Benzemez kimse sana...

Güncelleme Tarihi:

Benzemez kimse sana...
Oluşturulma Tarihi: Nisan 14, 2019 08:30

Adı marşlara yazılan, futbolun Sinyor’u Can Bartu cuma günü 83 yaşında hayata gözlerini yumdu. O belki de kibrin ve asaletin tek yakıştığı insandı. Futbolu seven sevmeyen herkesin karşısında önünü iliklediği, efsanevi hikâyelerini dinlediği büyük çınar artık yok. (Bağış Erten yazdı)

Haberin Devamı

Can Bartu’yu tanımadım ben. Onunla ilgili hiç hikâyem olmadı. Uzaktan görmüşlüğüm var ama yanına gitmedim. Bir keresinde basın tribününde yanına paltosunu koymuştu. Herkes çarpıyor diye asabı bozulmuştu. Ben dört yanına oturdum. Selam vermeye cesaretim yoktu.
Üstelik hiç izlemedim de. YouTube’da, internette aramadım dahi. Çünkü gerek yok. İslam Çupi’nin bile daha gencecikken “Tek ayağı ile koskoca bir futbol sahasını teslim almış bir delikanlı” diye anlattığı biri o. Cemal Süreya ondan başka birini eski videolarından izleyip değerlendirmeye cüretim yetmezdi ki!
Onun yerine, hep başkalarının gözünde gördüm onu. Olması gerektiği yerde. Asla aynı hizadan bakamadım. Minnacık bir çocuğun Dev Golyat’a baktığı açıya sığındım. Çünkü şunu çok iyi biliyorum, o bu topraklarda yaşamış en karizmatik futbol insanıydı. Bunu görmek, anlamak için onu tanımak/izlemek gerekmiyordu, ismini duymak bile yeterdi.

Benzemez kimse sana...

O bir altın arayıcısı
Yedi ölümcül günah içinde bir hiyerarşi olsa kibri en başa yazmak gerektiğine inanırım. Kibirli insanlardan da hiç hazzetmem. Cruyff’la tanıştığımda onda kibir olmadığını görünce atomu keşfetmiş gibi önüme gelene aynı şeyi söylüyordum: “Onda kibir yoksa hiç kimsede olamaz.” Bu durumun tek istisnasıdır Can Bartu. Kibrin yakıştığını gördüğüm tek insan. (Socrates’te İlhan Özgen’e verdiği röportajda Cruyff’a bile burun kıvırmış zaten üstat.) Eskiler ‘asalet’ diyor. İtalyanlar ‘Sinyor’ lakabını sırf bu yüzden veriyor. İtalya’ya dahi fiyaka basıyor adam. Ama yakışıyor işte. Bugünün egolara boğulmuş dünyasında bile kimselere yakışmayan o kibir, dünün tevazu evreninde bile ona yakışıyor.
Baksanıza Cemal Süreya ‘99 Yüz’ kitabında ‘Metin Oktay’ başlığında nasıl değiniyor ona: “Metin Oktay jimnastikçi. Lefter sanatçı. Metin’de destan, Lefter’de roman. Can’da? Can ki altın arayıcısıdır da. Onda Amerika duygusu, çılgın raket, kibir, en yüksek beğeniye ulaşmış, entelektüel dans... İstediği zaman oynar; oynamıyorsa tenezzül etmediği için oynamıyordur.” Yaptığı her şeyi lütufmuş gibi yapan bir adamdan bahsediyoruz. Size hep üstten bakarmış. Biz avam, o havas bile değil, havasın da üstü. Kılık kıyafeti, duruşu, tarzı ile biz fanilerle aynı oksijeni soluduğu bile tartışılır.
Bu aralar çok yıpranan ‘karizma’ kelimesinin sözlük tanımı olan Can Bartu övgüsüne bir es verelim ve şöyle düşünelim. Yazının bu noktasına gelen ve Can Bartu’yu hiç bilmeyen biri gıcık olmaz mı ona? “Nedir kardeşim bu hava? Ne yapmış da böyle olmuş?” demez mi? Sosyal medya çağındayız. Hiç kimsenin itibarı vasatı aşamıyor. Herkes defolu, herkesin söküğü var. Bu adamı eşsiz kılan, idolleştiren nedir?
Benzemez kimse sana...

