Güncelleme Tarihi:
Can Bartu’yu tanımadım ben. Onunla ilgili hiç hikâyem olmadı. Uzaktan görmüşlüğüm var ama yanına gitmedim. Bir keresinde basın tribününde yanına paltosunu koymuştu. Herkes çarpıyor diye asabı bozulmuştu. Ben dört yanına oturdum. Selam vermeye cesaretim yoktu.
Üstelik hiç izlemedim de. YouTube’da, internette aramadım dahi. Çünkü gerek yok. İslam Çupi’nin bile daha gencecikken “Tek ayağı ile koskoca bir futbol sahasını teslim almış bir delikanlı” diye anlattığı biri o. Cemal Süreya ondan başka birini eski videolarından izleyip değerlendirmeye cüretim yetmezdi ki!
Onun yerine, hep başkalarının gözünde gördüm onu. Olması gerektiği yerde. Asla aynı hizadan bakamadım. Minnacık bir çocuğun Dev Golyat’a baktığı açıya sığındım. Çünkü şunu çok iyi biliyorum, o bu topraklarda yaşamış en karizmatik futbol insanıydı. Bunu görmek, anlamak için onu tanımak/izlemek gerekmiyordu, ismini duymak bile yeterdi.
CAN BARTU EFSANELERİ
Can Bartu’ya dair herkesin bir hikâyesi var neredeyse. Efsane olmuş, dilden dile anlatılan abartılı da olsa yaşanmışlıklar bunlar.
Bir gazeteci ortamında otururlarken biri gelir Can Bartu’nun yanına:
-Abi beni hatırladın mı?
-Hatırlamadım.
-Ben X abi, iki sene beraber oynadık. Sağbektim.
-Ha, evet hatırladım.
Masadaki gazetecilerden biri takılır:
-Abi hatırlamadın aslında değil mi?
-Hatırlamadım.
-İki sene beraber oynamışsınız, nasıl hatırlamazsın?
-Ya adam sağbek oynamış arkalarda bir yerlerde. Maç boyunca iki kez hücum sahasına geçmiştir, o da taç kullanmak için. Nereden hatırlayayım?
*Rivayet odur ki, Mithatpaşa Stadı’nda Beşiktaş ile oynadıkları ve 4-2 kazandıkları maçta iki gol attıktan sonra, Spor ve Sergi Sarayı’nda Galatasaray ile yaptıkları basketbol maçında 32 sayı kaydeder. Hatta basketbol genç takımındayken Fenerbahçe futbol takımı eksik kalınca onu çağırır, o maçta dört gol atar, birini sayarlar, maçı da 1-0 kazanırlar.
Basketbol oynadığı yıllardan (sağ üstte)
*Milli Takım kampında uyurken uyandırırlar. “Aşağıda seninle tanışmak isteyen gençler var.” Oflaya puflaya iner. Çocukların elinde masa tenisi raketi görür. “Hadi oynayalım” der. Oynadığı genci yener. Herkes şaşırır. “Bununla da oyna” derler. Onunla da oynar. Onu da yener. Yanına biri gelir.
-Can Bey oldu mu şimdi bu?
-Ne oldu ki?
-Yendiğiniz çocuklar milli oyuncular. Çocukların moralini bozdunuz.
* İtalya’da bir antrenmanda kanat oyuncusu ortalar. Can Bartu gelişine bir vurur, ama öyle kötü vurur ki top aynı oyuncuya geri döner. Bartu bozuntuya vermeden bağırır: “Şunu tekrar doğru düzgün ortala.”
*Can Dündar uğrar yanına. “Benim adım sayenizde Can oldu” der. Omuzunun üzerinden bakıp “Evet, çok insan var öyle” diye kesip atıyor Sinyor. Haksız mı? Bu ülkede pek çok insan hem onun için hem de Lefter koyamadığı için çocuklarına Can ismini koydu. İnanmayan Can Kozanoğlu’na sorsun.
İslam Çupi yazıyor...
Can Bartu’yu en iyi anlatan aslında İslam Çupi. İletişim Yayınları’ndan çıkan ve Kıvanç Koçak ve Barış Karacasu’nun yazılarının derlediği üç kitapta Bartu’ya dair öyle güzel şeyler var ki, hepsini merak eden kitapları alsın. Biz buraya ancak kısa bir kolaj koyabiliyoruz.
*Can Bartu kim ne derse desin, Türk sahalarının gelmiş geçmiş en büyük asilidir. Can 14 yıl zarfında hiçbir gün futbolun hamalı olmaya yanaşmamıştı. Can’ın ayağındaki top hiçbir maçta sadistçe dövülmemiş, Bartu hiçbir hareketinde etinin kuvvetinden medet ummamıştı.
Futbol Can’a değil de, Can futbola çok şey öğretti. Eğer Can, futbolun vazifeler alfabesinin ezberi dışına çıkmasa idi, meşin yuvarlak Türkiye’de sadece koşanların sporu olacaktı.
Bugün Cuma... Parmakla ötesini.. Cumartesi iki, Pazar üç ve o günün gecesi... Aaaaa! “Kalemimdeki Kont” gidiyormuş.
Şakacıktan değil, sahicesine bırakıyor bizi!
Sanatçılar böyledir. Vereceklerini bitirdikleri gün, kendi hayatlarını yırtarlar. Kaybolmazlar, yok olmazlar da daha büyürler. Dolmayan yerleri, her gün genişleyerek kendi efsaneleri olur.
Futbol Türkiye’de bir gün, topun insanlara kumanda ettiği terör sisteminden, insanların topa hükmettiği bir sanat haline dönüşürse, o zaman hep birlikte bağırırız:
“Bu ustalığı Türkiye’de ilk defa sahalarda Can tarif etmiş, Can şuurlandırmış, Can gezdirmişti.”
Tercüman, 4 Eylül 1970
*“1936 Kadıköy doğumlu Can Bartu Moda sosyetesinin seviyeli cıvıltılarında büyüttüğü vücudunu gençliğe şişirdiğinde yüzme, yelken, basketbol, tenis gibi aristokrat sporlarla adale ve beynini belli bir seviyenin üstüne çıkarmış ve sonra da Türk futbolunun şeref locasına bir büyükelçi zarafeti ile oturmuştur. Bir yılda İtalyancayı anadili gibi konuşan, Çizme’ye giderken bana: “Fiorentina takımına giremezsem. Roma sosyetesine girerim...” gibi seviyeli espriler atan Can Bartu, şayet meşhur bacak araları, akıl almaz çalımları, tartışılmaz ustalığı ile Türk futbolunda bir klasik olmuşsa bunu düşünce genişliğine ve rahatlığına borçludur.”
Tercüman, 1 Temmuz 1981