Güncelleme Tarihi:
Ev ahalisini sabah erkenden uyandırdım. Bu bayram İstanbul’da kaldık ve hedefimiz Heybeliada’ya gidip güzel bir gün geçirmekti. Kabataş’tan kalkacak Adalar seferine yetişmek üzere güle oynaya yürümeye başladık. Ama Taksim-Kabataş fünikülerini kaçırınca bizde bir panik oldu. Neyse ki ikincisi 8 dakikada geldi. Trenden indiğimiz gibi koşmaya başladık. Sonunda Kabataş iskelesine ulaştık. Önde büyük kızım, ortada küçük, arkada da ben. “Pardon, affedersiniz” diyerek koşuyoruz ama aslında herkes bizimle koşuyor. Derken bir kalabalığa tosladık. “Allah, bu nedir ya” dedik. Belli ki bütün İstanbul Prens Adaları’na gitme kararı almış.
Çocuklara belli etmedim ama içimden “Zor bir gün olacak” dedim. Havanın sıcaklığıyla ilgili espriler yaparken birden kalabalık hareketlendi ve bir hücum başladı. Turnikedeki arbedeyi sağ salim atlattık, iskeleye dayandık. Önümüzde cam kapılar var ama vapur ortada yok. Kalabalık artıyor. 8.30 seferi neden gecikti kimse bilmiyor. Dakikalar geçiyor, çocuklar sabırsızca annelerine, babalarına ne zaman gideceklerini soruyorlar... Saat 9.30 gibi sonunda cam kapılar açıldı. Yine başladık İstanbullular olarak aynı arbedeye. “Hurra” diye yüklendik, birbirimizi ezercesine bindik vapura. Neden bunu yapıyoruz gerçekten hiç anlayamıyorum, bu bizde bir davranış biçimi haline mi geldi? Bir acil durum olsa ne yapacağız? Sanıyorum kaderimize razı olacağız. Kapasitesinin en az beş katı yükle gidiyor bu vapur ama herkes neşeli. Kimse şikâyet etmiyor. Ben de mutluyum ama hak ettiğimiz muamele bu olmamalı.
Bebekli aileler ve ortopedik engelliler için inanılmaz zor bir yolculuk. Göremeyenler için de yanında bir yardımcısı olmadan imkânsız. Zaten yaşlı, engelli, çocuklu kimse umursamıyor. Tek hedef: Bir koltuk kapmak.
Kınalıada, Burgazada derken vapur adeta inliyor, isyan ediyor. Ama Burgazada’dan sonra biraz rahatladık. Heybeliada’ya da sonunda vardık. Heyecanımız bir anda arttı ama baktık ki çilemiz henüz bitmemiş. Meğer hedefimizdeki aqua parkı olan plaja gitmek için tekrar motora binmemiz gerekiyormuş. Sonunda o tekneye de bindik. Kısa bir yolculuktu fakat “Babaaa” diye bir feryat koptu. “Ne oldu kızım” diye sordum. Meğer yine uzun bir ödeme kuyruğu varmış. Aşmayı başardık. Bitti mi peki, hayır. Soyunma odası kuyruğu, şezlong arayışı... En sonunda denize kavuştuk.
Biraz sakinleşince başladık ortamı kolaçan etmeye. Engelliye ücretsiz olması dışında tesiste hiçbir şey düşünülmemiş. Ne bir rampa ne bir düzenleme var. Yanınızda gözleri gören biri mutlaka olmalı. Çünkü gitmeyi başarsanız bile, bu tesisi kullanmanız mümkün değil. Bir şeyleri bedava yapmak onu engelliye uygun hale getirmiyor. Tam erişilebilir bir mekân yapsanız, biz de ücretini öderiz.
Neyse ki tüm olumsuzluklara rağmen güzel bir gün yaşadık. Dönüşte aynı çileyi tekrar çekemezdik. Güzergâhı değiştirdik. Motorla Bostancı’ya, oradan da Marmaray’a atladık. Çok da kolay gittik eve. Normalden daha kısa bir yolculuk oldu. Eğer uzun tatillerde şehirde kalacaksanız ve Adalar’a gitmek gibi cesur bir karar alacaksanız size de tavsiye ederim.