Güncelleme Tarihi:
Buluşma sebebimiz ‘Tezgah’ filmi. Erkan Kolçak Köstendil bir boks ringinde buluşmayı teklif ediyor, Cihangir’deki Urban Boxing Turkey’de bir araya geliyoruz. “Oyuncu olarak bir filmin tanıtım süreci beni çok yoruyor, oradan oraya koşuşturuyoruz, biraz da aynı şeyler oluyormuş gibi hissediyorum. Bizim filmde karakterler birbirlerine fena halde sözleriyle, el kaldırmadan vuruyor. Ona bir gönderme olsun istedik” diyor. Onlar uzun yıllardır arkadaş, aynı dili konuşuyorlar, kahkahalarıyla ortalığı çınlatıyorlar. Bu enerjileri yaptıkları işe de geçiyor. Ve başlıyorlar anlatmaya...
Erkan Kolçak Köstendil: Aslında iki temel şey vardı. Biri Antik Yunan’dan itibaren bütün Shakespeare oyunlarında kralın ve sistemin eleştirisi yapılır. Kralın
hayatını görürüz de, yazarın haya-
tını görmeyiz. Birincisi işte o iğne ve çuvaldız muhabbeti. Neden kendimize hiç iğneyi batırmıyoruz. Ana sebep buydu.
◊ Diğer sebep?
Erkan Kolçak Köstendil: Toplumda herhangi bir şekilde, ne yaşanırsa yaşansın, o konunun direkt muhatabı yerine bile bazen sanatçılara dönülüyor. Sanatçı bu olayla ilgili ne dedi, ne yaptı diye soruluyor. Tamam da, konunun önce başka muhatapları var! Tabii sanatçının sözü, söylediği şey çok önemli ama ilk oraya dönemezsin. O yüzden sanatçıların başlarına gelen olaylara karşı verdikleri tepki biçimini başka insanlardan ayıran bazı faktörler oluyor. Peki, her insanın, farklı tepkiler gösterebileceği bir olay, üç sanatçının başına gelse ne olur? Bu soru üzerine çıkan bir hikâye aslında. Filmin tamamına bakınca da sadece bizim dünyamızla sınırlı kalmayan, herkesi rahatsız edecek bir film çektik.
◊ Oyuncular olarak kendi dünyanızı eleştiriyorsunuz. Hiç iğneyi kendinize batırdınız mı bu karakterleri oynarken?
Rıza Kocaoğlu: Zaten oyunculuk öyle bir şey, bu işi gerçekten yaşam şekli haline getirirsen, hayatın buysa, her gün kendini yaralayan bir meslek yapıyorsun. Yüzde yüz kendinden memnun olman öyle kolay değil. O yüzden biz her gün iğne, çuvaldızla birlikte uyuyoruz.
◊ Sektörün içinden isimler olarak çevrenizdekileri eleştirirken birilerini de rahatsız
ederim korkusu yaşadınız mı?
Erkan Kolçak Köstendil: Yok yaşamadık hiç...
Damla Sönmez: Demirden korksak, trene binmezdik (gülüyor).
Erkan Kolçak Köstendil: Dediğim gibi Shakespeare kralı da eleştirir... Bence bu filmin içinde hepsi var, bir soytarı eleştirisi de sayılır. Bir de bunlar senin değil, karakterlerin fikri, hiçbir yerde karakterler de mi fikrini dile getirmesin?
SEKS SATAR ABİ
◊ Bana hep üçlü bir takımmışsınız hissi veriyorsunuz. Sizi böyle yakınlaştırıp bir arada tutan şey nedir?
Erkan Kolçak Köstendil: Biz birbiriyle çok didişen, güzel, sağlam ama yararlı kavgalar eden insanlarız.
Rıza Kocaoğlu: Bence aynı dili konuştuğumuz için birlikteyiz. Anlayış ve sevgiye bakışımız da aynı.
◊ Filmin isminden yola çıkıp sorayım, şimdiye kadar geldiğiniz en büyük tezgâh neydi?
