Güncelleme Tarihi:
Günlerdir televizyon karşısında ya da sosyal medyadan Kahramanmaraş depremleri sonrası yaşananları takip ediyoruz. Bir yandan da elimizden geldiğince yardım çalışmalarına katılıyoruz. Bölgede olanlarsa kayıplarının acısını yaşarken bir yandan da enkaz altındaki yakınları için endişe ediyor; soğukla ve imkânsızlıklarla mücadele veriyor. Korkuyoruz, kaygılıyız, bitkiniz. Zaman zaman nefes almakta zorluk yaşıyoruz. Toplum olarak bir travma yaşıyoruz... Peki tüm bu duygularla nasıl mücadele edeceğiz? Uzmanlarla konuştuk.
‘İçimizdeki dayanışma duygusuna kulak vermeliyiz’
Dr. Gizem Sürenkök-Psikolog
◊ Yaşanan bu büyük afetle birlikte nasıl bir toplumsal travma sürecine girdik?
Bu tip dönemlerde öncelikle korku, kaygı, öfke, çaresizlik, telaş, yetersizlik, haksızlığa uğramışlık gibi duygular hissediyoruz. Hayatımızın bizim kontrolümüzde olduğuna dair algımız zarar görüyor. Dışarıdan gelebilecek etkilere karşı koyabilecek gücümüz olmadığına ya da bir daha hiç iyi hissedemeyeceğimize inanabiliyoruz. Bütün bu olumsuz duygular çok insani olmakla beraber bu duyguların yanı sıra içimizde uyanan o mücadele duygusuna, dayanışma isteğine, birilerine yardım etme ihtiyacına kulak vermemiz lazım. Bence hepimizde
bu olumlu ve güçlü duygular da hâkim.
◊ Hissedilen duygulardan biri çaresizlik dediniz. Kişisel çaresizlikle toplumsal çaresizlik arasındaki farklar nedir?
Toplumsal çaresizlik, geniş grupların aynı anda aynı konuyla ilgili hissettiği çaresizliği anlatıyor. Büyük bir olay oluyor ve hepimiz etkileniyoruz. İçinde bulunmasak bile bir tanıdığımız, bir şekilde ortaklık duygusu duyabileceğimiz biri o durumun içinde bulunuyor. Bunun bir gün bizim de başımıza gelebileceğini düşünmek ve çaremiz yokmuş gibi hissetmek bu duyguyu
daha da körüklüyor. Kişisel çaresizlikte kontrolü kaybediyor gibi hissetme hali var. Genel olarak hayatımızdaki olaylar üzerinde belli bir kontrole sahip olduğumuzu düşünmeyi seviyoruz. Ama bu tip büyük olaylarda tam bir kontrole sahip olmadığımız gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Bu da bize kendimizi önemsiz ve güçsüz hissettirebiliyor.
◊ Yaşananlar karşısında birçoğumuz aynı zamanda öfkeliyiz. Bu öfkeyi nasıl sağlıklı bir şekilde yönetebiliriz?
Çaresizlik hissi öfkeyi körüklüyor. Bu tip doğal afetler bu kadar büyük sonuçlar doğurmak zorunda mı? Daha sağlam binalarda oturamaz mıyız? Daha iyi tasarlanmış şehirlerde, doğayı daha az tahrip ettiğimiz bir düzenimiz olamaz mı? Yaşanan afete yapılan müdahale daha iyi koordine edilemez mi? Bu soruların cevapları bizde öfkeye sebep olabiliyor. Haksızlığa uğradığımızı düşündüğümüzde böyle hissetmemiz çok normal. Bu öfkeyi koşullarımızı iyileştirmek için kullanmak yapabileceğimiz en sağlıklı davranış. Yani bu olaydan bir sonuç çıkarmak, bundan sonra daha sağlam binalarda oturmayı talep etmek, daha büyük önlemler alınması için önayak olmak, daha güvenli koşullarda olmamızı sağlamak için, birlikte hareket etmek için bu öfke bizi motive edebilir. Zaten ancak bu şekilde iyileşeceğiz.
