Güncelleme Tarihi:
Bizi hastane odasında görünce bir şen kahkaha patlatıyor ki koğuş çınlıyor: “Ayol bu eşsiz güzelliğiyle... Güzellikte birinci haliyle! Bir de poz mu verecekmiş gazetelere?”
‘Geçmiş olsun’a geldiği... Üstünde hasta önlüğü, burnunda oksijen hortumu takılı Mehmet Tuna’nın... Kımıl kımıl, durduğu yerde duramayan, neresinden baksanız eğlenceli tabii…
Ama belli ki Sezen Aksu’nun keyfini asıl yerine getiren, yarım asırlık arkadaşını, geçirdiği kalp rahatsızlığına rağmen, bu kadar kanlı/canlı, bildiği/tanıdığı gibi hayat dolu görmek...
E, Sezen Aksu bu. Bugüne kadar neye ‘eyvallah’ dedi de yetti, yetindi ki? İzmir kızı, çırasını yakar adamın: “Hiç susmayan bir hasta. N’apacağız bunu ya? Koca karı gibi çenesine vurmuş. Baksana oturduğu yerden de hâlâ her şeye karışıyor.”
MEHMET TUNA: Senden öğrendik her şeye karışmayı!
SEZEN AKSU: Oğlum Allah idrak vermiş. Hastanedesin. Sence neden mesela? Burnunda oksijen takılı bir insanın soluğunu daha dikkatli kullanması gerekmez mi? Hiç durmadan konuşuyorsun sen Mehmet!
MEHMET TUNA: Öyle öyle açılıyorum işte...
SEZEN AKSU: Ben bunu döverim bu hastanede. Koli bandıyla ağzını bantlayalım şunun kız. Oğlum adamın sinirini oynatma. Oksijen alıyorsun Mehmet, onun için söylüyorum. Neyse hadi ben kaçıyorum, sen röportajına bak.
MEHMET TUNA: E hadi güle güle. Neyle, tekneyle mi geçeceksin karşıya?
SEZEN AKSU: Yoo, arabayla.
MEHMET TUNA: Ne var şimdi sende?
SEZEN AKSU: Bilmiyorum ki adı neydi. Ben arabalardan bir tek ‘Vosvos’u tanıyabiliyorum. Benimkinin rengi siyah ya, sırada hangisini benzetirsem ona biniyorum.
MEHMET TUNA: Nasıl yani?
SEZEN AKSU: Hayır, binmesi sıkıntı değil. “Sezen Hanım, bu sizinki değil” diyorlar; iniyorsun ya sonra. O çok koyuyor insana! Bak o ayaklarını da sarkıtma, şişiyor. Hadi öptüm, muck muck! (Bir şen kahkaha daha, şifa niyetine gelsin bütün koğuşa...)
Sezen Hanım’la hukukunuz ne zamana dayanıyor?
- Ohoo o. 1973’lerden beri.
Hiç beraber çalıştınız mı? Şurada, şunu açmıştık da orada sahne aldı, falan...
- Bir tek düğünümde Şamdan’da şarkı söyledi. Ha bir de 30’uncu yıldönümümüzde jest yaptı, sahne aldı. Kardeştir o bana. Biz Onno’yla çok kardeştik, ondan hatıra... Evlenmeden evvel, bütün flörtlerimi Sezen’e görücüye çıkartırım. Patavatsız çünkü. Sonra suratına bir laf eder, kıza rezil eder adamı. Şehnaz’la sevişiyorlar Allah’tan. İkisi de cüce olduğu için...
Belli ki sizi çok seviyor. Şamdan tahliye edilince size yalısını teklif etti. Böyle bir vefasına ben de şahidim, Ece Aksoy’da.
- Yahu, Sezen’in bana bir teklifi falan olmadı. “Ben her zaman yanındayım. Önce sağlık, gerisi kolay” mesajı verdi. “Şamdan’da kapanış bile yapamadın, istiyorsan gel, evimde parti yap. Yeniden aç, çıkayım, şarkı söyleyeyim” dedi. “Evimi sana vereyim, lokanta yap” demedi ki. Evirip çeviriyorlar. Hadi o dese bile, kadının oturduğu evi restoran mı yapacağız?
KAÇ DJ’E NASİP OLUR Kİ?
Nasıl bir döneminde kapandı Şamdan? En güzel dönemi hangisiydi sizce?
