Bir 'kefaret' sohbeti

Güncelleme Tarihi:

Bir kefaret sohbeti
Oluşturulma Tarihi: Mart 17, 2018 09:48

Orhan Pamuk: Kitaplarımda yoğun suçluluk duygusu var bence ama kefareti sen öğrettin bana! Jale Parla: Yazarın düşünmediği şeyi ona düşündürmek, her eleştirmenin ‘kibirli’ hayali olmalı.

Haberin Devamı

Edebiyat teorisyeni ve eleştirmeni, akademisyen Jale Parla, son inceleme kitabı ‘Orhan Pamuk’ta Yazıyla Kefaret’te, Nobel’li yazarımızı bambaşka bir yönden mercek altına aldı. Bu çarpıcı eser için, bir anlamda kitabın öznesi olan Pamuk, bir ilke imza atarak Parla’yla söyleşi yaptı. Dünyayı etkileyen bir yazarın, son derece yetkin bir eleştirmen aracılığıyla, kendi edebi kimliğiyle yüzleşmesine buyurun...

Jale Parla, merhaba... Hakkımda yazdığın kitabı okurken özellikle kefaret konusundaki ilk genel sayfalarda, şimdiye kadar hakkımda yazılmış en genel ve en şiirsel sayfaları okuduğumu hissettim. Konuşmaya buradan başlayalım...

Sen bu söyleşi fikrini ortaya atınca, önce bir şaşırdım. Sanatçının eleştirmeniyle yaptığı böyle söyleşiler var mı diye hatırlamaya çalıştım. Ama sonra böyle bir söyleşinin ilginç ve yaratıcı bir form olabileceğini düşündüm; yazar figürüyle eleştirmen figürü arasında yeni bir köprü kurma biçimi olabilir belki dedim.

Haberin Devamı

* Bu küçük kitabın tarihini anlatır mısın?

- Yapı Kredi Yayınları editörü İshak Reyna, senin romanların hakkında yazdığım, farklı yerlerde yayımlanmış incelemeleri bir kitapta toplamayı teklif ettiğinde, bu ‘kefaret’ yazısı üzerinde çalışmaktaydım. İshak’ın teklifinin üstüne atladım çünkü bu çalışmanın şemsiyesi altında diğer yazıları toplamak anlamlı olacaktı.

* Kefaret tabii suç, ceza, affedilme, Tanrı’yla ilişki konularında dini çağrışımları çok güçlü bir kelime. ‘Bizim romanımız’ dediğimiz edebi tarih, geçmiş edebiyat, roman ve suçluluk duyguları konusunda konuşturabilmek isterdim seni...

- Yazıyı zaaf noktasından yakaladın. Yeterince araştırma yapamadım diye susarak geçiştirdiğim bir konuydu bu. Kefaret, evet, dine değinen bir kavram; hem çoktanrılı dinlerde (Sofokles, ‘Oedipus’), hem kavimlerde (günah keçisi), hem tektanrılı dinlerde bulduğumuz bir kavram. Ama kitaplı dinlerde bunu en kuvvetle Hıristiyanlıkta buluruz; çünkü İsa, insanlığın günahının kefaretini ödemek üzere dünyaya gelmiştir. Ve edebiyattaki sayısız İsa figürasyonu çevresinde aslında ‘kefaret’ irdelenir. Dostoyevski’nin ‘Budala’sındaki gibi... Yahudilik ve Müslümanlık, suç ve ceza kavramıyla iş görür. Oysa ‘kefaret’ suç ve cezanın ötesine geçen bir kavram.

Haberin Devamı

* Nasıl ötesine geçtiğini biraz açıklar mısın?

- Seküler yasalarla tarif edilmiş suçun cezası bellidir. Ama bunun ötesinde bir suçluluk duygusundan söz etmeliyiz. Kendini tanımaya çalışırken aslında çok da masum olmadığını keşfetmenin getirdiği ve nüfuz edemesen de var olduğunu bildiğin bilinçdışındaki suçluluktan. Hıristiyan geleneğindeki günah çıkarma ritüeli, insanlara kendini tanıma, kim bilir, belki bilinçdışıyla yüzleşme yolunu açmıştı. Yahudiliğe de Freud’un katkısı oldu mutlaka. Müslümanlığa gelince, bu ikisi de yok. Suç ve cezayı yeterli görüyor; bilinçdışının gizemleriyle ilgilenen bir din değil.

Bir kefaret sohbeti

Haberin Devamı

Kefaret ödeyemeyen bir eksik sanatçı ve yazarak onların kefaretini ödeyen bir yazar

O zaman seküler anlamda bir kefaretten söz edemiyor muyuz?