Metin Oktay’la o
unutulmaz kare...
326 maçta 162 gol
Kariyerinden birkaç satır başı yeter sanırım. Spora Fenerbahçe’de basketbol oynayarak başlamış. Basketbolda altı kez milli olmuş. Futbolcu olmak istememiş aslında. Arada futbola çağırıyorlarmış. O da gidip bir araba gol atıp basketbola dönüyormuş. Sonra dayanamamış işte. Spor tarihimize futbol ve basketbolda milli formayı giymiş tek sporcu olarak geçmesi boşa değil. 1961’de İtalya’ya gitmiş sonra. Aynı yıl Fiorentina’yla Kupa Galipleri’nde fırtınalar estirmiş. Venezia ve Lazio’da da forma giymiş bir de. Altı sene İtalyanların oyun kurucusu olarak oynamış. Tekrar ediyorum İtalyanların oyun kurucusu! Sonra tekrar Fenerbahçe formasına dönmüş. Sarı Lacivertli formayla 326 maçta 162 gol atarak kapatmış defteri.
1969’da futbolu bırakmış. Sonra spor yazarlığı yapmış uzunca yıllar. Kimseyi beğenmemiş. Cruyff’u bile. Türkiye’nin futbol elçisi olarak davet edildiği UEFA Kupası törenine onu doğru düzgün onurlandırmadıkları için ayak sürümüş. Adı Fenerbahçe marşında geçen dört oyuncudan biri o. Jübilesinde Metin Oktay’la forma değiştirdikleri o fotoğrafa iyi bakmak gerek. Çünkü kendini aşan büyülü bir an olarak o fotoğraf bir zirve noktası.
Cuma günü hayata gözlerini yuman insana efsane demeyeceksek efsanenin tanımını değiştirmeliyiz. Ne diyordu başlıktaki şarkı: “Benzemez kimse sana, tavrına hayran olayım. Lütfuna ermek için, söyle perişan olayım.”
Ve Sayın Ali Koç, sanırım yapılacaklar listenizde onun heykelini Lefter’in yanı başına dikmek olacak, değil mi?

Haberin Devamı

CAN BARTU EFSANELERİ
Can Bartu’ya dair herkesin bir hikâyesi var neredeyse. Efsane olmuş, dilden dile anlatılan abartılı da olsa yaşanmışlıklar bunlar.
Bir gazeteci ortamında otururlarken biri gelir Can Bartu’nun yanına:
-Abi beni hatırladın mı?
-Hatırlamadım.
-Ben X abi, iki sene beraber oynadık. Sağbektim.
-Ha, evet hatırladım.
Masadaki gazetecilerden biri takılır:
-Abi hatırlamadın aslında değil mi?
-Hatırlamadım.
-İki sene beraber oynamışsınız, nasıl hatırlamazsın?
-Ya adam sağbek oynamış arkalarda bir yerlerde. Maç boyunca iki kez hücum sahasına geçmiştir, o da taç kullanmak için. Nereden hatırlayayım?
 *Rivayet odur ki, Mithatpaşa Stadı’nda Beşiktaş ile oynadıkları ve 4-2 kazandıkları maçta iki gol attıktan sonra, Spor ve Sergi Sarayı’nda Galatasaray ile yaptıkları basketbol maçında 32 sayı kaydeder. Hatta basketbol genç takımındayken Fenerbahçe futbol takımı eksik kalınca onu çağırır, o maçta dört gol atar, birini sayarlar, maçı da 1-0 kazanırlar.

Benzemez kimse sana...

