Güncelleme Tarihi:
İCLAL AYDIN, YAZAR
Sevmeyi öğrettiğiniz için minnettarım
Babacığım,
Sizinle ömrümün 11 yılını beraber geçirebildik. Kalan kısım hep ayrıydı. Sizi “koskocaman adam, yaşlı başlı babam” diye düşündüğüm o yıllarda sadece 27 yaşındaymışsınız. 27 yaşında iki çocuk sahibi o genç adamı gazetecilik okumak için üniversite sınavına hazırlanırken hatırlıyorum. Üstelik kazanmıştınız, onu da anımsıyorum. Annemle uzun uzun tartıştığınız geceleri ve o iki çocuğu okutmak, bir evin babası olmak için hayalinizden vazgeçtiğinizi ve ‘kazandı’ belgesini yırttığınız o anı da hiç unutmadım. Baba olabilmek için kendinden vazgeçmek... Bugünün değerlerine ve genel doğrularına ne kadar aykırı. Sonra hayat o evin içinde bir ömür geçirmemize izin vermedi. Türkiye’deki pek çok ev gibi bizim evimiz de dağıldı. Farklı şehirlere, başka ülkelere savrulduk. Hayallerinizi bırakıp sarıp sarmalamayı seçtiklerinizden de uzak düştünüz. Mektuplar dolusu üzüntülerinizi de hep sakladım kalbimde. Sonra biz büyüdük. 27, 37, 47 oldum. Sizi o yaşların tecrübesiyle düşünmeyi öğrendim. Yaşım ilerledikçe belki daha iyi anladım. Koca bir ömür, olmak isteyip olamadıklarınızın hüznüyle geçmemiştir umarım. Umarım sizi mutlu etmeyi başarmışızdır ben ve kardeşlerim. Bize kazandırdığınız her güzel alışkanlık için hepimiz adına teşekkür ederim. Bize kitap okuyan bir baba olduğunuz için, bize yazı yazmayı sevdirdiğiniz için, bize hayvanları, bitkileri, toprağı ve suyu sevmeyi öğrettiğiniz için, bizden özür dileyebilen, bizi ciddiye alan, bize dertlerini anlatabilen ve bize kitaplar bırakan bir baba olduğunuz için minnettarız. Bizi biz yapan babam, Babalar Günü’nüz kutlu olsun.
OZAN DOĞULU, ARANJÖR-DJ
Seni çok özlüyoruz
Babacığım,
Sana hiç bu kadar ihtiyacım olmamıştı ne yalan söyleyeyim; lakin hâlâ çok umutluyum bu zor, engebeli hayattan. Şükrediyoruz tabii her sabah. Annemle de sıkça görüştüğünüzden haberim var; haberim olduğundan da haberim var; orada ne olduğunu, sistemin nasıl yürüdüğünü bilmiyorum ama göreceğiz sonunda elbet. Torunların Arya, Lila ve Elya ellerinden öpüyorlar...
Seni çok seviyor ve özlüyoruz.
Büyük oğlun Ozan
SİMGE SAĞIN, ŞARKICI
Dediğin gibi üzdüler beni ama artık ona da alıştım
O kadar garip ki özlediğin ve bir daha göremeyeceğin birine yazı yazmak...
Ben büyüdüm baba. Dünyaya geldiğimde ilk tanıştığım annem ve sen oldun. Öğretilerin doğrultusunda iyi bir birey oldum. Kimseyi üzmemeyi öğrendim bu hayatta senden. Ve birçok iyi sayabileceğim şeyleri. Şimdi daha dik duruyorum sayende. Hayal ettiklerimi yakaladım ve yaşamaya başladım bile... Evet, senin de dediğin gibi üzdüler beni ama ona da alıştım. Bende hatalar olmuyor mu hâlâ? O zaman sesin kulağıma geliyor, şimdi olsa beni arar, uyarırdı babam; ben de hata yapmazdım diyorum... Hayattaki en büyük şanslarımdan biri senin gibi mükemmel bir babanın kızı olmak. Bunun için minnettarım. Seninle maça gitmeyi, uyandığımda gözümü açar açmaz telefonda sesini duymayı, kampa gitmeyi çok özledim. Şimdi beni ben yapan sana herkesin önünde teşekkür ediyorum. Tüm yaşayan ve aramızdan ayrılan babalara selam olsun!