- Modernizm, hatta biraz daha geriye gidip romantik akımla birlikte söz edebiliyoruz. Coleridge’in ‘İhtiyar Denizci’si klasik örnek. Modernizmde ise Flaubert’in ‘Madame Bovary’sinden ve tabii Joyce’un ‘Portre’sinden, Mann’ın ‘Dr. Faustus’undan söz edebiliriz. Hepsinde kefaret ödeyemeyen bir eksik sanatçı ve onun yerine yazarak onların kefaretini ödeyen bir yazar vardır.

* Kitabını okurken ilk defa belki de bütün eserimin sürekliliğini, bir hikâye, bir sorun olarak ben de gördüm. O sayfaları birkaç kere okudum, mutlulukla ve düşünerek. Zanaatkâr yanımdan filozof yanıma tatlı bir çizgi çizildiğini, ikisinin güzel birleştiğini düşündüm. Yazmaya verdiğim önem, sayende sanki bir ahlak ve bir anlam olarak gözüktü gözüme...

Haberin Devamı

- Bu güzel işte. Yazardan bağımsız okuma yöntemlerini ve ‘yazar öldü’ kuramlarını ciddiye almakla birlikte, beni heyecanlandıran, yorumumla metni yazan insanın amacına ne kadar yaklaşabileceğim olmuştur.

* Kitaplarım, hakkımda yazdığın gibi... Evet, benim bir yanım, ister tarihi roman yazayım, ister günümüzde geçen ayrıntılı destansı roman; küçük hurda ayrıntılarla meşgul... Boza içmeden nakkaşların kalemlerine, dört yüzyıl önce İstanbul’da yenen şeylerden kuyu kazma tekniklerine pek çok gerçek, maddi şeyi doğru ve gerçekçi olarak yazmaya çalışıyorum. Bu beni gerçekliğe, var olana bir şekilde bağlıyor. Ama iyi roman yazmak için, bir de ‘en genel mana’ya ulaşmak için gerekli şiirsel ‘aşkınlık anları’ olmalı. ‘Aşkınlık anları’nda yazdıklarımın gerçek anlamını ben bile yazarken bilemeyebilirim ama yazdığımın romanda yeri olduğunu hissederim. Senin ya da senin ideal eleştirmenin ‘aşkınlık anı’ nedir? Yani eleştiri yazısını yazarken, tam o sırada keşfettiğin derin, en derin şeyleri lütfen söyleyebilir, bu konuda konuşabilir misin?

Haberin Devamı

- Bunu hiç düşünmemiştim ama galiba böyle anlarım var. Bir tanesi, bir romana kendimi kaptırıp okurken ve o romanın dünyasında kaybolmuşken, birdenbire kalbimin hızla çarpmaya başlaması ve o dünyanın tanıdık hale gelmesi. O zaman kitabı kucağıma koyar ve o ana kadar okuduklarımın sinmesinin keyfine varırım. Karakterler ve olaylar, sanki birinci sayfadan başlamışım gibi yeniden ve farklılaşmış ya da kesinleşmiş olarak gözümün önünden geçer. Okuduğum benzer başka romanları ve hayatımı, o romana göre tekrar düşünürüm.

Melek değilim ama yazarı kahretme zevk ve heyecanını gerçekten hiç yaşamadım

* Türkiye’de ve yurtdışında pek çok eleştirmen tanıdım, onlarla arkadaşlık ettim, özel sohbetlerine tanık oldum. Eleştirmenlerin çeşit çeşit kişisel heyecanı olur. Bazısı dergi, gazete okurlarına sorumluluk duygusuyla yazar. Bazısı yazarı kahretme heyecan ve zevkini arzular. Bazıları değerli bir şeyi ortaya çıkarma heyecanıyla konuşur. Bazıları da herkesin sevdiği bir eser hakkında bizi düşündürmek, derine gitmek ister. Senin benzer, gizli ya da açık böyle duyguların neler?

- Sorumluluk, kesin. Hem yazara hem de okurlara karşı. Yani melek değilim ama yazarı kahretme zevk ve heyecanını gerçekten hiç yaşamadım. Güzel şeyler yapan bir insanı neden kahretmek isteyeyim ki? Değerli bir şeyi ortaya çıkarma heyecanı, örneğin kimsenin fark etmemiş olduğu bir şeyi yakalamanın heyecanı, evet, yeteneğim ölçüsünde derine inmek hırsı; bunlar tanıdığım duygular.

