“Birbirimizi ‘özüm’ diye seviyoruz”

Güncelleme Tarihi:

“Birbirimizi ‘özüm’ diye seviyoruz”
Oluşturulma Tarihi: Ekim 09, 2022 07:00

Berk Oktay 16 yıldır ekranda, yaptığı işler tutuyor; karizması, fiziği ve yeteneği zaten malum... Bir ay önce oyuncu Yıldız Çağrı Atiksoy’la evlenen Oktay, eşini ‘mükemmel biri’ diye anlatıyor. Sohbet ilerledikçe konu çocukluğunda oturduğu evi nasıl yaktığından simetri takıntısına, sayılarla ilginç ilişkisinden totemlerine kadar bilinmeyenlerine geliyor.

Haberin Devamı

Bu onunla ilk röportajımız. Yıllardır bir yerde de karşılaşmadık. Başta, rol aldığı aksiyon işlerden de yola çıkarak karşımda biraz daha sert mizaçlı birini göreceğimi düşünüp çekiniyorum. Çekim günü stüdyonun kapısı çalıyor ve güler yüzüyle Berk Oktay çıkageliyor. Sanki yıllardır birbirimizi tanıyormuşuz gibi bir enerjisi var. Etrafına pozitiflik saçıyor. Pantolonun altına Crocs terlikler giymiş, dikkatimi çekiyor. Çalışmadığı günlerde biraz daha rahat etmek istediğini söylüyor. Modellik geçmişi de malum, ekranda göründüğü kadar yakışıklı, boylu boslu bir adam. Berk Oktay’la çocukluk günlerinden bugününe uzanan sohbetimize başlıyoruz.

*40’lara girmek ne hissettiriyor?
40’lı yaşlara giriyorum ama içim hâlâ 18 gibi... Çok acayip, güzel... Geride kalan her şey de bir tecrübe.

*Yakışıklı, mutlu, başarılı ve yetenekli görünüyorsun. Her şey bu kadar harika mı?
Hayır, tabii ki. İstanbul’a ilk yerleştiğim zaman sıfır noktasını gördüğüm oldu, bunları da büyük gururla anlatıyorum. Çünkü bir daha düşersem oranın nasıl bir yer olduğunu biliyorum. O da bir tecrübe.

*Ne yaşadın?
Mesela doğalgaz parasını ödeyemeyip evin içinde bereyle dolaşıp yorganın altında oturduğum oldu. Bunun gibi birçok sıkıntı yaşadım.

*Ailen yardım etmedi mi?
Hep destek oldular, imkânları da vardı ama ben istediğim mesleği yapacaksam kendi ayaklarımın üstünde durmalıyım diye düşündüm.

*Pişmanlıkların var mı? Hayatına dair “Şansım olsa şunu değiştirirdim” dediğin şeyler yaşadın mı?
Benim de olmuştur, herkes gibi. Ama sonrasında hatalarımdan ders almayı çok iyi öğrendim. Hayat çatallı bir yol ve sürekli seçimlerden ibaret. Doğru ya da yanlışı tercih ediyorsunuz, sonra da oradaki reaksiyonlarınız sizi yönlendiriyor.

*Berk’i hiç tanımayan birine anlatman gerekse hangi kelimeleri seçersin?
Bence insanların birbirini yaşayarak tanıması lazım, o yüzden kelime seçmem doğru olmaz.
mO zaman ben hakkında duyduklarımı sorayım. Simetri hastalığın varmış, doğru mu?
Evet ya, sorma. İşin kötüsü eşim Çağrı benden beter. Sette de böyleyim. Sağ olsun ekip arkadaşlarımız her şeyi düzgün şekilde yerleştirmeye çalışıyor. Eğer sette bir tablo hafif yamuksa o sahneyi oynayamıyorum. Hemen kimseye söylemeden düzeltmeye çalışıyorum, düzelince devam ediyorum.

Haberin Devamı

“Birbirimizi ‘özüm’ diye seviyoruz”


*Sizin evin duvarları falan bomboş o zaman...
Yok; ama her şey simetrik evde.

