Güncelleme Tarihi:
Mert Fırat aralıksız çalışıyor. Ya sette ya tiyatro provasında... Yine provaya gideceği bir günün sabahında yakalıyorum onu. Üretmekten sıkılmayanlardan. Bütün temposuna rağmen yüzü gülüyor. Bunda eşinin ona desteğinin de payı büyük. Çok steril, sanatla iç içe bir duruşu var. Zaten konu oralara gelince derdini en iyi şekilde anlatmak için uğraşıyor. Dünyayı, insanların ihtiyaçlarını kendine dert ediniyor, sosyal sorumluluk projelerinde çalışıyor. “Hayatında hiç çılgınlık yok mu” dediğimde “Yaptığımız her şey, senin de yaptığın, benim de yaptığım zaten çılgınlık bakarsan” diyor ve başlıyoruz muhabbete.
- 22 yıldır oyunculuk yapıyorsun. Geçen yılların ve hayat deneyimlerinin sana yaşattığı değişimleri üç maddede saysan... Neler değişti?
Birincisi, beni daha düşünen biri yaptı. Yavaşlatmayan ama daha çok düşünen. İkincisi, ilginç bir şekilde şu anda daha çok spor yapıyorum. Üçüncüsü, aileme daha çok vakit ayırıyorum. Mesela bir aile günüm var; kahvaltılarıyla, sonrasıyla, o özel anları ve zamanları daha dikkatli planladığım bir evredeyim.
- Bu yıllar içinde kendinde en eleştirdiğin yanın ne oldu?
Sabırsızlık diyebilirim.
- Televizyon ve tiyatro oyunculuğu gibi uzun emek ve sabır gerektiren işler yapıyorsun oysa...
Evet ama bir o kadar sabırsızım.
- Arkadaşlarının sende değiştirmek istediği özellik nedir?
Çok iş yapıyorum, göremiyoruz birbirimizi. Bana kumandayla durdurmak gibi bir özellik yüklemek istiyorlar.
- Gerçekten öyle, röportaja gelmeden önce Instagram profiline yeniden baktım; DasDas, Moda Sahnesi, Sanat Mahal, İhtiyaç Haritası, MoBilet gibi senin de ortağı olduğun birçok iş ismi yazıyor. Tabii asıl amacın yardım etmek ve sanat üretmek. Ama bu kadar durmadan çalışmanın ve iş yapmanın içinde hiç maddiyat yok mu?
Aslında bu işlerin tamamında hiç para yok. Mesela Moda Sahnesi ya da DasDas’ta yıllardır hiç ortaklar arasında kâr dağılımı yapmadık. Dolayısıyla biz daha çok yatırım yaptığımız işlerimizi büyüttüğümüz bir yerdeyiz. Geçim kaynaklarım başka yerlerden; oyunculuk yapıyorum, başka start up projelerim var.
- Senin için motivasyonu nedir o zaman bu işlerin?
Kolektifliğe çok inanıyorum. 450 kişilik bir ekosistemimiz var. Beni motive eden de bu. Kolektif olarak bir arada durmak, çalışmak ve yarattığımız etki. Bir de yaptığımız işler dünyada ve yaşadığımız çevrede etki yaratan işler. Dönüştüren, geliştiren, ileri doğru adım attıran... Oyunculuk da beni, sesimin başka insanların yaptığı işlerin sesi olabileceğini ve etkisinin çok kuvvetli olduğunu, hem Türkiye hem globalde etki yarattığını görünce çok heveslendirmişti. Yapmak istediklerime doğru beni yürüttü, emek harcadım, buna doğru çalıştım.
- Oyunculuğun etkisinin büyüklüğünden bahsettin. Sanatın bir şeyleri değiştirmek konusunda nasıl bir etkisi var sence?
Sanat bir şeyleri değiştirir, çok kuvvetli bir alan. Kendi başına sadece bir kültür yaratması, bir alan açması, bir fikir değiştirmesinin ötesinde, kendi varlığı zaten bir etki yaratıyor, değiştiriyor, dönüştürüyor. Sanat deyince ne geliyor aklımıza empati, bir bakış açısı, bakış açısını değiştirebildiğimiz bir dünya.
Göz önünde olan insanların hayatlarını daha temkinli yaşadıkları bir dünya düzeni var.
SUÇ SANATÇIYI BAĞLAR
- Son günlerin tartışmalarından biri, sanatçı örnek olmalı mı? Sen ne kadar örnek olmaya çalışıyorsun?
Tabii sanatçı insan ve özgürce yaşama hakkına sahip. Ama göz önünde olan insanların hayatlarını daha temkinli yaşadıkları bir dünya düzeni var. Çünkü ne kadar dikkat çekiyorsan mecralaşıyorsun, o mecralaşmanın üzerine birileri bir yazı yazmak istiyor. Benim kişisel olarak öyle örnek olmak gibi bir derdim yok açıkçası. Ben yaptığım işle örnek olayım, yoksa benim özel hayatımdaki tercihlerim, yaşadığım hayat kimseyi bağlamaz. Sanatçının da özel yaşantısı var. Ama şu da var; bir suç işliyorsa o sanatçıyı da sanatını da bağlar, onlar iki ayrı persona değiller.