- Fikret Şeneş, “Her yaşın bir güzelliği var” diyor ya... Her dönemin, her sezonun bir güzelliği var kendine göre. Yıllar evvel, Tiffany’de DJ’lik yapıyorum. Saat erken, kendi kendime klasik müzik dinliyorum. Abdi (İpekçi) Bey geldi. “Aman değiştirme müziği, çok güzel” dedi... Bir kişi, iki kişi derken 30-35 kişi oldu, her gelen memnun. Klasik müzikle kapadım o geceyi. Herkes mutlu, huşu içinde. Demek güzel de çalmışım ama kaç kişiye nasip olur ki gece kulübünü klasik müzikle kapatmak? Yani bırak sezonları, her gecenin kendine göre bir güzelliği, özelliği var bence.
Şamdan için ‘Özal zenginlerinin mabedi’ denir ya onun için soruyorum.
- Tabii ki herkese özen gösteriyoruz ama bizde hiçbir zaman zengin önceliği olmadı. Bizde müdavim önceliği vardır. Ben parayla masa, sandalye, stant satmam, satmadım. Onu yaparsan dükkânı korsanlara parsellemiş oluyorsun. Dükkânımı ele geçirtmem. Parasını vermiştir, konuşamazsın o zaman.
Kredi kartlarının olmadığı yıllar... Gece sonunda çuval çuval para çıkarmış. Öyle mi hakikaten?
- Niye çuvalla para çıksın, kasamız vardı, koyardık kasaya. Çok para kazandık, değeri küçük küçük, yığınla para... Saymakta zorlandığımız günler de oldu ama içeri giren sayısı en fazla 350. Çarp 200’le: 70 bin.
LORD GİBİ GEZEN ADAMLARDI
Fotoğraflara falan bakıyorum da... Eskiden daha mı bir şıkmış cemiyet hayatı? Daha mı zarifmiş eski zamanlar?
- Millet Meclisi’nin fotoğraflarına bak. Atatürk’ün meclisine, Adnan Menderes’in meclisine, hatta Demirel’in meclisine... Bir de şimdiye bak. Politika olarak değil, şıklık bakımından söylüyorum. Tabii ki daha şıktı ya da şöyle söyleyeyim, daha özenliydi insanlar. Bugünkü Faruk Süren gibi. Ercan Arıklı, Haldun Simavi, Ercüment Karacan... Lord gibi gezen adamlardı bunlar. Şimdi rahatlık var. Ben de öyleyim. Sakalı kesmediğim bile oluyor. Hatta çok şık olunca sırıtıyorsun.
Obama Türkiye’ye geldi, canı kurbağa bacağı yemek istemiş, bir tek sizin yapabildiğiniz ortaya çıkmış. Müthiş bir birikim. Meslekte nasıl piştiniz ki Harekat’a loğusa, ambargolara gebe bir Türkiye’de Şamdan gibi bir fark yaratabildiniz?
- İşe DJ yardımcı olarak başladım. Sait Halim Paşa Yalısı’nda, 1971’de. Tesisattan, bilet kesmeye her işe koşturdum.
Tarzınız neydi?
- Benim tarzım yoktur. Kendim bile moduma göre müzik dinlerim. Muazzez Abacı üstüne Pink Floyd, üstüne Sezen, üstüne The Beatles... Bunlar da birbirine alternatif değildir. Sadece hepsinin yeri, zamanı vardır.
Siz kendi yerinizde eğlenir miydiniz yoksa orayı işyeriniz olarak mı görürdünüz?
- Çalışmakla eğlence iç içe olmalı ki doğurganlık olsun. Kendi zevk almadığım hiçbir şeyi sunmam. Beğenmediğim köfteyi vermem, beğenmediğim müziği çalmam. Eğlendirmekten çok zevk alıyorum. Uykumu bile etkiliyor, güzel uyuyorum. İnan bana, bazı anlar oldu ki “Keşke şu anda herkes dans etse de kimseden hesap almasam” dedim kendi kendime. Çünkü o an çöküntüdür, yıkımdır bana.
HERKES PARASININ ÜSTÜNE KAPAKLANDI
Şamdan için sıkıntı ne zaman başladı? İlk ne zaman fark ettiniz... Yani işlerin eskisi gibi gitmediğini?
