Güncelleme Tarihi:
İstanbul’dan Ankara’ya arabayla dönüyordum. Ankara’nın beş ana girişine kurulan beş kapıdan birinin altından geçtikten sonra biraz ilerledim ve sağ taraftaki göletten gelen duman ve et kokusunu hissettim. Belli ki vatandaşlar, yazdan kalma havanın tadını çıkarıyordu. Aklıma Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in kapıları yaptırırken söylediği şu sözler geldi:
“Büyüyen, gelişen ve yapıtlarıyla örnek olmaya başlayan Ankaramıza gelen ziyaretçileri bu kapılarda karşılayacağız. Ziyaretçiler, kapılardaki ihtişam, şehrimizde yaptığımız birbirinden önemli projelerimizle bütünlük sağlayacağı için de Ankara’daki estetik ve modernliğin güzelliğini daha kapıda anlayacaklar.” Beş milyon liraya mal olan kapıdan geçerken, bahsi geçen estetik ve modernliğin güzelliğini hissetmem, et kokusu ve duman nedeniyle biraz gecikti.
Göl olabilen battı çıktılar
Şaşmaz kavşağına varınca ilk ‘battı çıktı’dan geçmeye başladım. Melih Başkan, İstanbul’dan, Çankırı’dan, Yozgat’tan, Konya’dan ve Eskişehir’den gelen insanların ihtişamlı kapılardan geçtikten sonra ihtişamlı yollardan da geçerek kırmızı ışığa takılmadan şehir merkezine geçmesini bir ‘ideal’ haline getirmişti. İşte ‘battı çıktı’ denilen bu geçitler, otomobiller için yapılan altgeçitlere deniyordu. Ankara’da onlarca ‘battı çıktı’ yaptı Gökçek. Hem de inşaat süresinde rekorlara imza atarak. Biz Ankaralılar bu rekorları unutmayalım diye de köprülere isim olarak inşaat gün sayısını verdi; ‘50 gün geçidi’ gibi.
Battı çıktıların bir özelliği daha vardı. Çok yağmur yağdığında göle dönüşüyordu. Gökçek son seçim kampanyasında ortaya koyduğu ‘Ankara’ya deniz getirme’ vaadini artık gerçekleştiremeyecek belki ama biz battı çıktılar sayesinde şehrin göbeğinde dalgıç görme şansını yakaladık.
Bir süre sonra Anadolu Bulvarı’na döndüm. Öğrenciliğimde, o yolun soluna baktığımızda, uçsuz bucaksız AOÇ arazilerini görürdük. Oysa şimdi Melih Gökçek’in ‘en büyük eseri’ diye bilinen AnkaPark’ın oyun alanları görünüyor.
ODTÜ ile bitmeyen senfoni
ODTÜ kavşağına vardım. Oradan Eskişehir yoluna dönebilmek için bir süre ODTÜ arazisinden geçen yoldan devam edip U dönüşü yapmak gerekiyor. Aklıma yine yol geçmeden önce orada bulunan vişnelikte arkadaşlarla memleket meselelerini konuştuğumuz öğrencilik yılları ve ODTÜ’den yol geçirme tartışmaları geldi. Biliyorsunuz Gökçek’in ODTÜ ile yıldızı bir türlü barışmadı. Orhan Veli’nin deyişiyle “hiçbir şeyden çekmedi” ODTÜ’lü bilirkişilerin mahkemelere sunduğu raporlardan çektiği kadar... Son icraatlarından biri, ODTÜ Kampüsü’nden iki ayrı yol geçirmek olan Gökçek, ODTÜ’ye ait Eymir Gölü’nü Belediye’ye almak için de çok uğraşmıştı. Görev süresi yetseydi, Eymir’in bulunduğu vadide bir boğaz yapıp Ankara’ya deniz getirecekti.
Eskişehir yoluna girdikten sonra başınızı nereye çevirseniz devasa binalar görüyorsunuz. Söğütözü Mahallesi, Çukurambar’ın girişi, Konya yolunun iki yanında yükselen binalar, adeta şehrin kalbinde yükselmiş. Büyükşehir Belediyesi, bu bölgede önemli bir kent rantı yaratan imar planı değişikliklerini savunurken “Burası da Ankara’nın Manhattan’ı olacak” gerekçesini sununca bölge için ManhattANkara ismini bulmuştuk.
Genelkurmay Kavşağı’nda, Ankara’nın başka onlarca kavşağında bulunan, Selçuklu ve Osmanlı mimarisini yansıtan meydan saatlerinden biri var. Toplam maliyeti 10 milyon lirayı bulan o saatlerin bazıları, 22 metrelik boyuyla dikkat çekiyor. Gökçek’le bir sohbetimizde, Ankara’nın birçok yerine, içinden değişik figürler (Seymenler, Mevlana vs.) çıkacak saat kuleleri yapacağını söylemişti.
Hitit Güneşi mi kedi mi?
