Bir turunç büyüyor dalında ‘tüm acılara rağmen hayat devam ediyor’ dercesine...

Güncelleme Tarihi:

Bir turunç büyüyor dalında ‘tüm acılara rağmen  hayat devam ediyor’ dercesine...
Oluşturulma Tarihi: Şubat 04, 2024 07:00

Yaklaşık bir yıl önce 6 Şubat’ta, saatler 4.17’yi gösterdiğinde yaşanan büyük deprem nedeniyle o sabah kimse yaşamına olağan rutininde başlayamadı. Kahramanmaraş merkezli 7.8 büyüklüğündeki sarsıcı ilk deprem 11 ili etkiledi. Peşinden gelen 7,5 büyüklüğündeki bir diğer yıkıcı depremle de en çok hasarı Hatay gördü. 53 bin 537 kişiyi aramızdan alan bu depremler, anne-babaları çocuksuz, çocukları yetim ve öksüz bıraktı. Bazı aileler hep birlikte göçüp gitti… Sevdalar yarım kaldı, gençlik hayalleri söndü.... Herkes bir yerinden yaralarını sarmaya çalışsa da her acı zamanla geçmiyor, giden geri dönmüyor. Bu acı hepimizin. O kâbus gecenin yıldönümüne sayılı günler kala renklerinden geriye sadece grisi kalmış Hatay’ı gezdik. Antakyalıların elini tuttuk, gözüne baktık ve bir kez daha sorduk: “Nasılsınız?” İyi değiller. Ama Hatay’ı yeniden kurmak için içlerinde her gün yeniden yeşeren bir umut var, tıpkı Antakya merkezde yıkık bir binanın önündeki ağaçta her acıya rağmen büyüyen ve adeta “Hayat devam ediyor” diye bağıran turunçlar gibi…

Haberin Devamı

Neredeyse her köşe başında duran bir araba olurdu ve içinden gelen son ses müzikle eğlenirdi yollarda insanlar… Dar sokaklarında yürüyüp de Uzun Çarşı’nın devamında Köprübaşı’na çıkmak kimi mutlu etmezdi ki? Gizli avluları olan konaklar ve onların tokmaklı kapılarının önünden geçip giderken birbirinden selamını esirgemeyen insanların şehriydi burası. Tel tel kadayıflar tereyağıyla buluşturulup fırınlandığında sırf künefe yemek için bile bir daha gidilirdi Antakya’ya. Bir köşesinden durup bakınca kilise çanlarıyla cami minaresi kolayca giriveriyordu kadrajınıza. Kavgasız, gürültüsüz, huzurlu… Farklı medeniyetlerin bir arada barış içinde yaşayabileceğinin ispatıydı Antakya...

6 Şubat 2023 gecesine kadar Antakya’nın yedi kere yıkıldığını ve sonra yedi kere daha kurulduğunu biliyoruz. 1872 yılındaki depremle ilgili şöyle yazılmış: “Eski Antakya’da bulunan 149 konut hariç bütün konutlar yıkıldı.” Anlıyoruz ki yaşamı yeniden burada kurmaya, burada yerleşmeye dair bir ısrar var.  Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden Dr. Tuğçe Tezer bir söyleşisinde şöyle açıklıyor bu durumu: “Burada yeniden kurulma ısrarının nedeni ‘Antakyalı’ olmakla, Antakya aidiyetiyle alakalı biraz da… Kültürle, inançla, sosyal doku çeşitliliğiyle yoğun şekilde ilişkili bir bütünsel durum var.”

Haberin Devamı

Bir turunç büyüyor dalında ‘tüm acılara rağmen  hayat devam ediyor’ dercesine...

Depremin yıldönümüne günler kala Hatay’da konuştuğum birçok kişi Tezer’in altını çizdiği ‘Antakya aidiyeti’ olgusunu doğrulayan şeyler anlattı. Çokça insan depremden sonra çevre illere gitmiş; iki, bilemediniz üç ayın sonunda “Biz Antakya’dan başka yerde yapamayız” deyip çadırlara, konteynerlere geri dönmüşler. Şehri hiç terk etmeyenlerin de sayısı oldukça fazla… Onlardan biri öğretmen Mehmet Ali Akar. Akar ve arkadaşlarının Samandağ’da kurdukları Karaçay Topluluk Merkezi’ni yazının ilerleyen satırlarında daha detaylı anlatacağım ama şimdi tam da yeri gelmişken sözü ona bırakıyorum: “Biz burada doğduk, bu topraklardan beslendik, burada büyüdük. Bizi büyüten, bu yaşa getiren herkese ve her şeye borcumuz var. Burayı bırakıp gider, çaba harcamazsak kanımız kurur. Benim adı George olan, Paul olan başka medeniyetlerden, başka inançlardan arkadaşlarım var. Bu hoşgörü, kardeşlik ve çokkültürlülüğü başka yerde sağlamak zor. Biz buranın bir parçasıyız. İzmir, İstanbul, Adana ve diğerleri benim için Türkiye’nin birer ili ama burası benim için bir yurt, bizim gidebileceğimiz başka bir yurdumuz yok.”