- Geçen seneden beri biz de bütün Türkiye’deki sıkıntıyı yaşıyoruz. Hafta arası bitti. Hafta sonu da ancak hafta arası kadar iş yapmaya başladık. Zaten kim iş yaptı ki? Kimse! Yüzde 90’ı ekonomik. Herkes paranın üzerine kapaklandı.
40 yıllık mekân. Siz ne 24 Ocak’lar, ne 5 Nisan’lar atlattınız. Acaba ekonomiden başka nedenler de olabilir mi?
- Çıkmıyor millet. Benzin pahalı, araba pahalı, taksi pahalı. Türkiye’nin halini seyahat acentelerinin ilanlarından anlayabilirsiniz. Atla yurtdışına tatile git. Yunan adalarına gittik, iki kişi yüksek sezonda 40 euro. Kahvaltı dahil. Evde otursan daha çok para harcarsın!
Maşallah, doktorlar da gelip gidip iyiye gittiğinizi söylüyor. Şimdi bundan sonra ne var kafanızda Şamdan’la alakalı?
- Normalde haziranda çıkmamız gerekiyordu, tongaya düştük. Kadın (Seda Sayan) bizi istemiyor. Yeni ufuklara açılacağız. Kendi adıma yüzde 100 umutluyum. Yaparım. Ama macera yaşımızı geçtik. İki ev bakıyorum; son kalan üç kuruş alacağımızı, kredibilitemi de ziyan edemem. Türkiye nereye, biz oraya. Önce bir Türkiye’yi koklayacağız. İyiye gidiyor muyuz dersen, ben çok iyi görmüyorum. Dükkânımı altı sene evvel Seda Sayan’dan kiraladığım zaman dolar 1380’di. 4 bini geçerse nasıl umutlu olurum? Bakacağız, göreceğiz.
BİR GÜN, BİR GECE, TAM O ANDA...
* Nejat Eczacıbaşı geliyordu. Çetin Emeç, Erol Simavi, Haldun Bey en iyi müşterimiz. Biz basınla ‘Şamdan’ olduk. Bu insanlar bize nasıl yenileceğini, nasıl içileceğini, adabı, edebi öğretti. Bir numaralı hocam Abdi İpekçi’dir.
* Ahmet (Çapa) Abi’yle Metin Fadıllıoğlu anlaşmazlığa düştüler, dağıldık. Bir sürü yerimiz vardı, Etiler Şamdan bende kaldı. Beraber olup dünyayı oynatacağımıza, rakip olup birbirimizden müşteri çalmaya başladık.
* Bir akşam “Seni Fahrettin Aslan arıyor” dediler. Yazlık Maksim’deki Papagayo’ya transfer etmek istedi. Önüme bir tomar para koydu. Parayı aldım, dokunmadan bankaya yatırdım, çalışmaya başladım. İşe çok karışırdı. Personele, fiyatlara falan... “Ben bu şekilde çalışamam” dedim. “Benle kimse böyle konuşamaz” dedi. Ama bu halim hoşuna da giderdi. “Oğullarım niye senin gibi değil” derdi. Ondan kazandığım o parayla Etiler Şamdan’a ortak oldum.
* Güler Sabancı geldi bir gün... “Keşke Sabancı Korusu’nda bir şey açsanız. Ben Sakıp Amcam’a bir sorayım bunu” dedi. İki gün sonra çağırdılar, gittik. Sakıp Bey, ‘trrrrrop’ diye 10 dakikada sistemi çözdü, hallettik, anlaşmayı yaptık. Böyle insanlarla konuşurken çok dikkatli olmak zorundasın. Hata yapamazsın. Sana hata yaptırmaya çalışırlar. Sevmezlerse yaptırırlar zaten. Sen de farkında olmadan yersin, yakalarlar. Çok şeyler öğrendik duayenlerimizden.
* Metin Akpınar’la yine sabahladık bir gece. Şamdan’ın karşısında da Erdal Mobilya var... Dükkânın önüne, çimenlerin üstüne ferforje masa-iskemle koymuşlar. Kahvaltı edeceğiz. Çay may hazırlattım hepsini, dedim ki “Abi hava da güzel, gel karşıya geçelim, açık havada kahvaltı edelim.” Sabah yedi-sekiz... Okul servisleri başladı. Trafik sıkıştı! Yanımda Metin Akpınar var ya... Kimseye anlam da veremiyor. Film çeviriyoruz zannetmişler...