- Yani sanatçının özel yaşamı ve sanatı arasındaki bağ seni etkiler mi? Bir sanatçının katil, tecavüzcü ya da tacizci olması mesela...
Tabii etkiler, eğer bir katilin ürettiği filmi izliyorsam bununla ilgili bir problemim olur. Eğer bu kişi yargılanmamışsa, suçun bedelini ödememiş, serbest dolaşıyorsa ve hiçbir şey olmuyorsa bu zaten akla mantığa sığmıyor. Ama cezasını çektikten sonra dünyaca ünlü eser üreten çokça örnekler de var, geçmişte hatalar yapmış, hepimizin böyle takip ettiği yazarlar... Dediğim gibi hiçbir ceza almamışsa, onunla hesaplaşmak çok zor, imkânsız... Onun yaptığına eserden bağımsız bakmak da çok zor.
Z KUŞAĞI’NIN DİLİNİN KEMİĞİ YOK
- Kanal D’de yayımlanan yeni dizin ‘Bir Derdim Var’. Senin dertlerin neler?
Benim bir değil, bin derdim var diyeyim geçeyim. mor ve ötesi’nin diziye adını veren şarkısı benim de çok sevdiğim şarkılardan. Bizim diziye de çok oturuyor. Dertleri farklı perspektiflerden ele alan, tek bir haklının, tek bir suçlunun veya suçsuzun olmadığı, zengin bir senaryo. Bu kadar çok içerik varken, gerçekten derdi olan, böyle örnek teşkil edecek içerikler bulmak çok zor. ‘Bir Derdim Var’ bu açıdan çok başka yere konumlanıyor.
- Ama senin dertlerin neler?
Daha iyi bir dünya, herkesin gerçekten eşit gıdaya, kaynağa erişebildiği bir ülke. Aslında ülkemiz kalkınmaya çok açık, günbegün büyüyor bu anlamda. Ama hâlâ eğitime, sağlıklı gıdaya, suya, barınmaya depremden sonra ya da öncesinde de erişemeyen var, benim derdim gerçekten buralar. Seçtiğimiz oyunlardan dizilere kadar da aslında her şeyin içinde toplumsal bir bağ, toplumsal bir dert bulamadığımda onu oynamak beni çok zorluyor. Altında gerçekten kalbe dokunan, benim arkasında durabileceğim, onu üstüme giyebileceğim bir hikâye olması gerekiyor.
- Projede Z Kuşağı’nın dertlerini görüyoruz. Senin Z Kuşağı’yla aran nasıl?
Aram iyi, onlar beni yakalıyorlar sağ olsunlar. Sosyal medyadan “Şunu şöyle yap, bunu neden paylaşmıyorsun” diye uyarıyorlar.
- Nasıl yorumluyorsun yeni nesli?
Z Kuşağı’nın dilinin kemiği yok, çok da iyi niyetle hemen istediklerini söylüyorlar. Açık ve paylaşımcı olmalarını çok seviyorum. Eskiden bizim kuşağın birbirinden bilgi, kitap ismi saklamak gibi şeyleri vardı. Şimdi içerikler üreten, yazan ve paylaştıran çocuklar var.
- O dönemden çok çalıştığın genç oyuncu var. Onlardan öğrendiğin en güzel şey ne oldu?
İyi niyetle, tertemiz ve dümdüz, ne düşünüyorsan tık diye söylemek. İki günde çözülecek şey böylece beş dakikada çözülebiliyor.
- ‘Bir Derdim Var’daki karakterin için “Daha önce canlandırdığım karakterlerden çok farklı” demişsin. Nedir farkı?
Ömer Atakan bir savcı, ben hiç savcı oynamadım ve tabii kamu personeli olarak baktığında ben de Ankara çocuğuyum. Kamudaki etkili, derdi olan bürokratları çok görüyorum. Onlardan yaştaşlarım, dönem arkadaşlarım var. Ömer’i de biraz öyle algıladım. Ömer bir taraftan arkada bir geçmişi ve çok yaraları olan bir karakter ama bütün hepsinden öte de bir savcı. Dolayısıyla bir kabuğu ve durması gereken bir yeri var. Ama çok mesafeli değil, kalbine erişebileceğin biri. Yolu Nilüfer ile kesişiyor. Ve iki haklının savaşı, çatışması başlıyor. İlk defa böyle bir rol oynuyorum ve ne oynuyorsam oynayayım insan olduğumu unutmamaya çalışıyorum; ne kadar sert, ne kadar keskin olursa olsun...
İYİ İNSAN OLMAK, HEM ÇEVRESİNE HEM TOPLUMA DUYARLI OLMAKTIR
- DasDas’ta yeni tiyatro oyunun geliyor: ‘Titus Kompleks’...