Erkan Kolçak Köstendil: Benim çok var ya. Duygusuz muyum acaba (gülüyor)? Tezgâha geldiğimde; “He he” deyip ortamımı değiştirip yoluma devam ediyorum.
Rıza Kocaoğlu: Ben mesela ilk tanışmada karşımdakine yüzde yüzümü verir, yüzde yüz severim. Dolayısıyla çok hayal kırıklığı yaşarım ama bu durum değişmiyor.
Erkan Kolçak Köstendil: Ben de aynen biliyor musun? O yüzden bizi tezgâha getirmek kolay.
◊ Filmde ayrı ayrı konuşulacak çok diyalog var. Mesela “Bir film çekeriz YouTube’da 2 bin izlenir. O filmden memeli bir sahneyi
koyarsın 12 milyon izlenir” diyorsunuz. Bağımsız filmleri, sadece yakınlaşma sahneleri için izleyenleri de eleştiriyorsunuz. Gerçekten çıplaklık ya da sevişme sahnesi bazen bütün işin önüne geçiyor. Bu size ne hissettiriyor?
Damla Sönmez: Buna ‘clickbait’ (tık tuzağı) kültürü deniyor. Instagram’da da mesela “Bu kadar kısa şort giyilir mi” diye yazabiliyorlar aniden.
Rıza Kocaoğlu: Ya da “Aslında kaslı değilmiş!” diyorlar
(gülüyor).
Damla Sönmez: Kim dedi, ne demiş diye ben bile bazen tıklıyorum. Ama bir yandan da yıllardır bağımsız sinemada bir sürü iş yapan biriyim. Hakikaten şunu görüyorum; oradaki bir yakınlaşma sahnesi YouTube’da parça parça konulup, normal filmin kendisinden ve fragmanından çok daha fazla izleniyor.
Rıza Kocaoğlu: Seks satar abi.
Damla Sönmez: Evet aynen. Şöyle de bir şey var, o yakınlaşma sahnesini hikâyenin içinde değerlendirmiyoruz, o sırada o ilgimizi çektiği için ona bakıyoruz. Çok fazla hikâyeleri dinlemeye, karşıdaki insanı anlamaya çalışmıyoruz. Gündelik hayatta olabilecek ya da hiç seninle alakası olmayan, birinin başına gelebilecek bir hikâyeyi izleyip, bunu sindirip bununla ilgili dertlenmek yerine, orada kendi ilgisini çeken şeyi alıyor aslında insanlar.
BIÇAK GİRDİĞİNDE, NASIR TUTTUĞUN İÇİN ETİN ACIMIYOR
◊ Filmde sevgilisi, karakteri en yakın arkadaşıyla aldatıyor. İnsan en yakın arkadaşına bile güven duyamıyor. Güven olmadan yaşamak zor mu?
Erkan Kolçak Köstendil: Başımıza
gelen ve gelebilecek şeylere karşı biraz daha nasırlı bir hale geldik. Yoksa güvensiz yaşayamazsın. Güvenemediğin insanı zaten sevemez ve bağ kuramazsın.
O yüzden sonuna kadar güvenmeye devam edip yaşayacaksın. Ama dediğim gibi artık o bıçak girdiğinde, nasır tuttuğun için etin acımıyor.
◊ Bir de iki yakın arkadaş, aradaki kadını yok sayarak dostluklarını sorguluyor, bir süre sonra kadından bir obje gibi bahsediliyor...
Damla Sönmez: Kırılgan maskülenite denilen şey ne kadar erkek olduğun, ne kadar elindekine sahip çıktığınla alakalı. Orada galiba erkek aldatılınca sevdiği bir şeyi kaybetmek ve ona karşı güveninin kırılması bir yana, erkekliğine de zeval gelmiş gibi hissediyor. O noktada iki erkek arasında bir güç savaşına dönüyor. Kadın bir savaş ganimeti gibi, o savaşın ganimeti, kim kazanırsa onda kalacağı düşünülüyor.