◊ Bir yandan da yemek yediğimiz, sıcak yatağımızda uyuduğumuz için suçluluk duygusu hissediyoruz. Bu normal mi?
Bu çok normal bir duygu. Literatürde adı ‘hayatta kalanın suçluluk duygusu’ olarak geçen bu his, ‘neden orada ben değil de
başkası vardı’, ‘ben iyiyim ama onlar kötü durumda’ gibi düşünceler sonucunda ortaya çıkıyor. Büyük bir çoğunluğumuzun müthiş bir empati gücü var aslında -kimilerimiz o kadar çok kullanmasak da... 6 aylık bebeklerin bile empati yapabildiklerini biliyoruz. Afet bölgesinde yaşananları hissedebiliyoruz. Hiçbir şey yapamadan uzakta olmamız bu suçluluk duygusunu tetikliyor. Suçluluk duygusuna en iyi gelecek şey, aksiyona geçmek, bir fayda sağlamak, üretmek, desteklemek ve yardım etmek.
◊ Travmayı nasıl birlikte yaşadıysak, bundan sonra da birlikte mi aşacağız?
Kesinlikle öyle! Yaraların iyileşmesi ciddi bir zaman alacak, bunu inkâr etmenin bir anlamı yok. İyileşmek için gerçekten birlikte hareket etmek zorundayız. Hepimizin bir işlevi var hayatta, ben mesela insanların olumsuz duygularıyla daha iyi baş etmesini sağlayabiliyorum belki, siz haberleri insanlara iletiyorsunuz. Hayvanları iyileştirenimiz var, insanları tedavi edenimiz var. Hepimiz bir işe yarayabilir, bir ucundan tutabiliriz. Yeter ki bunu birlikte yapalım. Çünkü bu kadar büyük çaplı afetlerde bireysel çabalar maalesef yeterli olmuyor. Birbirimizin zayıf yanlarını tamamlamak, güçlü yanlarından güç bulmak zorundayız. Bu sayede, hep beraber iyileşeceğiz.
Dalga geçenler ve psikopati
◊ Enkazdaki depremzedeleri telefonla arayıp dalga geçenler, sosyal medyadan dalga geçtikleri videolar paylaşanlar. Bunu nasıl bir psikolojiyle yapıyorlar?
Empati eksikliği, başkalarının duygularına ve durumlarına karşı saygısızlık, utanç hissinin yokluğu ve ileri seviyede bencillikle tanımlanabilecek bir kişilik yapısı olan psikopatinin bunun altında yatıyor olabileceğini düşünüyorum.
Bir de tabii ilgi çekme kaygısı, çünkü bu tip davranışların sosyal medyada ses getireceğini biliyorlar.
‘İnsanların afetlerden sonra bir doğal iyileşme süreci var’
Prof. Dr. Ebru Şalcıoğlu-Psikolojik travma alanında uzmanlaşmış davranışçı terapist ve klinik araştırmacı
◊ Bu tür toplumsal travmaların etkileri uzun sürer mi?
Bu tarz ölüm tehdidi içeren, yaralanmayla sonuçlanabilen, kayıplarla karakterize olaylara biz ‘travmatik olay’ adını veriyoruz. Travmatik olaylar yoğun kaygı, öfke, üzüntü, suçluluk, utanç gibi duygularla seyreden psikolojik sorunlara neden olur. Bunları travma sonrası stres bozuklukları başlığı altında ele alabiliriz. Bunlar kronikleştiğinde, tedavi edilmezse yıllarca sürebilir.
◊ Bu duyguların fiziksel belirtileri nedir?