Haberin Devamı

Bir turunç büyüyor dalında ‘tüm acılara rağmen  hayat devam ediyor’ dercesine...

SADECE ANLIK GÜLÜMSEME

Fotomuhabiri arkadaşım Murat Şaka’yla Hatay’a girdiğimizde şöyle bir not almışım defterime: “Nerede olduğumuzu anlamakta güçlük çekiyorum.” Evet, Mehmet Ali Akar’ın dediği gibi burası Antakyalıların yurdu, vazgeçilmezi ama şehri tanımak ve bu haliyle yaşama tutunmak gerçekten çok zor.

Belki onlarca otelin reklam tabelası karşıladı bizi Serinyol’da ve ben kaçının ayakta kaldığını düşünmekten kendimi alamadım. Otoyol sıra sıra, büyük sloganların yazılı olduğu başka başka tabelalarla doluydu: “Emiroğlu Baklava şimdi satışta!” Oysa arkasında ne bir dükkân var ne de yaşama dair bir iz. Enkazların kalkmasının ardından geriye kalan alabildiğine taş, bomboş araziler olmuş. Öyle ki yıkılan hastanelerin tabelaları durmasa Odabaşı Mahallesi’nden geçtiğimizi anlayamayacaktım. 6 Şubat gecesi tesadüfen Hatay’da olan ve o gece ateşlendiği için bebeğini hastaneye getiren babayla o sırada acil ameliyat için hastaneye son kez giren doktorların hikâyesini hatırladım, aslında zaten hiç unutmamıştım.

Haberin Devamı

Nimet Teyze geldi sonra aklıma yolun devamındaki 600 Konutlar isimli büyük sitenin önünden geçerken. Yıldızsız, zifir koyusu bir geceydi. Uzunca karanlığın aydınlığa çıkışında kaybetmiştik içeride bize saatlerce ses veren torunu Sude’nin sesini. Yan blokta yaşayan 18 yaşındaki Furkan da epey direnmişti tonlarca molozun altında. O uzun bekleyiş sırasında yorgun düşen annesi Halise Abla ateş başında ilk defa kısacık ama derin bir uykuya daldığında kapanmıştı oğlu için çalışan vincin  ışıkları. Boğazımızdaki kocaman yumrularla Halise Abla’nın oğlundan vazgeçilmesini görmemesine sevinmiştik.

Bir turunç büyüyor dalında ‘tüm acılara rağmen  hayat devam ediyor’ dercesine...

Haberin Devamı

Bugün belki şehre dair yapıları görmek ve Hatay’ı anımsamak zor ama bir yıl önce yaşanan kahredici vedalar, enkazdan gelen yardım çığlıkları ve açılan derin yaralar olduğu gibi insanların yüzünde duruyor. Hasarlı bir binanın önünde yeniden yeşeren turunç ağacının meyveleri “Hayat her şeye rağmen devam ediyor” diye bağırsa da insanlar burada sanki sadece bir anlık gülümsüyor.

Karaçay Topluluk Merkezi-Kolektif Koordinasyon Derneği bu amaçla kurulmuş aslında, bir an için bile olsa yüzleri güldürmek maksadıyla. Yurdunu terk edemeyen öğretmenler, doktorlar, sanatçılar ve zanaatkârlar bir araya gelip sosyal yaşamı desteklemek, özellikle de çocukları korumak adına çalışmalar yapıyorlar. Sinema geceleri, şiir kulüpleri, heykel atölyeleri, hem çocuklar hem de yetişkinler için psikososyal destek imkânları bunlardan sadece birkaçı. Merkezin bir diğer üyesi sanatçı Ümit Güç de gözlemlerime onay veriyor: “Biz artık birbirimize moral vermek için gülüyoruz. Bir araya geldiğimizde başka şeylerden konuşuyoruz ama laf mutlaka bir şekilde depreme ve o geceye dönüyor. Bizim bu yaraları sarmamızın, psikolojimizi toparlamamızın mümkünü yok” diyor. O sırada başlayan yağmur ve fırtına herkese 6 Şubat gecesini hatırlattığından öğretmen Akar evde yalnız kalmaktan korkan eşinin yanına gitmek için telaşla aramızdan ayrılıyor.