◊ İki erkek arasında şöyle bir diyalog da var; “Sen burçlarla ilgileniyor, alışveriş yapıyor, spora gidiyorsun, hiç kaba saba hareketin yok, kadınlar seni neden sevsin?” Kadınlar biraz kaba saba erkeklerden mi hoşlanıyor gerçekten?
Erkan Kolçak Köstendil: Bir genelleme üzerinde konuşmaya gerek yok ama galiba bu işin bir çizgisi var. Herhalde çağ değiştikçe, biraz erkekler de değişti.
O değişen erkeklerden, kadınlar ne kadar mutlu ve memnun kaldı, bu bir soru işareti. Karakterler de aslında onu tartışıyor. Filmde birbirinden bir konuyla ilgili farklı düşünen insanların fikir çatışmasına şahit oluyorsun aslında. Mesela senin hak verdiğin bir karakter oldu mu film boyunca?
◊ Hayır hep değişti...
Erkan Kolçak Köstendil: Değişiyor, birinin yanında durmak aslında bir fikrin de yanında durmak. Biri bana filmi izledikten sonra “Karakterle ilgili kafam o kadar karıştı ki, çok samimi karakterler mi, çok samimiyetsiz karakterler mi beynim yandı” dedi. Bence bu çağın samimiyetsizliğini, çok samimi bir şekilde yaşayan karakterler, birçoğumuz gibi, bizler gibi.
BU ÇİZGİLERE BİZ ÖMRÜMÜZÜ VERİYORUZ
◊ Damla’nın canlandırdığı karakterin şöyle bir lafı var; “Meme düşerse kaşe düşer, alnımız kırışmayacak, tavırlarımız aynı olacak”. Fiziksel olarak oyuncuların yaşadığı baskıdan bahsediyor, birçok gencin de estetikle artık birbirine benzediğini söylüyorsunuz. Siz bu baskıları yaşıyor musunuz veya yaşadınız mı?
Rıza Kocaoğlu: Bu çizgilere biz ömrümüzü veriyoruz. Her bir çizginin çok yaşanmışlığı var. Bir oyuncuya çok artı katan bir şey. Bunu yok etmeyi benim aklım almıyor. Evet sistem, filmde dediğimiz gibi bunu dayatabiliyor. Çünkü onlar da gerçek oyunculuğun, gerçek derinliğine dair bir şey istemiyor bizden. Fotoğraf isteyen bir taraf var, onlar bunu destekliyor olabilir. Ama her bir çizgimiz, her bir derinliğimiz bizim için
çok yaşamsal.
Damla Sönmez: Benim de filmde bahsettiğimiz şeylere maruz kaldığım oldu. Bir de aynen, bir tektipleşme var. Mesela internette eski dizileri koyup kimsenin birbirine benzemediği zamanlar diye paylaşıyorlar ve hakikaten öyle. Şu an o kadar çok yeni gelen oyuncu var ki, bazen isimlerini bilmiyorum. O kadar çok birbirine benzeyen aynı tip insan var ki... Yaş alanı küçültmek, küçük olanı yaşlandırmak gibi de tuhaf bir yere gidiyor güzellik algısı sektörde. Belli güzellik standartları tabii var, ben de başrol oynuyorum dizilerde ama yıllar içinde mesela sinemada daha karakter oyuncusu olarak anılsam çok mutlu olurum.
Rıza Kocaoğlu: Sen karakterlisin Damlacığım.
Erkan Kolçak Köstendil: Hem de güzelsin, ikisi bir arada paket program olarak geldin hayatımıza (gülüyor).
Okuldayken bırak televizyonu, sinema bile yapmayacaktım
◊ Konservatuvardayken televizyon dizilerini küçümseyen ama okul bittikten sonra hangi dizide başrolü kapacağını düşünen oyunculardan bahsediyor film. Siz böyle
değil miydiniz?