Kalp atışlarında hızlanma, hafif bir çarpıntı hali, göğüste daralma, sıkışma hissi olabilir. Nefes alamıyormuş gibi hissedebiliriz. Biraz daha ciddi durumlarda terleme, titreme olabilir. Özellikle deprem bölgesinde bunlara daha sık rastlanır.
◊ Sizin bu konuda araştırmalarınız da var değil mi?
Kocaeli depremi sonrası yıllarca alanda çalıştım. Kamplarda yaşayanlara yönelik, depremden 8 ay sonra yaptığımız araştırmada travma sonrası stres bozukluğunun oranı yüzde 43, depresyonunsa yüzde 31’di. Depremden bir yıl sonra Değirmendere’de toplum temelli bir çalışma yaptık. Ve yüzde 23 oranında travma sonrası stres bozukluğu yaşadıklarını gördük. Yüzde 16 oranında da depresyon görülüyordu. 20 ay, 40 ay sonra çalışmayı tekrarladığımızda oranların çok değişmediğini gördük. Bunu şöyle özetleyebiliriz: Özellikle depremin yıkıcı etkilerini doğrudan yaşamış insanlarda yıllarca süren kronik sorunlar ortaya çıkıyor.
◊ Gençleri bu olaylar nasıl etkiliyor?
Gençler daha fazla etkileniyor. Daha kırılganlar. Onlar için de aynı sorunlar söz konusu. Bunların yanında geleceğe karşı ümitsizlik görülebilir. Çalışmanın, aile kurmanın, bir gelecek planlamanın boş olduğu inancı gençlerde daha fazla gelişebilir. Hayata tutunmakla, hayatı sürdürmekle ilgili içsel davranışlarda bozulma söz konusu olabilir.
◊ Bundan sonra bizi neler bekliyor?
Hayatın ‘normal’e döndüğü dönemde
insanlar travmatik stres sorunlarıyla yaşamak durumunda kalabilir. Yaşadıklarını,
istemediği halde, sık sık hatırlayabilir. Bu anıları hatırlayınca da korku, sıkıntı gibi duyguları tekrar yaşayacaktır. Uyku düzeni bozulup kâbuslar görebilir. Her an aynı şeyleri yaşayacak diye tetikte bekleme, ani ses ve hareketlerde irkilme gibi tepkiler gösterebilir. Dolayısıyla bununla baş edebilmek için sürekli kaçınma halinde olacaklar. Kişi karanlıkta uyumuyor, evde yalnız kalmıyor, banyoya iç çamaşırlarıyla giriyorsa, yani aslında sırf korktuğu için işe yaramayan kaçınma davranışlarıyla hayatını sürdürüyorsa
bu deprem korkusunu besler. İnsanların afetlerden sonra bir doğal iyileşme süreci var. Bu kaçınma davranışlarını kendiliklerinden yavaş yavaş bırakırlar. Her insan korkularının üstüne giderek doğal iyileşmeyi gerçekleştirme kapasitesine sahip. Ama kimileri bunu yapamayacak. İşte o zaman da psikolojik destek gerekiyor.
◊ Bir uzmana başvurmak şart mı?
Mutlaka bir uzmanın karşısına oturmak gerekmiyor. Çok sayıda kişiye kısa sürede psikolojik tedaviyi ulaştırabilecek araçlar geliştirilebilir. Devlet eliyle ya da STK’lar (sivil toplum kuruluşları) aracılığıyla psikolojik terapi ve rehabilitasyon programları düzenlenebilir. Videolar, telefon uygulamaları ve kitapçıklarla mesajlar iletilebilir.
◊ İstanbul’da yaşayanların kendileriyle ilgili endişe duyması bencillik midir?
Böyle hissetmek çok doğal. İstanbullulları bekleyen bir tehdit var. Türkiye’nin neresinde deprem olursa olsun her zaman İstanbul gerçeği tekrar gündeme geliyor. Dolayısıyla insanlar kaygılı. Bu bencillik değil, son derece insani bir reaksiyon.