Basketbol oynadığı yıllardan (sağ üstte)
 *Milli Takım kampında uyurken uyandırırlar. “Aşağıda seninle tanışmak isteyen gençler var.” Oflaya puflaya iner. Çocukların elinde masa tenisi raketi görür. “Hadi oynayalım” der. Oynadığı genci yener. Herkes şaşırır. “Bununla da oyna” derler. Onunla da oynar. Onu da yener. Yanına biri gelir.
-Can Bey oldu mu şimdi bu?
-Ne oldu ki?
-Yendiğiniz çocuklar milli oyuncular. Çocukların moralini bozdunuz.
* İtalya’da bir antrenmanda kanat oyuncusu ortalar. Can Bartu gelişine bir vurur, ama öyle kötü vurur ki top aynı oyuncuya geri döner. Bartu bozuntuya vermeden bağırır: “Şunu tekrar doğru düzgün ortala.”
 *Can Dündar uğrar yanına. “Benim adım sayenizde Can oldu” der. Omuzunun üzerinden bakıp “Evet, çok insan var öyle” diye kesip atıyor Sinyor. Haksız mı? Bu ülkede pek çok insan hem onun için hem de Lefter koyamadığı için çocuklarına Can ismini koydu. İnanmayan Can Kozanoğlu’na sorsun.
İslam Çupi yazıyor...
Benzemez kimse sana...


Can Bartu’yu en iyi anlatan aslında İslam Çupi. İletişim Yayınları’ndan çıkan ve Kıvanç Koçak ve Barış Karacasu’nun yazılarının derlediği üç kitapta Bartu’ya dair öyle güzel şeyler var ki, hepsini merak eden kitapları alsın. Biz buraya ancak kısa bir kolaj koyabiliyoruz.

*Can Bartu kim ne derse desin, Türk sahalarının gelmiş geçmiş en büyük asilidir. Can 14 yıl zarfında hiçbir gün futbolun hamalı olmaya yanaşmamıştı. Can’ın ayağındaki top hiçbir maçta sadistçe dövülmemiş, Bartu hiçbir hareketinde etinin kuvvetinden medet ummamıştı.
Futbol Can’a değil de, Can futbola çok şey öğretti. Eğer Can, futbolun vazifeler alfabesinin ezberi dışına çıkmasa idi, meşin yuvarlak Türkiye’de sadece koşanların sporu olacaktı.
Bugün Cuma... Parmakla ötesini.. Cumartesi iki, Pazar üç ve o günün gecesi... Aaaaa! “Kalemimdeki Kont” gidiyormuş.
Şakacıktan değil, sahicesine bırakıyor bizi!
Sanatçılar böyledir. Vereceklerini bitirdikleri gün, kendi hayatlarını yırtarlar. Kaybolmazlar, yok olmazlar da daha büyürler. Dolmayan yerleri, her gün genişleyerek kendi efsaneleri olur.
Futbol Türkiye’de bir gün, topun insanlara kumanda ettiği terör sisteminden, insanların topa hükmettiği bir sanat haline dönüşürse, o zaman hep birlikte bağırırız:
“Bu ustalığı Türkiye’de ilk defa sahalarda Can tarif etmiş, Can şuurlandırmış, Can gezdirmişti.”
Tercüman, 4 Eylül 1970
*“1936 Kadıköy doğumlu Can Bartu Moda sosyetesinin seviyeli cıvıltılarında büyüttüğü vücudunu gençliğe şişirdiğinde yüzme, yelken, basketbol, tenis gibi aristokrat sporlarla adale ve beynini belli bir seviyenin üstüne çıkarmış ve sonra da Türk futbolunun şeref locasına bir büyükelçi zarafeti ile oturmuştur. Bir yılda İtalyancayı anadili gibi konuşan, Çizme’ye giderken bana: “Fiorentina takımına giremezsem. Roma sosyetesine girerim...” gibi seviyeli espriler atan Can Bartu, şayet meşhur bacak araları, akıl almaz çalımları, tartışılmaz ustalığı ile Türk futbolunda bir klasik olmuşsa bunu düşünce genişliğine ve rahatlığına borçludur.”
Tercüman, 1 Temmuz 1981

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!