*Rakamları aklında tutma gibi bir yeteneğin de varmış...
Evet, matematikle aram çok iyi, çocukluğum boyunca hep öyle oldu. Bir ara bu durum felaket derecede takıntı haline gelmişti, yavaş yavaş atmaya çalıştım beynimden. Mesela telefon numaranı bir kere arayayım, beynimin içinde o rakamlar sürekli tekrar ederdi ve ezberlerdim.

*Bu senaryo çalışırken de işe yarıyor mu?
Sadece hikâyeyi biliyorum. Sete girmeden önce beynim o sayfaların fotoğrafını çekiyor. Üç sayfalık tiradım olsa dahi, hemen ezberliyorum.
Reyting bende hastalık

*Koyu Beşiktaşlısın...
Beşiktaşlılığımdan büyük gurur duyuyorum, aynı zamanda iyi de bir sporseverim.

*“Çarşı her şeye karşı” derler; sen hayatta nelere karşısın?
Hayatın içinde hepimizin o asi ruhu var bence. Ben haksızlığa, çocuk ve kadın istismarına, psikolojik şiddete çok kızıyor, dertleniyorum. Herhangi bir ortamda, benimle ilgili bir şey değilse bile, bir haksızlık varsa ve görürsem susamıyorum.

*Maçlar için totemin var mı?
Sürekli bir totemim yok ama mesela Beşiktaş iki hafta maç kazanıyor, tesadüfen o maçları izleyememişsem ‘Ben izlemediğim için mi kazandılar’ diye düşünüp sonrasında da bayağı süre izlemiyorum.

*Peki, dizilerle ilgili...
Onu toteme çok bırakmıyorum. Orada farklı bir matematik işliyor. Ama reyting bende hastalık ve bu da
hiçbir zaman gitmeyecek galiba.

*Nasıl yani?
Dizinin yayımlandığı gün sabaha kadar neredeyse hiç uyumuyorum. Sonucu bekliyorum. Sonuç geldiğinde ya galip ya mağlup oluyorsunuz. Eğer mağlubiyet söz konusuysa ama işe inanıyorsam “Tamam” diyorum. Ama kafamda o işe dair eksik bir şey varsa tamamlanması gerekiyor, onun için savaşıyorum.

Haberin Devamı

*Hırslı mısın?
Aşırı bir hırs değil bu, sadece başarı isteği.

“Birbirimizi ‘özüm’ diye seviyoruz”

Kıskançlık insanın doğasında olan bir şey

*Hayırlı olsun, kısa süre önce oyuncu Yıldız Çağrı Atiksoy’la evlendin. Eşine Yıldız mı Çağrı mı diyorsun?
Bazen Yıldız ama genellikle Çağrı diyorum.

*Çağrı’ya seni âşık eden neydi?
Mükemmel biri. Biz birbirimizi ‘özüm’ diye seviyoruz, o öze dokunabilmek, onu yakalayabilmek müthiş bir şeymiş.
mNasıl evlenme teklif ettin?
Başbaşaydık evin içinde; öyle güzel, tatlı bir şey oldu.

*Birbirinizin işlerine ve oyunculuklarına dair adil eleştiriler yapıyor musunuz?
Birbirimizin işini mutlaka seyrediyoruz ve birbirimize karşı acımasızız. Beğenmezsek de hemen söyleriz. Mesela önemli bir sahne oluyor, Çağrı’ya diyorum ki; “Doğruyu söyleyeceğine eminim, nasıl?” O da açıkça “Bir tık şöyle yapabilirdin” diyor mesela. Ben de ona söylüyorum aynı şekilde.

*İkinizin de dizisi var, setlerden fırsat bulup nasıl görüşüyorsunuz?
Düğünden sonra Çağrı’yı kaç gün görmedim. Çünkü çok yoğun çalışıyorum, ben setten geldiğimde de o evde uyuyor oluyor. Şimdi onun da işi başladı. Repoları (setin olmadığı tatil günleri) bazen denk getirmeye çalışıyoruz, bazen getiremiyoruz.

