Güncelleme Tarihi:
Net bir cevabı yoktur ama yine de bana en çok sorulan sorulardan biridir: “Nasıl âşık oluyorsunuz?” Aslında kime olursa olsun sorması da biraz cesaret ister. Ben genelde bu soruya cevap vermeden önce “Peki, siz nasıl âşık oluyorsunuz” diye soruyorum. “Ama biz görebiliyoruz” diyorlar. “Karşınızdaki kişinin gördüklerinizin dışında kalan yanlarını nasıl kabul ediyorsunuz” diyorum. Genelde sessizlik oluyor çünkü hemen cevap verebileceğiniz bir soru değil bu. Üzerinde düşündükçe yanıt değişir, cümleler uzar gider...
‘İlk görüşte aşk’ denen kavram yüzünden mi bilemiyorum ama aslında insanlar benim gibi görme engelli birinin bu duyguyu nasıl yaşadığını merak ediyor. O tutku nasıl başlıyor? Görür görmez olmayınca belki duyar duymaz diye düşünüyorlar. Oysa herkes zaten aşkta gördüğünün ötesini hayal etmeye çalışmıyor mu? Duyunca da duyduğunuzun ötesini... Bilinmezlikler ve düşler devam ettikçe bir bakıyorsunuz âşık olmuşsunuz. Adını ne isterseniz koyun, devamında ne gelirse onu yaşıyorsunuz.
Peki, ‘eflatun’ deyince ne hayal ediyorsunuz? Bende hiçbir şey yok. Bizde hayal olarak birtakım görüntülerden oluşan fakat tasvir edemediğimiz olgulardır renkler. Hiç görmeyen birine bir materyalle bağdaştırmadan renkleri anlatamazsınız. Ama o rengin aranızda bir hikâyesi varsa başka. Misal eflatundan bahsedildiğinde o hatıra gelir aklınıza. Aslında duyularımızın tek başına etkisi de az oluyor. Örneğin sadece birini görüp beğendiniz diyelim, sesini duymadan o hissettiğiniz duygu tamamlanmıyor. İkinci, üçüncü duyunuz mutlaka giriyor devreye. Neden eflatun renginden bahsettiğime de geleyim... Hayal etmesi zor olduğundan değil.
‘Eflâtun’ Cüneyt Karakuş’un yönettiği; İrem Helvacıoğlu, Kerem Bürsin, Nazan Diper ve Erman Okay’ın oynadığı bir film.
22 Mart’ta gösterime girdi. Konusundan da biraz bahsedeyim: Eflâtun (İrem Helvacıoğlu) 5 yaşındayken görme yetisini kaybeder. Bu süreçte babasının öğrettiği ses ve gölge oyunları sayesinde hayata tutunur. Gerçekle hayalin birleştiği noktada bir yaşam kuran Eflâtun babasından kalma saat tamircisinde çalışır. Sonra yağmurlu bir günde kendisine bir şemsiye emanet edip giden bir adamın sesine âşık olur. Bir gün bu adamın sesini yeniden duyar...
Eflâtun’un adını babası koymuş. Sonra bu ismi neden seçtiğini de göremeyen kızına anlatıyor tabii. Denizin en durgun ve yüzeyinin de en pürüzsüz olduğu bir anda suyun renginin eflatun olduğunu söylüyor. Baba kızının düş dünyasına hitap edebiliyor ama annesi de bir o kadar gerçekçi düşünüyor. Film bu çatışmayı da perdeye iyi taşıyor. Bence asıl başrol oyuncusu da sesler olmuş. Çünkü tıpkı Eflâtun’unki gibi bizim aşkımız seslerle başlıyor. Sonra diğer duyularımız giriyor devreye. Benim önyargılarımı kıran bir yapım olduğu için gidip görmenizi tavsiye ediyorum. Çünkü genelde beklenen o duygu sömürüsünden ve ajitasyondan kaçınılmış. Oflaz’ı canlandıran Kerem Bürsin de iyi oynamış.
TAM BİR EŞİTLİK VARDI
Filmin yapım ekibine teşekkür etmek istiyorum çünkü ilk andan itibaren, hatta film daha seyirci önüne çıkmadan bizim için erişilebilir olmayı önemsediler. Görsel içerik üreticilerinin dikkatini de çekmesi umuduyla söylüyorum, filmlerinizi biz de izliyoruz. Fakat genellikle ikinci planda kalıyoruz. ‘Eflâtun’ ise galadan itibaren hem sesli betimlemeyle hem işaret diliyle sunuldu. Duyan duyamayan, gören göremeyen hepimiz filmi aynı salonda izledik. Yani tam bir eşitlik vardı.
Ne yaparsanız yapın, biz de istiyoruz. Zaten yanınızdayız, hayatınızdayız. Tek bir salonda, hepimiz bir filmi hiç ayrım olmadan izleyebildiysek bunu neden bütün hayata, sokağa, işyerlerine, toplu taşımaya, sanata, resme, spora yaymayalım? Her şeyi en baştan kapsayıcı bir şekilde üretirsek daha sonrasında “Sizin için ne yapabiliriz” sorusunu sormanıza ihtiyaç kalmayacak. Bu teknolojiyle, bu yüzyılda bunu yapamıyorsak demek ki aslında yapmak istemiyoruz diye düşünüyorum. Ben hayallerimin çoğuna sizlerle birlikte ulaştım. Siz de bizimle hayal kurun ki hepimizin düşleri gerçek olsun.