Güncelleme Tarihi:
Psikiyatr Prof. Dr. Ejder Akgün Yıldırım, 17 Ağustos depreminde afet bölgelerinde çalışmaya başladı, bugün depremin ardından yaşanan ruhsal sorunlar konusunda akla gelen ilk uzmanlardan biri. Yıldırım’a merak edilenleri sorduk...
İçinde yaşadığımız toplumun depremle ilişkisini nasıl tanımlarsınız?
Anadolu coğrafyası, dünyada en fazla deprem üreten bölgelerden biri. Çok değil, 200 yıl önceye gittiğimizde bile yüz binlerce insanın deprem nedeniyle hayatını kaybettiğini görürüz. Buna rağmen, kuşaklar arası aktarılan ağıt ve türkü gibi sözlü kültür öğelerinde depremden pek bahsedilmez. Büyük yıkımlar oluyor ve insanlar, yaşadıkları coğrafyayı değiştiremedikleri için onun kaderi olan doğal afetler gibi bazı kötü yanları görmezden gelmek zorunda kalıyor.
O halde pek çok kişinin depremi unutmuş gibi davranmasını doğal mı buluyorsunuz?
İnsanların unutması, belki, evet, yadsımanın ve baş etmenin bir parçası. Ama bu, devletin ve kurumlarının unutmasını haklı çıkarmaz. Doğal afetler ve afetten korunma bilincinde eksiklik, ulusal bir sorun. Acilen okul müfredatlarına ayrıntısıyla girmeli, güvenli yapıların ne olduğu ve bir kriz olduğunda insanların nasıl davranacaklarına ilişkin bilgiler tüm toplum kesimlerine verilmeli.
Deprem gününden bu yana, en çok hangi soruyla karşılaştınız?
“Çok korkuyoruz, korkmak normal mi” sorusu çok geldi. Korku, olağandışı bir olaya karşı olağan bir tepki. Ayrıca sadece korku değil, gelecek kaygısı, tekrar deprem olup olmayacağı, içinde yaşadıkları binanın güvenliği, yakınlarına bir şey olup olmayacağı gibi kaygılar da huzursuzluk, uykusuzluk gibi ruhsal belirtilere neden oluyor. Deprem sadece binaları yıkmakla kalmaz, sosyal yaşamı, geleceğe ilişkin hayalleri, güveni, planları da sarsar; bir belirsizlik hali oluşturur.
Verilen destek onları güçlendirir
Depremi yaşamış birine ne söylersek ona yardımcı oluruz?
Geçmiş olsun demeniz ve desteğinizi sunmanız yeterli. Olay anını anlattırmak iyi gelmediği gibi profesyonel olmayan biri tarafından yapıldığında ruhsal belirtileri daha da arttırabilir. Yeni bir durum olmazsa ve yaşamları stabil hale gelirse yani ev ve işlerinin ne olacağını bilirlerse, iki hafta içinde yoğun korkuları sönmeye başlar ve varolma çabası içinde eski enerjileriyle ayağa kalkmaya çalışacaklardır. Belli bir kesimde ruhsal belirtiler bir süre daha devam edebilir ama...
Buna enkazdan çıkanları da dahil ediyor musunuz?
Yaralanan ve enkazda kalanların bir kısmında ruhsal etkilenme belirtileri daha uzun sürebilir.
İzmir’deki depremzedeler için tüm halk seferber oldu. Bu dayanışma, depremin yarattığı kaygıyı azaltan bir unsur mudur?
Maddi kaybı olmayanlar ellerinde avuçlarında ne varsa kayıp yaşayanlarla paylaştı. Bunlar güçlendirici durumlar. Dikkat edilmesi gereken bu desteğin sürekli olabilmesini sağlayabilmek. Çünkü başta çok yoğun bir destek varken desteğin zamanla azalması bu yakınlığı gören insanlarda yalnızlık ve çaresizliği arttıracaktır.
Çocuğun fotoğrafını paylaşmamak lazım
Enkazdan çıkarılırken çekilen fotoğraf ve videoları internette yayılmış çocuklar var. Onların geleceği için ne öngörüyorsunuz?
Kurtarılmaları çok sevindiriciydi, çoğu insana duygusal ilaç oldu ama aşırıya kaçıldı. Hastanede, enkazda, sosyal medyada fotoğraflarını paylaşmak çocukların mahremiyetini ihlal eden yanlış bir uygulama.
Mağdurlar gibi kurtarma görevlileri de travmatize oluyor mu?
Bu konu çok önemli. Bir kişi, afet bölgesinde üç gün bulunduktan sonra mutlaka bölgeden uzaklaştırılmalı. Ruhsal açıdan en riskli grup arama kurtarma görevlileri. Onlar da travmatize oluyor çünkü dehşetle doğrudan karşılaşıyorlar. Sadece enkazda olmak değil, umutla yakınını bekleyenle konuşmak da oldukça zor.
Sadece görüntüler de travma yaratabilir
1999’daki Marmara depremini yaşayanlar arasında, İzmir depremine ilişkin haberleri izleyemediklerini söyleyenler var...
Toparlamak ve güçlenmek unutmak anlamına gelmez. 1999’da o acıyı yaşayanların anımsayınca etkilenmeleri elbette beklenir. Ama sorunuz “Uzaktan izlenmekle ciddi ruhsal etkilenme oluşur mu”ysa görüntülerin içeriğine bağlı olarak, evet, oluşabilir. Etkilenmek için öncesinde depremi yaşamış olmanız da gerekmiyor. Görsel yayınlarla birlikte ruhsal açıdan travmatize olmak mümkün. Medyanın, özellikle depremden sonra oradaki acı ve zorluğu, tüm dehşetiyle birlikte teşhir etmesi, birçok kişi için sert bir yüzleşme oldu.
Binaların yıkılış anlarının kerelerce yayımlanmasına ne diyorsunuz?
Yıkıntılar vardır, bu bir haberdir. Kurtarma ekipleri, kaç kişinin kurtulduğu, bunlar da haberdir ama enkazın içine girmek, enkazın içindeki sesi dinletmek, binaların yıkılışını, ağlayan, yakınlarını kaybeden insanları defalarca göstermek... Bunların kimseye faydası yok. Sürekli enkazın paylaşılması, hele hele çocuklar ve geçmişte deprem travması olan insanlar açısından tetikleyici de olabilir.
O görüntülerin kimilerinde içinde yaşadığı binayı sorgulamak gibi bir etki yapması mümkün değil mi ama?
“Oturduğunuz bina çürükse yıkılabilir” demek bir bilgilendirmedir. Binanın yıkılma görüntüsünü saniye saniye sunmaksa izleyende o anı yaşatmaktır, zihin bunu farklı kaydeder. Dediğiniz bir bakıma doğru, kaygı arttıkça bir kısmımız kendimizi daha çok güvene alacağız ama önemli olan, kaygıyı yönetilebilir dozda vermek.