*Kıskanç mısınız? Birbirinizin işlerine, öpüşme, sevişme sahnelerine çok karışır mısınız?
İşlerimizi birbirimize okutmayı seviyoruz ama profesyoneliz, bu ikimizin de mesleği. Sonuç itibariyle hayatın gerçekliğini ekrana ya da sinemaya yansıtmaya çalışıyoruz. Bunun yanında kıskançlık insanın doğasında olan bir şey. Sıfır kıskanç biri olamam. Arkadaşımı da kıskanabilirim. Ama bunu doğru törpülemek ve karşındaki insanın özgürlüğüne karışmadan bunu yaşamak gerekli.

Haberin Devamı

Yaramaz bir çocuktum

*Ankaralısın. Ankaralı olmayı nasıl anlatırsın?
18 yaşıma kadar orada yaşadım. Ankara çocukluğumda kozmopolit olmayan, tam mahalle kültürünün ve komşuculuğun olduğu bir yerdi. Aynı zamanda bir memur kentiydi, herkes orta direk diye tabir ettiklerimizdendi. Zaten benim anne ve babam da
memurdu. İstanbul’dan bakınca Ankara sanki hep gri şehir diye düşünülür, soğuk bulunur ama aslında hiç öyle değildi. Ankara’yı çok seviyorum.

*O yıllarda lakabın da ‘Bahçeli Bebesi’ymiş…
Bahçelievler’de büyüdüm, birazcık da namlı, yaramaz bir çocukluk dönemi geçirdim. Öyle ki ev yakmışlığım bile var.

“Birbirimizi ‘özüm’ diye seviyoruz”


*Oturduğunuz evi mi yaktın?
Evet, 9 yaşımdayken. Çocuklara buradan söyleyeyim, aman sakın ateşle oynamayın.

*Nasıl oldu?
Bayram günüydü. Yan mahallede babaannemler, diğer yan mahallede anneannemler, ötede teyzemler… Yayılmıştık Bahçelievler’e. O gün bayram harçlığıyla Kemal Sunal filmleri almış, izliyordum. Annemler beni 15 dakikalığına evde yalnız bırakıp babaannemlere gidip, el öpüp geleceklerdi. Somyalar vardır, üzerinde örtü olur, ipler sarkar oradan. O iplerin uzun olanlarını çakmakla kısaltıp aynı boya getireyim dedim. O sırada yavaş yavaş tutuşuyormuş. Ben söndürdüm sanıp yaslandım arkama. Sonra baktım siyah bir duman geliyor arkadan. Sıçradı, bir anda alev almaya başladı. Duvarda köpükten birtakım şeyler vardı, onlar tutuştu. Kaçtım, kapı üstüme kapandı . Ev bayağı cayır cayır yanıyordu. Ankara’nın o yıllardaki ciddi büyük yangınlarından biriydi, üç itfaiye evin salonundan girip söndürdü.

*Diğer dairelere sıçradı mı?
Sıçramadı ama evin içi tarumar oldu.

*Ailen ne yaptı?
Karşı komşumuza sığındım. Bittim, canıma okuyacaklar diye düşünüyordum ama onlar bana bir şey oldu sanmış, çok korkmuşlar, beni görür görmez sarıldılar, öyle yırttım. Apoletle bitirdim

*Bu yaramazlığın yanı sıra çalışkanmışsın da. Jeoloji mühendisliği okumuşsun. Neden?
Evet, olmaması gereken bir şey ama bir üniversite okuyabilmek için neresi tutuyorsa ona girdim. Ankara Üniversitesi’nde okudum. Ama apoletle bitirdim.

*O nasıl oluyor?
İki sene okudum. Sonra okulu dondurup yurtdışına modellik yapmaya gittim, uzun süre kaldım. Döndüğümde sıra arkadaşlarım ya asistan ya da hoca
olmuştu. Hatta ortaokuldan beri arkadaşım olan bir çocuk, üniversitede de sınıf
arkadaşımdı, başıma hoca diye geldi. Sınavda beni kopya çektiğim
için dışarı atmıştı (gülüyor).

