Güncelleme Tarihi:
Hande Doğandemir son günlerde tam gaz tiyatro provalarında. Bir gün, boş olduğu öğlen saatlerinde buluşuyoruz. Çok heyecanlı, “Durmayı sevmiyorum” diyor. Gerçekten de şu sıralar dur durak bilmiyor. Yüzü hep gülümsüyor. Kilo vermiş, çekim arasında da kendine sağlıklı bir salata sipariş edip yiyor. Onunla dünden bugüne başlıyoruz sohbete.
FOTOĞRAFLAR:Muhsİn Akgün/MASTÜDYO
◊ Röportaja gelmeden adını yazıp internette arama yaptım. Karşıma “Büstiyerli fotoğraflarıyla göz kamaştırdı”, “Yürek hoplattı” gibi haberler çıktı. Sen bunları gördüğünde ne hissediyorsun?
Eskiden anlam veremiyordum ama artık düzenin bu olduğunu kabul ettim. Bazen öyle başlıklar görüyorum ki “Cesur poz” falan yazıyor, kendim bile şüpheye düşüp korkuyla ‘Ne ya acaba’ diye tıklıyorum.
◊ Sosyal medyaya bir şey koyarken bunları hesaplıyor musun?
Evet ama bu dediğin son fotoğrafımı koyarken bunu düşünmemiştim yani. Evde çekilmiş normal bir fotoğraf. Zaten hayatımın her anını paylaşan biri de değilim.
◊ Seninle önceki röportajımızda, 2021 yazındaki bikinili bir fotoğrafın üzerinden kilolarını eleştirdikleri haberleri konuşmuştuk…
Evet, o röportajın YouTube videosu ne kadar faydalı oldu biliyor musun? Viral oldu, bütün kadınlar sahiplenmiş o röportajı.
◊ Ne güzel… Şimdi de kilo vermişsin, sebebi oradaki eleştiriler mi oldu?
Yok, zaman zaman kilo alıp zaman zaman veriyorum. Yıllarca aynı kiloyu koruyabilen biri değilim. Bir de çok alerjik yapım var, o yüzden bedenim reaksiyon da gösterebiliyor bazı besinlere karşı. Onları hayatımdan elediğim dönemlerde daha fit görünebiliyorum. Şimdi onları detaylı öğrendim, ona göre yaşayınca kilo da verdim.
◊ Fiziğine dair eleştirilerle barıştın mı?
Barıştım, inan çok umurumda değil. Benim umurumda olan, aslında bütün kadınların bu baskıyı yaşıyor olması. Yoksa ben Hande olarak kendimle mutluyum, sağlıklı olduktan sonra gerisinin hiçbir önemi yok. Bir de bir karakter canlandırıyorsam, ne gerektiriyorsa onu yapmakla yükümlüyüm. Ama kadın oyuncu olarak bu baskıları ben kendi üstümde kabul etmiyorum. Bana bununla yaklaşan herhangi bir yapımcı ve yönetmenle de uzlaşamam.
◊ Biraz açar mısın bunu?
Yani canlandıracağım karakter sporcudur, çok fit olması gerekiyordur tamam, ama sadece senin bedenini eleştirmek için bir yorumda bulunduklarında artık bunu kabul etmiyorum. Eminim birçok hemcins meslektaşım da aynı düşünüyordur. Bundan yorulduk ve sıkıldık. Bunun bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Tabii biz oyuncu oldu-
ğumuz için iyi görünmek bir yerde görevimiz
ama asli görevimiz iyi bir oyuncu olmak. Görün-
tümüz rolden role değişebilir.
◊ Bu dediğin erkek oyuncuların maruz kaldığı şeyler değil sanırım?
Hayır, hiçbir zaman onlarda bu durum bir olaya veya lince dönüşmüyor. Ama kadın olduğunda bu bir suç gibi davranılıyor. Bedeninin nasıl göründüğü, nasıl bir suçmuş gibi yorumlanabilir, bu bana çok acayip ve çok üzücü geliyor. Bunu sadece biz ekran önünde olan insanlar için söylemiyorum, bizim üzerimizden bütün kadınlara yapılıyor. Herkes öyle görünmek zorunda olduğunu düşünüyor. O yüzden bu anlayışın karşısındayım.
Üzülmekten yoruluyorsun
◊ Şu sıralar üzerinde en çok düşündüğün konu ne?
Gelecek.
◊ Gelecek korkutuyor mu?
Korkutuyor çünkü hakikaten bir garantisi yok. Hele de bu meslekte hiç yok. Yarınımızı bilmiyoruz, planlayamıyoruz, hayatımızın bu kadar belirsiz olması başlı başına çok yorucu ve kaygı verici bir şey. Oyuncu olmak demek beklemek demek ya, bu zaten çok yıpratıcı.
◊ Yıllarca ekrana işler yaptın, bütün oyuncular gibi senin de bazı işlerin çok tuttu, bazıları reyting kurbanı oldu. Bu reyting denen şey sana ne öğretti?
