Güncelleme Tarihi:
Babamın ölüm haberini aldığımda hissettiğim o hafifliği size tarif edemem
Mersin’de yaşayan Y.A., konuşmaya başlar başlamaz “Bu öyle bir konu ki günler, geceler boyu anlatabilirim” diyor. Doğduktan kısa bir süre sonra annesi ve babası başka bir şehre gitmiş, Y.A’yı dokuz yaşına kadar anneannesi ve dedesi büyütmüş. Y.A.’nın babası tekvando hocası. Onu “Asla gülmeyen, agresif, herhangi bir canlıya karşı sevgi hissedebileceğine asla inanmayacağım biri” sözleriyle anlatıyor.
Hissettiklerimi anlatmaya nefret kelimesi yetmez
“Babam, erkek arkadaşım olduğunu öğrendiğinde 16-17 yaşındaydım. Erkek arkadaş dediğim, teyzemin apartmanında oturan, haftada bir gün sadece balkondan görüp gülümsediğim biriydi. Bir gün evimizin balkonunda oturuyordum. Babam geldi. Gülümseyerek ‘Kızım senin sevgilin mi var, annen anlattı’ dedi. Korktum ama gülümsemesine kandım. ‘Evet’ dememle ağzıma yediğim yumruğun acısı ve düşüp kafamı cam pervazına vurmam bir oldu. Beni üç ay odama kilitledi, bir tek tuvalete gitmeme izin verdi. Sabah alkol almaya başlıyor, akşama kadar kendini kaybedecek duruma geliyordu. Gitti geldi, küfretti, dövdü... Benden hep nefret etti ama benim hissettiklerimi anlatmaya nefret kelimesi yetmez. Babam öldü. Ölüm haberini aldığımda hissettiğim o hafifliği size tarif edemem. Onunla bir daha asla karşılaşmayacak olmak muazzam huzurlu bir duygu. Genç kızlığım süresince tacizi, dayağı, psikolojik şiddeti en derin şekilde yaşadım. Bu yüzden ne annemi affediyorum ne babamı... Eğer bir ahiret varsa sabır ve sebatla onunla hesaplaşacağım günü bekliyorum.”
İyi ki sordunuz da içimdeki katranı biraz sıyırdım
Y.A konuşmamızı, “Ciddiye alınmak, önemsenmek, hiç değilse ne hissettiğimi okuyabilecek birinin olması çok güzel. İnsan bunları paylaşmak istiyor ama çoğu zaman paylaşamıyor. İyi ki sordunuz da içimdeki katranı biraz sıyırdım. Gerçi sıyırmakla bitecek gibi değil ama olsun” sözleriyle tamamlıyor.
Beni babam bile sevmiyor, başkası niye sevsin?
H.E. bir öğretmen. Öğrencileri onu çok sevdiğini söylediğinde şaşırdı çünkü kendi gözünde sevilecek biri değildi. “Babam sevmemiş, el niye sevsin” diye düşünüyordu.
“17 yaşındaydım, lise 3’e gidiyordum. Babam akşam eve geldi, ‘Seni orospu. Erkeklerle geziyormuşsun. Benim adımı mı çıkaracaksın’ dedi. Eline bıçağı aldı, üzerime yürüdü. Anneannem ve annem araya girdi. Anneannem, ‘Ne olur dokunma’ diye yalvardı. Yemek yemiyordum, hep ağlıyordum. Annem bir şey olmamış gibi davranıyor, babam bana iğrenç biriymişim gibi bakıyordu.
Babam cebinden bir bilet çıkardı. Bu, başka bir şehre yolculuk biletiydi. ‘Bak’ dedi, ‘ben bir kadınla tanışmıştım. Ona gidecektim. Kadın, senin çocukların var, ben bu günahı alamam, dedi ve son anda vazgeçti. İşte erkekler böyledir, aldatır.
O da seni bir mendil gibi kullanıp atacaktı’ dedi. Baba sevgisizliğine alışmıştım ama üzerine bir de güvensizlik gelmişti. Anne-baba sevgisi görmeden büyüdüm, bana evde hep fazlalıkmışım gibi hissettirdiler. O çocukla tanışınca... İlk defa biri beni sevmişti, ilk defa biri var olduğum için mutluydu. Bu olay yüzünden onu kaybettim. Yıllarca ağladım, kimseyi öyle
sevemedim.
Babamla görüşüyoruz ama beni aradığında içimden o telefonu açmak gelmiyor. Yine de ‘Millet ne der’ korkusundan telefonunu açıyorum. Konuşmasam, görüşmesem muhtemelen ‘Herkesin babası bazı şeyler yapıyor’ derler.
Babam beni sevip sarmalasaydı daha güçlü biri olurdum. Kendime güvenirdim, kendimi severdim. İnsanın babası sevmeyince şöyle düşünüyor: ‘Beni babam bile sevmiyor, başkası niye sevsin?’ Öğrencilerim, beni sevdiklerini söylediğinde şaşırdım mesela. Çünkü ben kendi gözümde sevilecek biri değilim. Babam sevmemiş, el niye sevsin? ‘Siz beni neden seviyorsunuz çocuklar’
diye sordum, ‘Çünkü iyi birisiniz, bize iyi yaklaşıyorsunuz’ dediler. Şimdi evliyim. Eşim bana sarıldığında kollarından ayrılasım geliyor, ‘Sevgiye maruz kalmadığın ne kadar belli. Garipsiyorsun’ diyor.”