*Peki, modellik nasıl girdi hayatına?
2000’li yılların başını düşün, modelliğin patladığı dönemdi. O zamanlar modelliği ciddi bir meslek olarak görüp çok severek başlamıştım.

Haberin Devamı

*Ve Best Model of Turkey yarışmasına katıldın…
Evet, 2003 yılında ve kazandım. Gerçekten meslek olarak yapmak istiyordum modelliği, derdim ünlü olmak falan değildi. Amacım yurtdışında da bu işi yapabilmekti. Çok da güzel ilerliyordu ama babama dönüp okulu bitirme sözüm vardı. Tokyo’dayken bir anda “Babama sözümü tutmalıyım” dedim ve Paris’teki evime gittim, eşyalarımı toplayıp Ankara’ya döndüm ve böylelikle modellik hayatım bitmiş oldu.

*Bunlar yaşanırken oyuncu olarak nasıl keşfedildin?
Türker İnanoğlu’yla ortak bir tanıdığım vardı. Bir gün o tanıdığımıza “Berk yurtdışından döndü mü” diyor. “Döndü Türker Bey” diyorlar. “Beni arasın” diyor. Aradım, gerçekten tarih gibi bir adam, sadece telefonda “Yarın 11.00’de yanımda ol” dedi ve kapattı. Ankara’daydım, hemen atladım otobüse. Hakikaten 11.00’de orada oldum, oturtmadı bile. “Boyun kaç? Kilon kaç? Şimdiye kadar neler yaptın” dedi ve beş dakika içinde konuşma sona erdi. Çıktım odasından. Hiçbir şey anlamadım. 20 gün sonra telefonum çaldı, Türker Abi “Oğlum yanıma gel, bir iş var ama önce mutfak öğreneceksin” dedi. Eğitim sürecine girdim, yönetmenlerin yanında sabahladım. Kablo topladım, lensleri, objektifleri öğrendim. İnanoğlu Yeşilçam’ın usta isimleriyle çalışıyordu, onları izledim. Biraz dayak yiye yiye başladı ve ilk işim Nehir Erdoğan ile ‘Tatlı Bela Fadime’ oldu.

Haberin Devamı

“Birbirimizi ‘özüm’ diye seviyoruz”

40 yaşımda piyanoyu keşfettim

*Biyografi işleri izlemeyi çok seviyorum, keşke tipim birine benzese, bana da öyle bir rol gelse.
*Geçen gün Fazıl Say’ı dinledim 2.5 saat. Gözlerimi kapadım, müthiş, ruhumu dinlendiriyor.
40 yaşımda piyanoyu keşfettim. Öyle bir alışkanlığım yoktu. Şimdilerde karavanda dinlenirken küçük hoparlörümden ‘Amelie’ filminin müziklerini açıyorum. Keşke piyano çalabilsem, bilmiyorum yeteneğim var mı ama denemeyi çok isterim.
*Spor da ruhumu bir o kadar dinlendiriyor; iş stresi, trafik stresi aslında hayat kavgasından uzaklaştırıyor.

Şöhretmiş, parıltıymış, bilmem neymiş umurumda değil

*İşlerin genelde çok uzun soluklu oluyor. Bu dönemde bu matematiği tutturmak zor. Sen nasıl başarıyorsun bunu?
Uzun süreli olmaları için işleri süzgeçten geçirmeye çalışıyorum. Beni izleyecek insanların yerine kendimi koymayı doğru yaptığımı düşünüyorum. Ama asıl şu, benim 5-6 kişilik bir grubum var.

*Nasıl yani?
Hepsi farklı fikirlere sahip ve benim çok güvendiğim insanlar. Senaryoyu sevdiysem sonra onlara okutuyorum. Tek tek fikirlerini alıyorum. Ortak bir nokta varsa, hepsi beğendiyse “Okey” diyorum. Böyle bir sistem kurdum ve yıllardır da işliyor.