Sanılıyor ki dışarıdan inanılmaz bir hayatımız var, çok rahatız, inanılmaz paralar kazanıyoruz. Maalesef hiç de öyle değil. İçine sinen bir iş için bazen aylarca değil, belki yıllarca bekliyorsun, tamam, geliyor, başlıyorsun… Haftalarca birinci bölümü çekmek için uğraşıyorsun. Sonra bir kesime hitap etmediği için senin bütün o emeğin, bir sabah alınmış bir kararla ortadan kaldırılıyor. Bir sonraki projene kadar elinde ne varsa onunla hayatını devam ettirmeye çalışıyorsun. Sektördeki birçok oyuncu için böyle olduğunu söyleyebilirim, benim için de öyle. O kadar korkutucu, o kadar üzücü bir şey ki bir yerde üzülmekten yoruluyorsun.
◊ Geçen hafta röportaj yaptığım Selin Şekerci “Her gün bu işi seçtiğime pişman oluyorum” demişti. Sen pişmanlık yaşıyor musun?
Çok seviyorum işimi ama başka bir hayat mümkün mü diye de soruyorum kendime. Aslında mümkün ve bir gün gerçekten bambaşka bir hayat da kurabilirim. Hayatım boyunca bu şatafatlı dünyanın içinde yaşamak zorunda olduğumu hissetmiyorum. Ama şu an çok sevdiğim için işimi yapıyorum. Yapabildiğim sürece, gücüm yettiğince, bütün bu zorluklar beni yıldırana kadar da devam edeceğim.
En zorlandığım işti
◊ Haftaya vizyona girecek ‘49’ isimli filmde Türkmen kızı Sahra’yı canlandırıyorsun. Karakteri nasıl anlatırsın?
Sahra, gerçek bir karakter ve bu operasyonda gerçekten yer almış. Yaşamış bir karakteri canlandırmak benim için heyecan verici ve zor bir yolculuktu. Bir ajan ve aslında istihbaratta çalışıyor, alanda aktif görevde. Her şeyiyle daha önce hiç canlandırmadığım, içinde bulunmadığım bir roldü. O yüzden beni çok heyecanlandırdı.
◊ Film ne anlatıyor?
2014 yılında DEAŞ, Türk Musul Konsolosluğu’ndaki 49 çalışanı esir alıyor. Hazırlıkları uzun süren operasyonla bu
49 kişinin kurtarılma çalışmasını anlatıyor film. Ben de bu operasyonda yer alan üç kişiden biriyim.
◊ Sen ajan olmak ister miydin?
Neden olmasın, sürekli bir kılığa girip başka bir hayatı deneyimliyorsun. Aslında ajanlık biraz oyunculuk gibi de… Ajan denilince akla hep erkekler geliyor ama dediğim gibi filmde ben de bir kadın olarak operasyonun kilit üç isminden biriyim. Bu açıdan da ‘49’ filmi çok değerli, erkeklere hitap etmenin yanı sıra tüm izleyicileri kapsayan ve bunu gösteren bir film.
◊ Bu rol için nasıl bir çalışma yaptın?
Hem dövüş hem silah eğitimi aldım. Çok profesyonel, yurtdışından gelen ekiplerle çalıştık dövüş sahneleri için. Zorlu sahneler için dublörüm vardı ama kullanmadım. Fiziksel olarak hayatımda en zorlandığım işti. Ama değdiğini düşünüyorum.
İnsanı büyüten bir şey
◊ Bir de tiyatro oyunun başlıyor, ‘Eksik’… Bu ilk sahne deneyimin mi?
Daha önce Craft’ta ‘Waterproof’ diye bir oyunum vardı. Ama pandemiye denk geldi, ara verdik. Ben de çok özlemiştim sahneye dönmeyi, şimdi ‘Eksik’le tekrar sahnedeyim.
◊ Nedir ‘Eksik’in derdi?
Bir aile dramı. Aksel Bonfil yazdı, yönetiyor, kara komedi bir oyun. Bir araya gelmeye çalışan bir baba-oğul ve yorgun bir sevgilinin hikâyesi. Yılın en sıcak gününde Datça’da, bir köy evinde geçirdikleri geceyi anlatıyor. Baba-oğul hesaplaşması, aynı zamanda sevgililerin hesaplaşmasına dönüyor. Yer yer komik, yer yer çok dramatik, hayat gibi.
◊ Senin hayatta hesaplaştığın geceler oldu mu?
İllaki olmuştur. Ben daha çok kendimle hesaplaşıyorum. Bunun daha zor olduğunu düşünüyorum ve sık sık yapmaya çalışıyorum. Bazen sinir bozucu oluyor, bazen insanı büyüten ve sağlamlaştıran bir şeye dönüşüyor.
◊ Bir de kozmetik markan çıkıyor...
Evet, tüm içeriğine, laboratuvar sürecine dahil olduğum bir proje. Kendi ihtiyaçlarımdan yola çıkarak doğal, yenilikçi, sürdürülebilir, zamansız, cinsiyetsiz, çok fonksiyonlu birkaç ürün olacak.
