Güncelleme Tarihi:
Karanlıkta Diyalog turumuza katılan bir misafirimiz bugün “Harun Bey Türkiye’de kaç görme engelli var” diye sordu Hep merak eder insanlar nedense bu rakamları. “2011 rakamlarına göre bir milyona yakın görmeyen var. Az görenler de bu rakama dahil” dedim. “Peki toplamda ne kadar engelli var” diye devam etti sormaya. “Nüfusun yüzde 12.8’i engelli. Net rakam neye tekabül eder bilmiyorum ama bu rakama anne-baba veya eş ve bir çocuk da ekleyin. Yani nüfusun yüzde 40’ını etkiliyor bu durum” diye cevapladım. “Çokmuş, bu kadar olduğunu tahmin etmemiştim. Siz nasıl kendinizi geliştirdiniz? Ben olsam yapamazdım” dedi. “Hayır, siz de yaparsınız” dedim, “Ama bir şartla: Ya bunun arkasına sığınıp sizi kontrol etmesine izin verirsiniz ya da kendi hayatınıza sahip çıkar, dümende olmayı, yolcu olmamayı seçerek geminizin rotasını kendiniz belirlersiniz. Seçim size ait.” Turumuz bitti ama bende konu kapanmadı.
6 Şubat sabahı bir felakete açtık gözümüzü. Yukarda belirttiğim rakamlara birçok kişi daha eklendi. Hayatta kalanlar, elinde kalanlarla devam etmek zorunda. Kolay mı peki? Hiç değil...
Ben 1999’dan kalan travmamla devam ediyorum hayatıma. Birçok arkadaşımızı bir gecede kaybettik. Hayatta kalanlardan bazı vücut fonksiyonlarını kaybedenler oldu. Yani kaybettikleriyle birlikte bir sese uyandılar enkaz altında, “Sesimi duyan var mı” diyen. Var! Ama sesinizi duyan bir gece önceki ben miyim acaba? İnsan o anda bu soruyu soramıyor tabii. Tek gaye hayatta kalmak. Ancak hayatta kalıp güvende hissettiğinizde elinizde ne kaldığını düşünmeye başlıyorsunuz. Ve o an başlıyor kalanlarla, gidenlerle birlikte yeni hayat...
Bence ben doğuştan kaybetmişim görmemin bir kısmını. Fark ettiğimde ilk gençliğimi yaşıyordum. Sonrasında her yıl biraz daha azaldı görmem. Sonra bir doktor “İleri yaşlarda seni bekleyen bir körlük var evlat. Bunu engellemeye gücümüz yetmiyor” dedi. Bekledik, ben ve yakınımdakiler. Doktorun dediği oldu. 24 yaşımdan sonra kullanılabilecek seviyede bir görüş yoktu. Hep söylenen “Şükret bak”tı. ‘Neden şükretmesi gereken benim, neden ben seçildim’ diye çok sordum içimden. Ama cevap veren yoktu. Yıllar geçerken ben de alışmıştım farkında olmadan şükretmeye. Sonra bir baktım benim gemi benim hayal ettiğim limana gitmiyor, hep başkalarının istediği limanlarda mola veriyor. Oysa benim kendime göre uğramak istediğim limanlarım, yani hayallerim vardı görüyorken. Yardıma ihtiyacım vardı. ‘Beslenmen gerek’ dedim kendime. Peki neyle? Tabii ki insanlarla... Ben de bana sunulan bütün besinleri tattım, beni besleyeni hayatımda tutarak, biriktirerek devam ettim.
Depremin üzerinden neredeyse bir ay geçti. Çok zorlandık, çok kaybettik. Hâlâ geçmedi olanların etkisi. Bitmedi görevimiz, yeni başlıyor hatta. Bir damla su bile olsak, bir yaprağa can vereceğiz ki bir sonraki mevsime tohumlar yetişsin.
Çok zor yeniden başlamak, haklısınız. Ama birbirimizi besleyerek başarabiliriz. Ben mesela; siyah bir kumaş düşünün, arkasından minik beyaz ışıklar görüyorsunuz, ama bu görüntü işinize yaramıyor. Ama ellerim klavyeyi buluyor, parmaklarım da tuşları. Ve düşünebiliyorum, o halde varım. Bu hayatta hepimiz ortağız. Haydi bu ortaklığı büyütelim, derin bir nefes alalım ve küçük adımlarla başlayalım. Evet başa döndük, ama bebekler gibi yeniden yürüyeceğiz ve kendi gemimizin kaptanı olacağız.