Erkan Kolçak Köstendil: Aslında konservatuvar eğitiminin içinde, hele İstanbul’da okuyorsan, öğretmenlerin eğitimini tamamlayabilmen için dizide oynama yasağı koyuyor. Bir yandan da haklılar bunu yapmakta. Çünkü diziyle yaşamını sürdürmeye başladığın zaman bir yerden sonra dönüp okuluna gitmen çok zor. Onlar okulda tiyatro eğitimiyle genç insanları doldurup donanımlı hale getirmeye çalışıyor. Tabii senin de okurken dilinde “Ne dizisi ya” lafı oluyor. Ama okul biter bitmez hayatın gerçekleriyle karşılaşıyorsun Hakan ve o görüşmeden o görüşmeye gitmeye başlıyorsun.
Rıza Kocaoğlu: Televizyon çok güzel bir silah. Bence o duruma televizyonu etkili hale getirmek olarak da bakmak lazım. Hem televizyonda anlatacağını güzel anlatabiliriz hem de ekranın verdiği popülariteyle kendi hikâyemizi anlatabildiğimiz filmler yapabiliyoruz. Bizi orada izleyip tiyatromuza gelen seyirciyi de oluşturabiliyoruz.
Damla Sönmez: Ben okuldayken bırak televizyonu, sinema bile yapmayacaktım. Hele reklam bir oyuncunun inandırıcılığını yok ediyordu... Sadece tiyatro yapmak istiyordum sonra yavaş yavaş sinemaya da âşık oldum.
◊ Ve şimdi her yerdesin...
Damla Sönmez: Evet. Ama şunu anlatayım, tiyatroda ‘Savaş’ oyununu oynuyorduk, oyuna ufak kızlar gelmeye başladı. Baktım her oyuna geliyor, çıkışta bekleyip çiçek veriyorlar. Onlara “Başka oyunlara da gidiyor musunuz?” dedim, “Yok” dediler. “Bir sonraki oyuna geldiğinizde başka gittiğiniz bir oyunu da anlatacaksınız bana, yoksa benim oyunuma tekrar gelmeyeceksiniz” dedim ve bir sürü başka oyun da izlemeye başladılar. Bu aslında televizyon popülaritesinden gelen bir ilgiydi, onu olumlu kullanmak önemliydi.
ALDATMAK ÖLÜMDÜR ÖLÜM...
◊ Bu bir aldatma hikâyesi, fiziksel aldatma, beynen aldatma gibi aldatmanın da çok türlüsü var. Sizin için aldatma nedir?
Rıza Kocaoğlu: Aldatmak ölümdür ölüm! En büyük hayal kırıklığı bence, çok ciddi bir kandırılmışlık.
Erkan Kolçak Köstendil: Dediğin gibi aldatmak çok geniş kapsamlı bir şey. Bulunduğun konuma, belki yaşanmışlıklarına, duygularına göre tepkilerinin de değiştiği, bir dipsiz kuyu.
Damla Sönmez: İlişkide birbirine verdiğin sözlerin ihlali gibi bir şey.
◊ Konu gelmişken hiç aldatıldınız mı?
Rıza Kocaoğlu: İki kere.
Damla Sönmez: Ben geçmişte bir ilişkide aldatıldığımı çok yeni öğrendim.
Erkan Kolçak Köstendil: Benim de çok başıma gelmiştir ama ben çok büyük olay değil gibi davranıyorum, ne yapalım benim yetersizliğimle ilgili bir şey değil de, o an öyle uygun gördü diye baktığın zaman çok önemsemiyorsun.
◊ Peki, hiç aldattınız mı?
Rıza Kocaoğlu: Aldatmadım.
Damla Sönmez: Benimki de aldatma sayılmaz bence.
◊ Nasıl yani?
Damla Sönmez: Benden bu sorulara cevap alamazsın.
Erkan Kolçak Köstendil: Seninki aldatma sayılmazsa benimki net hiç aldatma sayılmaz (gülüyor).