* Daha çok, eleştirdiğin kitabın yazarını mı düşünerek yazıyorsun yoksa okurunu mu? İnsan ikisini de hiç düşünmeden, kendini ifade için de yazabilir. Tabii yazarın bile düşünmediği şeyi ona düşündürmek en önemlisi... Kitaplarımda yoğun suçluluk duygusu var bence ama kefareti sen öğrettin bana...

- Hiç deneme yazamam. Keşke yazabilseydim; o zaman hem kendimi ifade etmek için hem de okuru düşünerek yazardım. Ama yazmaya oturunca kendimi silmeye çalışırım. Bunun tek istisnası son çıkan ‘Don Kişot’ incelemem (‘Don Kişot’tan Bugüne Roman’, İletişim Yayınları). Ama o kitapla farklı bir maceram var. ‘Yazarın düşünmediği şeyi ona düşündürmek’ ise, yaşayan bir yazar hakkında yazıyorsa, her eleştirmenin ‘kibirli’ hayali olmalı.

Bir kefaret sohbeti

‘Kefaret’ suç ve cezanın ötesine geçen bir kavram. Müslümanlık suç ve cezayı yeterli görüyor; bilinçdışının gizemleriyle ilgilenen bir din değil. 

Biz de bir mevsimde, hakkında yazılmış yedi kitap çıkan Orhan Pamuk’a sorduk...

Orhan Pamuk ve edebiyatı hakkında son dönemde Jale Parla’nın incelemesi dışında, yurtdışında da altı kitap yayımlandı. Üçü İngilizce, ikisi Fransızca, biri de İtalyanca olan bu eserler şöyle sıralanıyor: ‘Approaches to Teaching the Works of Orhan Pamuk’ (Orhan Pamuk’un Eserlerini Derslerde Öğretmenin Yolları). ‘Orhan Pamuk: Critical Essays on a Novelist Between Worlds’ (Orhan Pamuk: Dünyalar Arasındaki Romancı Üstüne Eleştirel Denemeler). ‘Orhan Pamuk and the Good of World Literature’ (Orhan Pamuk ve Dünya Edebiyatının İyiliği). ‘Orhan Pamuk et la Littérature Mondiale’ (Orhan Pamuk ve Dünya Edebiyatı). ‘L’Herne-Cahier Pamuk’ (L’Herne-Pamuk Kitabı). ‘Un Sogno fatto a Milano’ (Milano’da Bir Rüya). Bu kitaplarla ilgili hislerini yazara sorduk...

Bir kefaret sohbeti
* Bir mevsimde hakkınızda yedi kitap çıktı. Hepsini okuyor musunuz?
- Başka yazarlara göre hakkımda yazılanları daha çok okuyor, seviniyor ya da üzülüyorum. Anlayış, anlaşılmak hayatın en büyük zevki... Tabii yanlış anlaşılma da oluyor. Bu yedi kitabın yazarlarının çoğunu tanıyorum ve onlar bu kitapları makale olarak dergilerde yayımlarlarken zaten okuyordum.

* Kitapların çoğu yabancı dillerde. Sizi en etkileyeni hangisi?
- Altı-yedi yıl önce New York’taki yayınevinin satış yöneticisi, Amerika’da 50’nin üstünde üniversite ve kolejde kitaplarımın okutulduğunu söylemişti. ‘Benim Adım Kırmızı’, ‘Kar’, ‘İstanbul’, ‘Masumiyet Müzesi’... Edebiyat, roman sanatı, postmodernizm, İslam, sanat tarihi, laiklik, Batı dışı kültürler ve biraz da müzeler ve müzecilik konularında... ‘Approaches to Teaching the Works of Orhan Pamuk’ kitabında bu dersleri veren hocalardan 15’i ders deneyimleri konusunda birer madde yazdılar. 10 yıldır Columbia Üniversitesi’nde bazen derslerde kendi kitaplarımı okuttuğum için, ben de kendi kitaplarımı öğrencilere okutma hatıralarımı anlattım. Bir yazarın kendi romanlarının en iyi hocası olamayacağını da biliyorum.

* Bu kitaplarda sizin Türkiye’de yayımlanmamış bazı yazı ve resimleriniz de var...
- Çok büyük arşivim, fotoğraflarım, defterlerim, yıllardır tuttuğum notlarım var. Resimli, albüm tarzı kitaplar için uygun. Amerikan yayıncı orada verdiğim dersler konusunda yazı, Fransız yayıncı Fransız yazarlarla fotoğraflarımı, İtalyan yayıncı da küçük İtalyan müzeleri konusundaki notlarımı istiyor. Ben de zevkle veriyorum...

 

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!