PELİN ÖZTEKİN, OYUNCU
Sen de bana gazeteden yazmıştın
Sevgili Babacığım, Babiş, Rasoşum;
12 yaşıma girerken bana gazetede yayımlanan bir mektup yazmıştın, 20 yıl sonra şimdi kızın sana bir mektup yazıyor. Baba-kız aşkından mı başlasam, ortak zevklerimizden mi yol alsam yoksa aynı mesleğe gönül vermiş usta-çırak ilişkimizden mi ilerlesem, bilemedim. Bilirsin; biraz kararsız, çokça karışık ilerlemeyi severim. Her kız çocuğu gibi babasına âşık, hayran hayran bakan bir bebekken yıllar geçip büyüdükçe hayranlığıma seni sahnede seyretmenin büyülü keyfi eklendi, kendimi buldum. Yolculuğumu, yol arkadaşımı, oyun arkadaşımı, ustamı. Sonra günü geldi sen “Sarı” dedin, ben sana “Kırmızı” ve renklerin uyumunda kaybolduk birlikte, omuz omuza coştuk tribünlerde diye.. Aynı şeylere heyecanlandık, aynı güldük, aynı sinirlendik, aynı sevdik, sevmedik hatta sen sevmedin diye yeri geldi, ben de sevmedim. Çünkü babam sevmiyor bahane! Bir ‘Baba’ sözünün altına ne çok şey sığdırmışız meğer... Hadi yine açalım yelkenleri en sevdiğimiz maviliklere, Ege’nin en güzel renkleri arasında Cunda’ya vuralım kendimizi. Ne dersin Rasim Kaptan? En kısa sürede mesela, mesafelerin olmadığı bir sonraki Babalar Günü’nde... Merak etme bu sefer miço Peloş olarak erzak listesini tamamlamış bir şekilde dönücem tekneye.
TUBA ÜNSAL, OYUNCU
İçinde senden minik bir parça bulduğum herkese âşık oldum
Bazen mavi, bazen yeşil olabilen, tam karakterine zıt, iki koca göze bakarak büyüdüm ben. Asker bir babanın üç senede bir şehir değiştirerek yaşayan, her yere, her şarta alışık kız çocuğuydum.
Şehir şehir dolaşmak, tam alışacakken bir yere, tası tarağı toplayıp yollara dökülmek, yıllar sonra insan ilişkilerinde köklenemememe neden olsa da; tam “Oldu bu iş” derken yine pılısını pırtısını toplayan ‘göçebe Tuba’ olsam da ben olduğum insanı da senin hayatını da çok sevdim.
“Asker adam sert olur, duygusunu belli etmez” derler. Sanırım bu tanımın en uymadığı insan sendin baba. Kanser olduğunu ilk öğrendiğimde şöyle düşündüm: Bu dünyanın düzenine ayak uyduramayanlar kafalarından hasta olurlarmış. Sen de kendi kendini hasta ettin. Uzunca bir süre senden, annemden, ablamdan sakladım hastalığını. Kendi yöntemlerimle tedavi etmek istedim seni. Artık sabahları kalkamıyor, bütün günü amaçsızca yatağında geçiriyordun. O noktada annemle ve ablamla hastalığını paylaştım. Hepimizin hatırına sanırım son bir nefes daha yaşama bağlanır gibi yaptın ama iki sene içinde seni kaybettik.
Hem de iki sene boyunca hastanede dibinden ayrılmamış olan ben, üç günlüğüne ABD’ye gitmişken. Los Angeles’a indikten 20 saat sonra öğrendim öldüğünü. İlk uçakla İstanbul’a geri geldim. Buna o kadar içerledim ki... Nasıl ben yokken ölmeyi seçebilirsin ki? Ablama göre, senin kıymetlin olduğum için benim gidişimi beklemişsin. Mezarının başında ne yalan söyleyeyim garip bir rahatlama gelmişti içime. Ama acının tazeliği yerini olgunluğa bıraktığında, yokluğun gitgide perişan etti beni. Bir kız çocuğunun babasını kaybetmesi, içinde kocaman bir acı boşluğu yaratıyor ve ardından gelen tüm acıları daha derin, daha fazla hisseder oluyorsun. Minicik bir kalp kırıklığı artık beni daha çok etkiliyor baba. Sen gittikten sonra âşık olduğum herkesle ayrılıklarım daha sancılı, daha zor oldu. İçinde senden minik bir parça bulduğum herkese âşık oldum baba ben.
Kızımın adını Sare koydum
Kızıma hamile olduğumu öğrendiğimde adını babaannemin adı Sare koydum. Bir gün ablamla bana bakıp şöyle demiştin: “Ebru ailesini kurdu da Tuba sanırım anne olamayacak, o daha uzak bu işlere. Ama bir gün kızın olursa ona babaannenin adını koy. Sare, su gibi saf temiz demek. Hem babaannen gibi merhametli, vicdanlı bir çocuk olur.”
Kızım olacağını ilk öğrendiğimde “Ah” dedim, “Keşke bu günleri görseydin ve yanımızda olsaydın”... Belki yaşarken seni çok mutlu edemedim baba ama attığım her adımda, aldığım her kararda sen yanımdasın. Bugün Babalar Günü ya...
Sen gittiğinden beri nefret ediyorum bu günden.