Titus, Shakespeare’in en kanlı oyunlarından. O yüzden de Avrupa’da nadir sahnelenir ama çok da iyi teksti vardır. Kazanmak için her şeyi feda edersen, neyi feda ettiğini anlamayıp kaybedebilirsin diyor aslında. Kazanmak için her yol mubahtır noktasında eğer kendi içindeki kilit taşlarını da kaybedersen zaten aslında kaybetmiş, ele geçmiş olursun. Onu biz biraz daha modernleştiriyoruz, bir inşaat şirketiyle bir et şirketinin birleşmesinin hikâyesini ve onun çatışmasını seyredeceğiz. 1 Aralık’ta prömiyerimizi yapacağız.
- Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) iyilik elçisi seçilmiştin, 8 yıl oldu. İyi insan olmak nedir sence?
Çevresine ve topluma duyarlı olmaktır. İnsana yakışan; bir dünyayı sadece kendini ve çevresini düşünmeden toplum nezdinde düşünüp buna göre hareket etmesidir. Toplum için bir şeye karar veren ve onu değiştirmeye doğru bir adım atan, dünyayı sadece kendinden menkul görmeyen kişiye, aslında biz iyi insan diyoruz.
- Sen ne kadar iyi olmayı becerdin?
Benimki iyi niyet elçiliği aslında, iyi niyet elçisinin görevi güçlü iletişim ağlarını kurabilmek ve sonrasında bir araya getirmek. Ben de elimden geleni yaptım ama önümde, arkamda gerçekten çok büyük ekipler var. İhtiyaç Haritası, IDEMA gibi... Türkiye’de çok ciddi fark yarattık. Şimdi deprem bölgesinde dört bölgesel kalkınma ofisi kurduk Ticaret Bakanlığı’nın da katkısıyla. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ve Dünya Bankası’yla İhtiyaç Haritası nezdinde fark yaratacak projeler yapıyoruz. İki yıl deprem bölgesinde olacağız.
Kolektifliğe çok inanıyorum. Beni motive eden de bu. Bir arada olmak, çalışmak ve yarattığımız etki.
AŞKIN CESARETE İHTİYACI VAR
- Kızın 3 yaşında, babalık hayatını değiştirdi mi?
Her gün bana çok şey öğretiyor, bir şeylere yeniden bakmayı, bu koşturmanın içinde durabilme yeteneğini hatırlatıyor.
- Seni görünce ne yapıyor ekranda?
“Baba neden sen oradasın, ben neden yokum” diyor. En çok da billboard’larda beni görünce tepki veriyor, “Baba biz neredeyiz? Neden tek başına fotoğraf çektirdin” diyor. Evde masanın üzerindeki fotoğrafta hep beraberiz ya, orada neden ayrı gayrı oluyoruz, anlamaya çalışıyor.
- İdil Fırat’la beş yıldır evlisiniz. Aşkın ömrü üç yıl derler. Bir de üzerine çocuk gelince dertlerin değiştiğini söylerler. Zaman ve çocuk aşkınızı nasıl dönüştürdü?
Aşk başka bir şeye dönüşüyor mu bilmiyorum, gelişiyor, ben hiç azaldı gibi hissetmiyorum.
Altı senedir tanışıyoruz, yıllar nasıl geçti bilmiyorum. İdil bana çok destek oluyor, bu kadar iş yoğunluğunun içinde, beni anlıyor, destekliyor, fikirlerini söylüyor, akıl yürütüyor, bütün provalara neredeyse geliyor... Yani Hakan bizde bir azalma yok.
- Romantik bir havan var...
Çok da değilim aslında. Bazen de düşünebileceğinden çok romantizmim olabiliyor.
- En romantik hareketin neydi?
İdil çiçekleri çok seviyor, ona evde bir jest yapmıştım. Detayını çok anlatmayayım, akşamına da birlikte bir yemek yedik, o yemeği de ben hazırlamıştım. İki günü kapsayan bir organizasyondu.
- Bunca zaman bir sürü karakter, oyun... Aşk adına ne öğrendin bunlardan?
Aşkın cesarete çok ihtiyacı olduğunu öğrendim.
- Nedir cesaretten kastın?
Samimi bir şekilde duygularını ifade etmek, neden rahatsız oluyorsan söylemek. Bir derdin varsa söylemiyorsan, geriye doğru atıyorsan, o ancak zayıflatan bir unsur oluyor. Eğer gerçekten bir aşkı hissediyorsan ve dibine kadar da yaşamak istiyorsan cesur olman gerek. Kalbini, gönlünü açmakla ilgili; cesur, korkusuz, kaybetmeyecekmişsin gibi yoğun olmalısın...
- Kendi hakkında şaşırtıcı ne söylersin?
Arızaya bağladığımda gerçekten çekilmez biri oluyorum.
- Hiç sinirlenmeyen biri gibi duruyorsun oysa...
Kolay öfkelenmem ama öfkelendiğimde arızaya bağlarım. Çok kesin, net kararlar vermeye başlıyorum.