Haberin Devamı

Bir turunç büyüyor dalında ‘tüm acılara rağmen  hayat devam ediyor’ dercesine...

Hatay’ın dokusunu bozacak en ufak şeyi kabul etmiyorlar. Onların varoluş gücü aidiyet duygusundan geliyor.

LUNAPARK İYİ GELİYOR...

Bunca acının ardından renklerinden geriye sadece grisi kalmış Hatay’da her köşe başını bir iş makinesi tutuyor. Şehrin çoğu yerinde asılı ‘Kiralık bungalov ev’ ilanlarıyla seçim öncesi belediye başkan adaylarının “Hatay’ı yeniden ayağa kaldıracağız” vaatlerini gösteren boy boy ilanların tezatlığıysa şehirdeki herkesin malumu.

“Küllerinden nasıl doğar Hatay, sizce ne yapılması gerekiyor” sorusuna dair ortak bir cevap var: “Ne yapılması gerektiğini değil, ne yapılmaması gerektiğini söyleyebiliriz!” Hatay içinde dahi yer değiştirmek istemiyorlar, buranın kültür ve dokusunu bozacak en ufak şeyi kabul etmiyorlar. Çünkü onların asıl varoluş gücü aidiyet duygusundan geliyor.

Bir sonraki gün yağmur hafiflemişken Antakya Merkez ve onu takip eden Armutlu bölgesini gezdik. Burası savaştan çıkmış gibi duruyor. Diğer ilçelerde gözüne baktığım her insan “Gitmiyorum Antakya’ya, dayanamıyorum çünkü” diyordu. Haklılar, gökyüzüne yükselen iş makineleri ve inşaat çalışanlarının dışında kimseler yok artık buralarda.

Gözüm Arkeoloji Müzesi’nde, Habib-i Neccar Camisi’nde, sinagogda ve 700 yıllık olduğu düşünülen Meryem Ana Ortodoks Kilisesi’nde… Tüm tarihi yapıların etrafı Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yenilenmek için çevrilmiş, son durumları hakkında bilgimiz yok ama umudumuz var.

Bir turunç büyüyor dalında ‘tüm acılara rağmen  hayat devam ediyor’ dercesine...

Aslen burada olan herkesin bir umudu var. Hatay’ın 8’inci kez kurulacağına yürekten inanıyorlar. Belki de bu umutla yaşam Serinyol’daki üniversitenin etrafında, Harbiye’de ve Samandağ’da cıvıldamaya çalışıyor. Okullar açık, eğitim devam ediyor, prefabrikeden dükkânlarını açan esnaf yeniden hayata karışmaya çabalıyor; öyle ki güzel havalarda lunapark bile çalışıyor. Molozların asbestine inat lunapark herkese bir nebze iyi geliyor.

Samandağ’da turlarken bir şeyler yemek için açık olan nadir yerlerden Çınar Restoran’a oturduk. Sahibi Yasemin Hanım depremden iki ay sonra kaymakam ve valinin ısrarıyla restoranı yeniden açtıklarından bahsetti. “Siz restoranı açın ki, diğer dükkânlar da açsın, hayatın normale dönmesi gerekiyor” demiş Vali. Yasemin Hanım da çocuklarıyla birlikte yeniden ayağa kaldırmış dükkânını ama “Müşterilerimizin yüzde 80’i yok artık, öldüler. Çok şükür çocuklarım hayatta ama tanıdığım insanlar ailece yok olup gittiler, hiçbir şey eskisi gibi değil” diyor. O da yüreği Antakya’ya gitmeye dayanamayanlardan. Bir kez gitmiş depremden sonra merkezin halini görmeye ama karşılaştığı manzara karşısında oracıkta yığılıp kalmış. “Gidemiyorum artık, her işimi uzaktan hallediyorum. Antakya’yı eski haliyle hatırlamak istiyorum” diyor. Telefon defteri artık hayatta olmayan insanların numaralarıyla dolu, belli ki silmeye eli gitmiyor.

Bir turunç büyüyor dalında ‘tüm acılara rağmen  hayat devam ediyor’ dercesine...