SAFFET EMRE TONGUÇ, SEYAHAT YAZARI
Bana cümlelerin kaldı miras
Babam İsmail Tonguç’a,
Sen hayatını 83 yıl boyunca dolu dolu yaşadın... Zor bir öğretmendin, o yüzden çatıştığımız da çok oldu ama ufkumu açtın, dünyaya farklı bakmamı sağladın. “Elâlem ne der?” kaygın hiç olmadı. Hayat anı yaşamaktı senin için. Dert etmenin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini bildiğinden, hiçbir şeyi dert etmezdin ve etmemeyi öğretirdin. Senin için bir yaşam vardı ve hakkıyla yaşanmalıydı. Bana cümlelerin kaldı miras olarak...
“Hayat iki nokta arasında yaşadığındır. Bazen noktaların mesafesi kısa da olsa mesafenin kalitesi önemli.
Menzile giderken birlikte yürüdüğün dostlara sahip olmak büyük bir lütuftur.
Asıl olan anda kalmak, anı anmak ve keşkeleri yolculamaktır.
Üzüntü ve stres her bünyede var olanı ve pusuda bekleyeni tetikler. Kendi tetikçin olma.
Kendin ol. Provasız yaşamda maskelerinden arın. Mahalleyi ve baskısını boş ver, gerekirse yenisine taşın”.
Bana bıraktığın bu cümleleri anımsayarak senin ve tüm babaların günü kutlu olsun...
ALİ NESİN, MATEMATİKÇİ
Öldüğün o gece biz...
Sevgili Babacığım,
Söylemiştin bir gün öleceğini. Bir kez, iki kez değil, bin kez söylemiştin. Oysa babacığım, sen benden daha iyi bilirsin ve artık ben de senin kadar biliyorum, ölüm inanılır gibi değil. Yaşlı olduğun ve bir gün öleceğin belliydi. Ölüm haberine hazırlıklı olduğumu sanıyordum. Zaten sen de ölüm haberini duyduğumuzda herkesin ortasında hüngür hüngür ağlamamamız gerektiğini söyleyip durmaz mıydın? Dolayısıyla kendimi hazırlamıştım. Daha doğrusu hazır olduğumu sanıyordum. Hiç değilmişim...
Öldüğüne öylesine inanamıyorum ki güzel bir müzik dinlediğimde, ilginç bir olayla karşılaştığımda, torunlarının bir başarısında, “Bunu babama anlatayım” diye içimden geçiriyorum hemen... Sanki ölmemişsin gibi... Öylesine gerçeksin ki babacığım, bende öylesine yer etmişsin ki...
Güzel bir resim gördüğümde, güzel bir şiir okuduğumda, güzel bir müzik dinlediğimde, hatta güzel bir kız gördüğümde, sen artık bunları göremeyeceksin diye üzülüyorum, gözyaşlarımı tutamıyorum.
Ah babacığım ah! Ölümümü yazamayacağım diye hayıflanırdın. Hiç olmazsa ölümünden sonra olanları anlatayım sana.
“Kötü haber tez ulaşırmış” derler ya. Sen öldükten iki saat sonra geldi haber. Sabaha karşı saat üç dolaylarında Bilkent’teki lojmanımın kapısı çalındı. Yatalı bir saat ya olmuştu ya olmamıştı. Tayfun’la eşi bende kalıyorlardı. Tayfun’u anımsarsın, ‘Matematik ve Oyun’ kitabıma karikatürleri yapan arkadaşım. Gece geç saatlere değin resim yapmıştık. Ta Adana’dan gelmişti. Saat 1’i geçmişti yattığımızda. Belki daha da geçti.
Dediğim gibi, kapı sabaha karşı çalındı. Uyandım tavşan uykumdan. Haa, sana söylemeyi unuttum. Bilkent’te bir yıl önce kaldığımız lojmanı verdiler bana. Hani bize gelmiştin, işte o evi... Yattığın odayı anımsarsın sanırım, işte o odada yatıyordum.
İlginçtir, aynı lojmanda kalacağım söylenince sevindim. Ama kapının önüne gelince birden buruksadım. Çoluk çocuk aklıma geldi. Evimiz cıvıl cıvıldı. Hele sen bize geldiğinde... Bir gece masa başında nasıl eğlendiğimizi anımsıyorsun değil mi? Birer kadeh içmiştik hani... Tahin-pekmez yemiştik. Yemek sonrasında oğlumla güreşmiştim. Sen de bizimle güreşirdin ya... Aynen öyle. Kıkır kıkır gülüyordun biz güreşirken. Mutluydun, neşeliydin. Sonra usul usul sohbet etmiştik. Daha doğrusu, çoğu zaman olduğu gibi sen konuşmuştun, ben dinlemiştim. İşte bütün bunlar aklıma geldi. Ne güzel bir geceydi. Unutmuş olamazsın.
Ölüm her şeyi silip süpüremez... Onca anı kaybolamaz.