Güncelleme Tarihi:
İki yılda bir hazırlanan Yaşayan Gezegen Raporu’na göre doğal yaşamın karşısındaki en önemli tehdit tarım. Üstelik sadece karadaki canlıların değil, sudaki canlıların da hayatını önemli ölçüde etkiliyor. Tarım nedeniyle canlıların yaşam alanları parçalanıyor ve küçülüyor, sulak alanlar kuruyor, kurutuluyor.
Rapora göre Amazon yağmur ormanlarının da olduğu Latin Amerika, kaybın en hızlı yaşandığı yer. Bölge, yaban hayvan nüfusunun yüzde 94’ünü 48 yıllık sürede yitirdi. Afrika için bu oran yüzde 66, Asya Pasifik için yüzde 55, Kuzey Amerika için yüzde 20, Avrupa ve Orta Asya için yüzde 18.
Oranlara bakıp “Avrupa ve Asya’da düşükmüş” diye umutlanmayın. Çünkü bu iki kıta arasındaki Anadolu’nun konumuna özel bir durum söz konusu. Bu özel durum bazı avantajlar kadar dezavantajları da içeriyor.
Örneğin, ülkemizin üç kıtanın geçiş noktasında olması, 1.100 metrelerin üzerine çıkan ortalama yükseltisi ve Akdeniz, bozkır ve Avrupa-Sibirya (Karadeniz) gibi üç iklim kuşağının Türkiye’de kesişmesi canlı çeşitliliği açısından büyük avantajlarımız. Bu avantajlar Türkiye’nin bir kıtanın sahip olabileceği kadar zengin bir canlı çeşitliliğine sahip olmasını sağlıyor.
Dezavantajıysa bütün bu zenginliğin hassas dengeler üzerinde var olması. Örneğin, endemik bitkiler açısından benzeri olmayan bir ülkeyiz. Bitki çeşitliliğimiz tek başına neredeyse Avrupa kıtası kadar. Üstelik bunların yaklaşık üçte biri de yeryüzünde sadece Türkiye’ye özgü. Öyle bitkilerimiz var ki tüm dünyada sadece ya bir dağın yamacında ya da birkaç futbol sahası büyüklüğünde alanlarda yaşıyor.
Uzmanlar “90’lardan beri ülkemizdeki örümcekkuşlarının nüfusu yüzde 90 azaldı” diyor.
Bu alanlarda bazen küçük de olsa bir maden ocağı, traktör ya da basit bir yol çalışması, bir tarla ya da bir baraj bu bitkiyi yeryüzünden silip yok edebiliyor ya da yok olmanın eşiğine getirebiliyor.
Dünya Doğayı Koruma Birliği’nin (IUCN) verilerine göre ülkemizde 585 tür tehlike kategorisinde. Bunların 29’u memeli, 26’sı kuş, 23’ü sürüngen, 12’si kurbağa ve semender, 251’i balık, 48’i yumuşakça, 41’i diğer omurgasızlar, 147’si bitki, 8’i mantar ve tekhücreli. Bu sadece türlerin durumu. Bir de nüfus büyüklüğü var... İşte orası daha karanlık.
Gezegenimizin dörtte üçü sularla kaplı. Canlıların birçoğunun yaşam alanı da su. Ancak bizim suyla imtihanımız iyi değil.
WWF Türkiye’nin verilerine göre son 50 yılda 1.3 milyon hektar, yani 3 Van Gölü ya da Marmara Denizi’nden daha büyük sulak alanımızı, içinde ve dışında yaşattığı canlı çeşitliliğiyle birlikte kaybettik.
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İskender Gülle de bu nedenle son 50 yıl içinde balık ve kurbağaların en çok zarar gören canlılar olduğunu söyleyerek “Bunların yüzde 70’i yok oldu” diyor.
Kuşlarda da durum farklı değil. Ferdi Akarsu yıllardır sahada çalışmalar yapan bir kuşbilimci. Akarsu, örneğin iklim krizi nedeniyle 1990’lardan bu yana örümcekkuşlarının nüfusunun yüzde 90 civarında azaldığının altını çiziyor. Bir dönem Burdur Gölü’nde 10 binden fazla dikkuyruk kuşu sayılırken bu sayı günümüzde 1.000’i dahi bulmuyor ve Akarsu birçok türün aynı kaderi paylaştığını söylüyor. OSTİM Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi, ekolog Prof. Dr. İlhami Kiziroğlu da sadece sulak alanlarda, 1989-2021 yılları arasında Türkiye’de yaşayan kuş türlerinin popülasyonunda en az yüzde 50 oranında bir azalma olduğunu ifade ediyor.