‘GECE KORKU ÇÖKÜYOR’

“Ne yapmak lazım” diye bir de ona soruyorum, hâlâ çadırlarda yaşayan insanların olduğundan bahsediyor, utanıyor, gözleri doluyor, sonra derin bir nefes alarak başlıyor anlatmaya: “O gece neler yaşadığımızı defalarca da anlatsam aslında tam olarak ifade edemiyorum. Kıyameti yaşadık. Ölene kadar unutmamız mümkün değil. Kalanlarla hayata devam etmeye çalışıyoruz. Bazılarımız evlerinde, bazılarımız konteynerlerde, bazılarımız hâlâ çadırlarda. Fark etmiyor, gece oldu mu hepimize aynı korku yeniden çöküyor. Hele bir de yağmur varsa…”

Burada biraz duralıyor Yasemin Hanım, sesi titriyor, tekrar o geceye gittiği o kadar belli ki. Sonra devam ediyor lafına, tıpkı her sabah yeniden toparlanıp hayata devam etmeye çalıştıkları gibi: “İsterim ki bir bakanlık kurulsun. Türkiye deprem bölgesi bir ülke. Bir afet bakanlığının kurulması ve en iyi şekilde yönetilmesi gerekiyor. İnsanlar ölüyor, 55 bin
kişi deniyor ama sadece Hatay’da 50 bin kişinin öldüğünü düşünüyorum. Lütfen Antakyamız için profesyonel bir şekilde hareket edilsin. Biz burada kasaba-manava gitmekten başka bir şey yapamıyoruz, şehrin halini görmeye yüreğimiz yetmiyor. O yüzden Antakya’yı eski haline getirmek için herkes elinden gelenin fazlasını yapsın. 6 Şubat tarihi yaklaştıkça kalbim sıkışıyor ve kaybettiğimiz her şeyi daha çok özlüyorum.”

‘KIŞ GÜNÜ KIYAFETLERİMİ ÇADIRIN DIŞINDA GİYİP İŞE GELİYORUM’

Bir turunç büyüyor dalında ‘tüm acılara rağmen  hayat devam ediyor’ dercesine...


(Şemsettin Tüysüz, kasap)

İşyerini kaybeden esnafa AFAD tarafından kurulan prefabrike çarşılarda yer gösterilmiş. Şehrin birçok yerinde var olan bu prefabrike çarşılarda bazı mağazalar, yeme-içme yerleri ve halkın sosyalleşmesi için alanlar kurulmuş.

Bir turunç büyüyor dalında ‘tüm acılara rağmen  hayat devam ediyor’ dercesine...

Yol üstünde bu çarşılardan birine uğradım. Kasap Şemsettin Tüysüz’e bir sordum, bin anlattı. Belki de Hatay’da ciddi zorluklar yaşayanlardan biri kendisi. Birçok akrabası, eşi-dostu vefat etmiş ama kendisi ve geride kalan ailesini ayakta tutmaya çabalamaktan daha onların yasını dahi tutamamış. Tüysüz’e düşen dükkân prefabrike çarşılar arasında henüz tamamlanmamış olanda. “Diğer çarşılar çok güzel Gizem Hanım ama bizim burayı bir türlü tamamlamadılar” diyor açıkça ve ekliyor: “Yağmurda dükkân su alıyor, elektrik bir var bir yok. İnsanlar buraya neden gelsin?” Kanser hastası olan Tüysüz’ün yüzü konteynerde de gülmemiş; “Raporum dahi var ama bir konteynır alamadım kimseden. Yağmur yağdığında çadırı su basıyor. Kış günü kıyafetlerimi alıp, çadırın dışında giyip işe geliyorum. İçeride ısıtıcı yakıyoruz, sonunda yanarak öleceğiz. Armutlu’daki kasap dükkanım içinde etlerle, paralarla gitti. Bir bıçak dahi çıkaramadım. Evim yıkıldı, ağır hasar aldı. Oturulabilecek gibi değil. İki arabam enkaz altında kaldı. Yine de sıfırdan başlamak için uğraşıyoruz ama bu şartlarda çok zor” diyor. Yetkililerin Hatay’a gereken özeni göstermediğini söylerken bir yandan da insanlarda suç buluyor: “İlk başlarda burada organize olmadan bir konteyner dağılımı yapıldı, gelin şimdi sizi götüreyim, birçoğunun içinde kimse yaşamıyor. Konteyneri alanlar kapısını kilitleyip başka şehirlere gittiler, biz çadırlarda kalıyoruz. Biraz insaf lazım, vicdan lazım!”

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!