Murat Erdoğan’ın dikkat çektiği bir nokta da milliyetçilik konusu oldu: “Bu çocuklara her gün hakaret eder ve toplumdan dışlarsak ileride yaratacakları kendi milliyetçiliklerine şaşırmamak gerekiyor. Böyle giderse Türkiye’de dalga dalga çok sert bir Suriyeli milliyetçiliği gelecek. Bizim milliyetçiliğimizin seviyesi de artacak, sonra alın size ciddi bir sosyal ve siyasal kriz, hatta çatışma alanı. Bunun önüne geçmek için eğitimden başka çaremiz yok.”
Prof. Dr. Erdoğan’ın anlattıklarıyla, görüştüğümüz sığınmacı çocukların anlattıkları örtüşüyor. Yetişkinlerden ve yaşıtlarından zorbalık görebiliyorlar. Bazılarının geleceğe dair çok güzel hayalleri var. Birçoğu UNICEF ortaklığında çalışmalarını sürdüren Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği’nin eğitim merkezi Al Farah Çocuk ve Aile Destek Merkezi’nde dilin yanı sıra sanat, spor ve müzik gibi alanlarda ücretsiz eğitimler alıyor. İstedikleri ayrımcılığa maruz kalmadıkları güven ve huzur dolu bir gelecek. Söyleşi sırasında şarkı söylemeyi çok seven 11 yaşındaki B. E. İ.’nin mırıldandığı gibi “Çocuk demek ışık demek, renk demek, gelecek demek”...
‘En büyük başarım okula devam edebilmek’
* Adım C. H., 13 yaşındayım. Halep’te doğdum. 3 yaşında Türkiye’ye geldim. 4 kardeşiz. Yolcululuğumuz çok zorlu geçti, annemin ağlamalarını hatırlıyorum. Önce Gaziantep’e geldik, uzun bir süre ahırda yaşadık. Sonra teyzemin verdiği borçla Ankara’ya yerleştik. Babam mobilya ustası olarak çalışıyordu.
* Okulda ilk başlarda dil bilmediğim için zorlandım ama sonra öğrensem de arkadaşlarım benimle dalga geçmeye devam etti. Ama önemsemiyorum, derslerime çok çalışıyorum. 6 aydır kuaförde staj yapıyorum. Kuaför salonu açmaktan büyük bir hayalim yok. Bir de Kore’ye gitmek istiyorum yemekleri için. Bir kere yemiştim, çok sevmiştim.
* Ailemizde 12-13 yaşına gelince “Yeter artık, büyüdünüz”, “Kız tek başına çıkamaz sokağa” diyorlar. Bazen çok
zor da olsa çıkıyorum. Benim şu ana kadar en büyük başarım okuyor olmak. Çünkü Suriyeli kızların yarısı okula gitmiyor. Al Farah’ta ritim derslerine katılıyorum. Hocam da seviyor beni.
‘Hem doktor hem boksör olmak istiyorum’
* Adım M.N, 15 yaşındayım. 2 yıl önce Afganistan’dan ailemle geldim. Büyüklerin savaşı özellikle Afgan kız çocuklarını eğitimden mahrum bıraktı. Memleketimden aklımda sadece savaş kareleri kaldı.
* Ülkemde 7’ye kadar okuyabildim. En çok matematik ile Fars dili ve edebiyatı derslerini seviyorum. Türkiye’de eğitime devam etmek en büyük hayalim, bu yüzden Türkçe dil kursuna gidiyorum.
* Büyüyünce hem doktor hem de boksör olmak istiyorum. Kadın doğum doktoru olunca insanlara yardım edebilirim. Boksta ise ülkem adına yarışmalara katılıp madalya kazanmak istiyorum.
* Bir çocuğun en önemli hakkının eğitim olduğuna inanıyorum. Yetişkinlerden dileğim çocukların eğitimine destek olsunlar. Tüm çocuklara fırsat eşitliği sağlansın. Fırsat eşitliği sağlanmış çocuklardan milletvekilleri ve öğretmenler çıkarken fırsat eşitliği tanınmamış çocuklar küçük yaşta evlendiriliyor.
‘Öğretmenlerim beni çok seviyor ve tebrik ediyor’
* Adım B. E. İ., 11 yaşındayım. Halep’te doğdum. Ben 3 yaşındayken Türkiye’ye geldik. Halep’teyken iki kardeşim vardı. Diğer ikisi burada doğdu. Hayalimde çok güzel bir okul var. Okuyabildiğim kadar okuyacağım. İlk zamanlar okulda hiçbir şey anlamıyordum. Sınıf öğretmenim bana yardımcı oldu, çabuk öğrendim. Üniversiteye gitmek ve doktor olmak istiyorum. Kardeşim Cuma da polis olmak istiyor.
* Okulda pek Türk arkadaşım yok. Bizi sevmiyor ve istemiyorlar sınıfımdakiler. Ama öğretmenlerim öyle değil, beni çok seviyor ve tebrik ediyorlar. Sınavlarda yüksek not alıyorum, derslere katılıyorum, ödevlerimi yapıyorum. Müzik dinlemeyi ve kitap okumayı çok severim. Hikâye kitaplarını çok severim. ‘Pamuk Prenses’i okudum, ‘Beyaz Diş’i okuyorum şimdi. Şarkı söylemeyi de çok severim; “Çocuk demek ışık demek, renk demek, gelecek demek… Çocuğum ben, bu benim bayramım”... Siz bu şarkıyı biliyor musunuz?