Güncelleme Tarihi:
Onunla yıllar sonra yeniden buluşuyoruz. Canlandırdığı karakterlerin bende bıraktığı etkiden olsa gerek karşımda daha sert bir Fırat Tanış bulacağımı sanıyor ama yanılıyorum, “Komiğimdir, inanır mısın? Acaba sen de bana önyargılı mı yaklaşıyorsun” diyor. Gerçekten güler yüzlü. Bir o kadar da derin ve hoşsohbet. İnsan “O konuşsun, ben dinleyeyim” diye düşünüyor. Başlıyoruz muhabbete...
‘Gelin Tanış Olalım’ sekiz senedir sahnede. Büyük başarı. Ve hâlâ kapalı gişe oynuyor...
Aslında oyun ilk başladığında öyle değildi. İzlendikçe kulaktan kulağa duyuldu, hikâye gitgide büyüdü. 400’den fazla oyun oynadık. Sağlığım el verdiği sürece de bu oyunu oynamak istiyorum.
Neden bu kadar seviyorsun?
Sözü bitmiyor ve bitmeyecek.
Nedir sözü?
Dayanışma, aşk, yol, kibir ve tevazu gibi kavramlar üzerine bir oyun. Hayat bir yolculuk, burada önemli olan nereye ulaştığınız değil, bu yolculuğun anlamı. Aynı zamanda önyargıları da bir kenara bırakmak.
Sen ne kadar önyargılısın?
Ooo... Tabii benim de önyargılarım var, olmaz mı?
Nelere karşı?
Mesela geçen gün dışarıda bir adam sürekli somurtkan bir şekilde bana bakıyordu. Bir fırsatını buldum, yanına gittim, “Biz nereden tanışıyoruz” dedim.
Sen ünlüsün ya! Ondan bakıyor olabilir mi?
Bazen unutuyorum bunu (gülüyor). Adam bana öyle bir gülümsedi ki; kendime ‘Bazen düşünmeden çok saçma sapan hareket ediyoruz’ dediğimi hatırlıyorum.
Önyargılarımızdan nasıl sıyrılırız?
Biraz empatiyle. Sağlıklı ve şiddetsiz bir iletişim yolu seçilerek, tanışarak... Bizim oyunda söylediğimiz çok basit bir şey, önce gönlünün üstündeki perdeyi kaldır, kendine bak; belki arayıp da bulamadığın şey sendedir.
Sen gönlünün üstündeki perdeyi kaldırdın mı?
Bu bir amaçtır, zaman zaman hepimiz gönlümüzün üstündeki perdeyi kaldırdığımızı hissederiz.
Peki, o perdenin altından nasıl bir Fırat çıktı?
Çok coşkulu, çok anın içinde, o an orada, hayattan ve yaşamaktan çok keyif alan bir Fırat var.
Oyunun anlattığı şeylerden biri de kibir dedin. Kibir senin hayatında ne kadar var?
Yaşamdaki her şey sanatın, oyunculuğun kullandığı bir malzeme. Bende kibre dair bir malzeme olmasa, herhangi bir rolde ortaya çıkaramazdım. Yani kibirden arınmış bir insanımdır, diyemem.
Egoları yüksek biri misin?
Zaman zaman egolarını dizginleyemeyen biri olabilirim.
Son yıllarda yıldızın çok daha parladı. Bu seni havalandırdı mı?
Bazen havalanmak iyidir. “İyi ki bu işin içinde olmuşum” dersin, bu fena bir şey değildir ama orada fazla durmamak, dozunu ayarlamak önemli. Egonun da, havalanmanın da, hatta tevazunun da ölçüsü mühimdir. Çünkü tevazuya kıymet verilmeyen bir yerde, alçakgönüllü olmanın çok zararı vardır.
Sosyal medya çağında mütevazılık dozunu ayarlamak kolay mı? Henüz bir dizide gördüğümüz isimleri milyonlar takip ediyor. Seninse Instagram’da 700 bin takipçin var...
Milyonlarca takipçi... Yani gerçekten bu mümkün olabilir mi? Bana inandırıcı gelmiyor. Ben pek pazarlamaya inanan biri değilim.
Neden?
Çünkü pazarlama dediğiniz işin içine poz girer. Poz yalandan başka hiçbir şey değildir. Sahici olan şey bir pazarlama gerektirmeden zaten karşındakiyle buluşur.
Magazin senin beceremediğin bir şey mi, yoksa magazin içinde olmak mı istemiyor musun?
Bir şey konuşuyoruz, “Magazin değeri yok abi bunun” diyorlar. Magazin değeri denen şeyin ne olduğunu anlamıyorum. Oynuyorum, çiziyorum, besteliyorum, söylüyorum... Bunların bir değeri yok mu? Bunlar kıymetsiz mi? Ama sizi, sevgilinizle, karınızla ya da çocuğunuzla yakaladıklarında bu kıymetli oluyor. Magazine ne çok kıymet vererek ne de orayı çok kıymetsizleştirerek bu zamana geldim.
MİLLETİ SOYAN ÇOCUK DA ŞÖHRETLİ
Yıllardır oyunculuk yapıyorsun. İşin eğitimini almışsın. Ama daha 20’li yaşların başında biri sadece daha popüler diye başrol olabiliyor. Öyle bir işte oynar mısın?
Sevdiysem oynarım. O çocuğa da Allah kolaylık versin, onu çok zor bir hayat bekliyor gerçekten demektir.
Neden öyle dedin? Bu aslında birçok gencin hayali değil mi?