*Yeni işinde seni çeken neydi?
‘Bir Küçük Gün Işığı’nda gerçekten çok doğru bir senaryo matematiği var, çok güzel bir dille yazılmış. Bir bölüm ya da üç bölüm senaryo okuyabilirsiniz, okuduklarınız harika gelebilir ama beşinci bölümünü kafanda kuramayabilirsin. Bundan sonra ne olacak acaba diyemezsem, konu tıkanacaksa olmaz. Ben maraton koşucusuyum, işimde maraton koşmayı seviyorum.

*Fırat karakterini nasıl anlatırsın?
Aslında Fırat da dahil, dizide gerçek karakterler sunuyoruz. Fırat da öyle çok hayatın içinden bir karakter. Annesiyle kız kardeşi arasında, babayla anne arasında sıkışmış. Âşık olacağı kadının kocasının ölümüne sebebiyet veriyor. Ama o adam da aslında karısını, Fırat’ın kız kardeşiyle aldatıyormuş. Yani durumlar karışık.

*16 yıldır oyuncusun, sonunda sende kalan ne oldu?
Değerli Şener (Şen) Abi’nin bir lafı vardı, kulağımda küpedir, “Önce karakteri üzerime giyebilir miyim diye bakarım iş seçerken” demişti. Ben de buna hep dikkat ettim. Arif Erkin de “80 yaşıma geldim oğlum, bir kere yoruldum, bu işte yoruldum demeyeceksin” demişti. Ben de öyle yaşıyorum.

*İçinde olduğun dünyadan biraz bahseder misin?
Benim setteki herkesle aram iyi çünkü hepimiz çarkın üzerinde birer dişliyiz, bir tanemiz kırılırsa bu çark dönmez. Ve hepimiz eşit boyutta dişlileriz. Birimizin boyutu bile büyük ya da küçük olamaz bu çarkın düzgün dönmesi için. Ve diyorum ki: “Dizi çekiyoruz ya, dünyayı kurtarmı-
yoruz ki” Benim bakış açım bu. O yüzden şöhretmiş, parıltıymış, bilmem neymiş umurumda değil,
hamdolsun güzel bir işimiz var, olmadığında da şükür, olduğunda da şükür.

Seksi olmak insanın enerjisiyle alakalı

*Hep yakışıklı mıydın?
Şu anda da belki yakışıklı değilim size göre, bilemem ki. Bana göre Yaradan’ın yarattığı her şey çok güzel, herkes çok güzel. Çirkin kelimesi benim lügatimde yok. Ama soruna gelirsek; benimle çocukluğumda dalga geçerlerdi…

*Neden?
13 yaşımda 70 kiloydum, ‘tam dünya’ derlerdi. Demek ki her şeyin bir hırsı oluyor, ben de kilolu halime bakıp bir gün zayıflama kararı aldım ve zayıfladım.

*Kendini beğenir misin?
Evet, beğeniyorum.

*Fotoğraflarının altında ne kadar seksi olduğuna dair yorumlar var. Sence seksi misin?
Öyle mi diyorlar (gülüyor)? Seksi olmak insanın enerjisiyle alakalı bir şey, öyle hissettiğim zamanlar oluyor ve o enerjiyi hissetmek insanı dik tutuyor.

*Yakışıklı olduğun, modellik geçmişin olduğu için daha çok kendini kanıtlaman gerektiği ve çalıştığın zamanlar oldu mu?
Tabii. Başta bunu kabullenmeyle başladım. Çünkü yanılgı “Ben başrol oldum, çok iyi oyuncuyum” dersen başlıyor. Öyle bir dünya yok. Benim başrol olduğum ilk projede kameranın neresinde durmam gerektiğini söylemek için sağımdan solumdan çekiştiriyorlardı. Buna hiç kızmadım, teşekkür ettim, çünkü öğrenmem gerekiyordu. Sema Aybars vardır, yıllarca Devlet Tiyatrosu müdürlüğü yapmış, saygıdeğer bir ablam, bir gün sette beni yılmış vaziyette gördü, kollarımdan tuttu, kaldırdı ve “Dik duracaksın, yok öyle yılmak” dedi ve ben de öğrenmeye hep açık oldum.

 

BAKMADAN GEÇME!