Bir kanalda stajyer olarak işe başladım
◊ Hikâyen Ankara’da başlıyor. Sosyoloji okuyorsun. Baban bankada çalışacağını zannederken sen İstanbul’a geliyorsun…
Bankada çalışmam babamın hayaliydi. Çünkü kendisi emekli banka müdürü. Benim de onun mesleğini yapacağımı sanıyordu. Ailede oyunculuk yapan olmadığı için kimsenin aklının ucundan geçmedi öyle bir şey. Zaten İstanbul’a oyuncu olacağım diye gitmedim.
◊ Neden geldin?
Sinema üzerine tez yazıyordum, bir yandan da o alanda deneyim kazanmak istedim. Bir kanalda stajyer olarak başladım.
◊ Kanala gelen konuklarla ilgileniyormuşsun…
Evet, gelenleri karşılıyordum, ihtiyaçlarıyla ilgileniyordum. Çay, kahve falan götürüyordum.
◊ O sırada nasıl oldu da keşfedildin?
Gelenlerin çoğu benim oyunculuk okuduğumu sanıyordu. “Neden yapmıyorsun” diye soruyorlardı. Bazıları beni gerçekten çok yüreklendirdi. Orada çalışan bir arkadaşım, bir gün “Bir deneme çekimi var, senden bahsettim, oraya gideceksin” dedi. Ben de “Saçmalama, olur mu öyle şey” dedim. Yeni birini aradıklarını söyledi. Gittim ve oldu. ‘Kahramanlar’ diye bir işti. Sudan çıkmış balığa döndüm. Oyunculuk eğitimi aldım. Çok hoşuma gitmişti, ‘Ben bunun peşinden gidebilirim’ dedim.
Aşktan daha önemlisi hayat arkadaşını bulabilmek
◊ Hayatta eksik kalan nelerin var?
Hayatta olduğumuz sürece hep tamamlanmaya çalışıyoruz aslında. O yüzden hayatımda bir dönem bir tarafımı tamamlıyorum, diğer tarafım eksik kalıyor. Orayı tamamlasam başka bir yer eksiliyor. Mutlaka bir yerler eksik kalıyor.
◊ Şu anda eksik kalan ne?
Bu aralar iyi hissettiğim için belli bir nokta söyleyemiyorum.
◊ Aşk açısından tamam mısın?
Hiç yok, inanır mısın? Ama onu da
bir eksiklik olarak tanımlamıyorum. Okey, şu an yalnızım hayatta ama bu
bir eksiklik değil.
◊ Ne zaman konuşsak yalnızım diyorsun. Ya beni kandırıyorsun ya da çok zor beğeniyorsun!
İlişkiye başlamak zor geliyor bana. Yaş ilerledikçe mi böyle oluyor acaba, daha gençken daha kolay cesaret edebiliyorsun. Yıllar içinde yaşadıkların, deneyimlerin gözünü korkutuyor ve birini tanımak, kendini, hayatını açmak, onun hayatına girmek çok zor geliyor bana şu an.
◊ İnsanın aşka bakışı da değişiyor mu yaşla birlikte?
Net değişiyor. Bundan 10 yıl önce konuşsak, aşk hayatımın olmazsa olmazı diyebilirdim. Ama şimdi öyle hissetmiyorum.
◊ Şimdi nasıl hissediyorsun?
Aşktan daha önemlisi hayat arkadaşını bulabilmek. Hayat arkadaşlığı,o yolda yanında yürüyecek birinin olması.
◊ Şimdiye kadar oynadığın romantik komedilerde hep mutlu sona ulaştın ama Hande olarak bu konuda sınıfta mı kaldın?
Valla herhalde öyle, yoksa şu an yanımda olurdu. Zaten günümüzde mutlu sonla biten ilişki kaldı mı?
Dost kazığı da yedim, arkadaş kazığı da...
◊ Bir röportajında “Çılgın değil garanticiyim” demişsin, neden?
Bilmem, Ankaralı bir memur çocuğu olmamla ilgili olabilir.
◊ Hiç mi çılgınlık yapmadın?
Ufak tefek şeyler belki, yoksa öyle delilikler var mı dersen, yok.
◊ “Her şey kendini sevmekle başlıyor” demişsin. Sen kendini sevmeyi başardın mı?
Aslında özellikle daha gençken kendini hiç sevmiyorsun. Zamanla kendini tanıdıkça, olduğun gibi kabul ettikçe, defolarınla ve kendinle yüzleştikçe kendini sevmeye başlıyorsun. Bu da tabii ki belli bir yaştan sonra oluyor,
en azından bende öyle oldu. Bunu daha erken keşfedebilenler daha şanslı.
◊ “Haksızlığa herkes gibi çok uğradım” demişsin. Ne gibi haksızlıklar yaşadın?
37 yaşındayım, bu yaşıma kadar iş hayatımda, ilişkilerimde, arkadaşlıklarımda yüzlerce kez haksızlığa uğradım. Dost kazığı da yedim,
arkadaş kazığı da…
◊ Bunlardan ders aldın mı?
Aldım çok şükür. Neden yalnızım, bir ilişkim yok sanıyorsun (gülüyor). Almadığım zamanlar oluyordu, yine aynı hataları yapıyordum. Artık aldım diyebiliyorum en azından.