Bir kere şöhret başka, oyunculuk sanatı bambaşka bir şey. Yani Çiftlik Bank’ı kurup milleti soyan çocuk da şöhretli, onu da herkes tanıyor. Ünlü olmak o iş sırasında başınıza gelen bir şey olabilir ama oyunculuk sanatıyla içli dışlı olmak, oyuncu olmaya çalışmak, o bambaşka bir yol, bambaşka bir disiplin.
Zor mu peki bu meslek?
Orası hiç tozpembe değil, kan ve gözyaşı var. Kendini bin parçaya bölüp sonra ‘Hımm ben kaç parçaymışım? Burası mutsuzluklarım, burası mutluluklarım; şurada neşeliyim, şurada şüpheliyim’ dediğimiz yerlere bakıyoruz. Kendini parçalamak, bölmek, sonra buradan çıkmak, öyle zahmetli, meşakkatli ki; yani ünlü olmaktan daha zor bir yol, yoksa ünlü olmak çok kolay ülkede.
Sen jön olmak ister miydin?
Jön nedir?
Yakışıklı, iyi karakterleri oynayan başroller gibi diyebiliriz...
Benim oynadığım karakterler için sadece iyi, sadece kötü diyemeyiz. “Bu adamda ilginç bir derinlik var, anlamıyoruz” deriz. Ters köşeler yapan rollerde çalıştım. Bu iyi bir şey, bunu seviyorum. Sürekli poz kesmekten, kaşını kaldırıp oynamaktan daha eğlenceli.
Bu sezon tiyatro dışında neler var hayatında?
İki sinema filmi var. Gelecek sene vizyona girecek; ‘Aşk Mevsimi’ ve ‘Aşk Sanatı’. ‘Benim Adım Farah’ devam edecek, ‘Kulüp’ var ve ‘Zeytin Ağacı’ olacak. Oyun da devam edecek.
BENİMKİ KENDİNİ ARAMAKLA GEÇEN BİR HAYATTI
Bu oyun bir yol hikâyesi aslında. Senin nasıl bir yolun vardı?
Hâlâ devam ettiğim bir yol. “Hakikaten bir yolmuş burası” demem 30’lu yaşlarıma denk geliyor. Kızımın dünyaya gelişiyle de yol bambaşka, renkli, anlamlı hale gelmeye başladı.
Peki, nasıl bir hayattı?
Benimki çok kendini aramakla geçen bir hayattı. Ama sonunda da “Aa, ne kadar da yakındaymış, sağa sola bakmama da gerek yokmuş, burnumun dibindeymiş” dedim.
Sonuç...
İyi birini buldum.
Dışarıdan köşeli, sadece işiyle ilgilenen biri gibi duruyorsun...
Bu çok sıkıcı! Kendi ciddiliğimden ben de çok sıkıldım artık. Çünkü gerçek değil. Komiğimdir, inanır mısın? Hatta neredeyse şımarıklık derecesinde neşeli biriyim. Acaba sen de bana önyargılı mı yaklaşıyorsun?
AŞK BİR PAKET, DÜĞÜMÜYLE GELİR
Kızın Zeynep 9 yaşına girdi... Babalık hayatını nasıl etkiledi?
Babalığın şöyle bir hissiyatı var: Bir gün Zeynep burada yazılanları okuyacak. Bunu biliyor olmakla çok ilgili bir şey. Birdenbire zaman algısı enteresan bir hale geliyor, babam ve kendi babalığım arasında bir yerdeyim. Yaşamın içinde gerçekten poza kaçmadan, sahiden bir yerde durduğum, sahici bir şey.
Aşka gelirsek... Çözebildin mi aşkı?
Hayır, aşk bir paket, düğümüyle beraber gelir, çözmeye çalışırsın, uğraşırsın ama çözemezsin. Çözülmesin zaten, keyfi orada.
Geldiğin noktada şu an hayatının nasıl bir dönemindesin?
Yepyeni bir dönemi.
Neden öyle hissediyorsun?
Bayağı umutsuz olduğum bir dönem oldu. Oradaki bu umutsuzluk belki dozajını aştı, bu da bünyemde başka bir duygu yaratmış olabilir.
Umutsuzluk devam ediyor mu?
Çok umurumda değil. Bu hayatın içinde değiştiremeyeceğim şeyler var. Bir Sümer tabletinde bile “Ne olacak bu gençliğin hali” diyor. O yüzden de bazı şeylerle uğraşmayı bir kenara bıraktım. Ümitsizim diyemem ama ümit beslemeyi bir kenara bırakınca gerçekten hafifledim.
O tip ruh durumlarında neler seni rahatlatır, besler?
İnsanın bazen kendi kendine ‘Benim bu konuda yapabilecek bir şeyim yok’ diyebilmesi önemli. Yoksa her şeyin yükünü sırtlanmaya çalışmak çok yorucu. Biraz bırakmak lazım. Bunu okuyanlar “Duyarsızlık mı bu” diyebilir ama bu duyarsızlık değil, biraz kendini korumaya almak.
Bir de sanatçı her konuda örnek olmalı mı tartışması vardır. Sence...
Hayır, benim örnek olmak gibi bir durumum yok. Oyunumu oynuyorum, şarkımı söylüyorum. Ayrıca yaptığım şeyin de herkesin yapabileceği bir şey olduğunu iddia ediyorum. Bundan daha başka ne diyebilirim?
Yaptıklarına büyük anlamlar yüklemiyor musun?
Tam da bu, ne zaman büyük anlamlar aramaya başlıyorsun, o zaman o küfeye inanılmaz ağırlıklar biniyor. Hayat daha yalın bir şey, zenginliği ve güzelliği burada. Ve anlamlar yüklemeyi bir kenara bıraktığın zaman yepyeni bir sabah doğuyor.