Akay Kavşağı’ndan yukarı, Atakule yönüne döndüm. Sola dönseydim Kızılay’a doğru gidecektim ve Sıhhiye Kavşağı’nda ünlü Hitit Güneşi heykelini görecektim. Atakule ve Hitit Güneşi demişken, Ankara’nın sembolleri konusuna girmeden olmaz. Ankara’ya geldiğimde, şehrin sembolü Hitit Güneşi’ydi. Ancak Gökçek göreve gelir gelmez yeni bir amblem yarışması açtı. ‘Ucu yere bakan bir hilal, onun üstüne konmuş Atakule ve yanlardan çıkmış iki minare’ Ankara’nın yeni sembolü olarak seçildi. Amblemler mahkemelik oldu ve o sembol sadece Büyükşehir Belediyesi’nin sembolü olarak kaldı. Ancak bu Başkan Gökçek’in içine sinmemiş olacak ki, yeni bir arayışa girdi. O sembolü de biraz önce Söğütözü’nde bir kavşakta geçmiştim: Bir daire, içinde renkleri farklı iki göz, bıyık yerinde eğik yazıyla ‘Ankara’ yazan bir kedi...
Kuğulu Park istikametine ilerledim. Cinnah’a girmek için kavşaktaki altgeçide yöneldim. Geçidin duvarlarındaki mavi fayanslar ve beyaz kuğu resimleri Kuğulu Park’ı çağrıştırsın diye yapılmış ama ben her seferinde banyodaymış hissine kapılıyorum.
Görüyorsunuz ya, 30 km’lik yolda bile baktığım her şey bana 23 yıllık dönemi hatırlatıyor.
Gökçek’in ‘susuz yaz’ı
Gökçek’in en çok gündemde olduğu dönemlerden biri ‘susuz yaz’ oldu. 1 Ağustos 2007’den itibaren kentte ciddi su kesintileri yaşandı. Gökçek, halka sık sık “Küvetleri doldurmayın, suyu idareli kullanın” ve “Duş alırken yanınıza bir kova koyun, akan su ziyan olmasın, başka yerde kullanırsınız” çağrısı yaptı. Gökçek bu kesintiyi fırsata çevirerek Kızılırmak suyunun Ankara’ya getirilmesi projesini hayata geçirdi ve aşırı ağır metal var tartışmaları eşliğinde Mayıs 2008’den itibaren Ankaralılara Kızılırmak suyu içirmeye başladı.
Şehre damga vuran heykeller
Ankara’ya ilk geldiğimde sık sık Tandoğan Kavşağı’ndan geçerdim. Kavşağın tam ortasında birçok Avrupa ülkesinde de benzerlerini gördüğüm ‘Su Perileri’ heykeli vardı. 1920’de İtalya’dan getirilen, önce Kızılay’a, Kızılay büyüdükten sonra Tandoğan’a taşınan heykel, Ankaray İstasyonu bahane edilerek yerinden kaldırılmıştı. Yerine de çaydanlık şeklinde seramik bir çeşme ve oradan akan suyun dolduğu bir fincan heykeli konuldu. Su Perileri heykeli 18 yıl tutulduğu depodan eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından çıkarıldı ve Cer Modern’in yerleşkesine konuldu. Gökçek’in de görevdeki ilk yılı, yani 1994’tü. O ünlü “Ben böyle sanatın içine...” diye başlayan cümleyi o yıl kurmuştu.
Sonrasında Ankara’da CHP’li belediyeler dışında pek fazla ‘sanatsal’ heykel yaptıran olmadı. Ancak Gökçek, Ankara’yı başka heykellerle tanıştırdı. Samsun yolundan Ankara’ya girerken karşılaşacağınız devasa Gulliver heykeli bunlardan biri. Bir diğeri, havalimanından gelirken bir köprünün üzerinde göreceğiniz topa uzanan kaleci. Ama şehre damgasını asıl vuranlar, AOÇ arazisine yapılan AnkaPark’taki devasa Transformers ve dinozor heykelleri.
TWITTER FENOMENİ
Yrd. Doç. Dr. Ayşad Güdekli’nin doktora tezi 2014’te yazılmış. Gökçek’in Twitter kullanımına ilişkin çok değerli bilgiler sunuyor: 2011-2014 arasında, özellikle de Gezi eylemleri ve ODTÜ’ye yol yapılması tartışması sırasında günde ortalama 41 tweet atmış. Üç yılda tam 3 bin 342 kez ‘CHP’, 2 bin 827 kez ‘KK’ (Kemal Kılıçdaroğlu), 2 bin 248 kez ‘Ahmet’, 1363 kez ‘Ahmethc’ kelimelerini kullanmış. Güdekli’nin analizine göre, Gökçek’in 2011-2014 arası attığı tweet’ler kitap yapılsaydı, 3 bin 331 sayfalık bir kitap olurdu.
SON 24 SAATTE YAŞANANLAR