Kız arkadaşımı bekâret testine götürdüler
Serhat M., kız arkadaşı Çağla’yla 2014’te sosyal medyada tanıştı. Çağla, o zaman Dumlupınar Üniversitesi’nde okuyordu, üniversiteyi babasından hiçbir maddi ve manevi destek almadan, hatta sınavlara gizlice hazırlanarak kazanmış, babası okula gidebilmesi için zar zor ikna edilmişti. İki genç, Çağla ailesinden korktuğu için Kütahya’da gizlice görüşüyordu. Ama onları gören bir tanıdık, iki sevgilinin ayrılmasına neden oldu. Serhat M. anlatıyor: “Okullarımız farklı şehirlerde, görüşmek için onun olduğu şehre gidiyordum. İkinci buluşmamızda sinemaya gitmeye karar verdik. Sinemadan çıktıktan sonra el ele yürümek istedik. Kimse görmesin diye de ara sokaklardan yürüdük. Biraz yürüdükten sonra Çağla, önümüzden geçen bir arabanın içinde dayısının bir arkadaşının olduğunu ve bizi gördüğünü söyledi. Korkmuştu. Teskin etmeye çalıştım. Fakat babası bizi öğrendi. Onu okuldan almakla, kocaya vermekle tehdit ettiğini ve bekâret testi yaptırdığını duydum. Bir daha hiç görüşemedik. ‘Bana bir şekilde mutlaka ulaşır’ diye düşünüyordum. Aramadı. Babalardan çeken sadece kızları değil. Kız kardeşime ve ileride kızım olduğunda ona bu konuda nasıl davranmam gerektiğini çok iyi biliyorum. Benim hikâyemdeki tek umutlu şey bu.”
Üzerinden beş yıl geçti, inanın, insan unutamıyor
Midori Koçak, ailesinden gördüğü şiddetin izlerini silebilmek için onlarla arasına mesafe koydu. Koçak’a göre, Şeyma Yıldız cinayetinden sonra, babasından gördüğü şiddeti anlatan onca kadının ihtiyacı olan şey tam da bu...
“Bilgisayar mühendisiyim, Prag’da yaşıyorum. Beş sene önce, 30 yaşımdayken işten çıkarılınca aile şirketinde çalışmaya başladım. Aylarca maaş alamadım. Paramı istediğimde babam ‘Vermeyeceğim, burası benim şirketim. Def ol git’ diyordu. Kredi kartı borcum geldi, yine maaşımı alamayınca kasadaki çocuktan para istedim. Annemin ‘Bu bizim kasamızı soyuyor’ demesiyle babam geldi, küfrederek boğazıma sarıldı. Yüzüme ve koluma yumruklar, ayağıma tekmeler attı. Annem araya girmeye çalışmadı. Dava açtım, mahkemede babam benden özür diler diye beklerken, ‘Bu şahıs yalancı. Deli. Akıl hastanesine kapatılmalı. Ben böyle bir şey yapmadım. Bu şahsı sınır dışı edin’ dedi. Beş yıl geçti, inanın, insan unutamıyor. Anladım ki böyle şeyleri atlatmanın yolu, taraf tutan, şiddeti hoş gören insanlarla aranıza mesafe koymak, onları hayatınızdan çıkarmak. Ben bunu yaptım. Onlar benim için artık yoklar.”
Susmayın, susmak kabullenmektir
Hilal A., 22 yaşında, Karadenizli. Yaşadığı şiddeti anlatmak konusunda hiçbir tereddüdü olmadı çünkü aynı şiddetin cenderesine düşmüş kadınlara yalnız olmadıklarını söylemek istiyor. “Bana bunu anlatma fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederim” diyen Hilal, hikâyesini anlatmaya hiçbir zamana baba-kız ilişkileri olmadığını söyleyerek başlıyor.
“14 yaşındaydım. Okuldan çıkmıştım. Erkek arkadaşım geldi, yan yana yürümeye başladık. Servise binip eve dönecektik. Babam bizi görmüş. Yanıma geldi, kolumdan tuttu yürümeye başladık. Önce hakaretler başladı, sonra da şiddet. Etrafımızdaki kimse araya girmeye çalışmadı. Öyle çok dayak yedim ki yürümeye halim kalmadı. Yüzüm kan içindeydi. Beni odama kilitledi, okula göndermiyordu. Tam sınav haftasıydı, hiçbirine gidemedim. Bu olayı atlatamadım çünkü ne ilk ne de sondu. Hâlâ şiddete maruz kalıyorum. Hayatım kısıtlı. Üniversite okuyamıyorum. Annem de şiddet görüyor, baskı altında yaşıyoruz. Böyle yaşamaya alışmak istemiyorum ama başka yol bilmiyorum. Bu dünyada sizden sadece bir tane var, hiçbir şeye mecbur değilsiniz. Susmayın, susmak kabullenmektir. Bir erkeğin kız arkadaşının olması nasıl ki ailesi tarafından normal karşılanıp yüceltilecek duruma getiriliyorsa bir kızın da erkek arkadaşı olması gayet normal.”
Yazar Sinem Sal: Evlatlar çoktandır anasız babasız!
Filmlerde, zengin olunca birdenbire biri çıkagelir, “Ben senin babanım!” der. Türkiye şartlarındaysa, babamız ölünce birdenbire bir sürü insan çıkagelip “Ben senin baban sayılırım!” diyor. Hele ki kız çocuğuysanız vay halinize. Babalık kurumsal bir müessese. Orada sistematik bir şekilde özgüvenimiz yok ediliyor, özgürlüğümüz kısıtlanıyor, kemoterapi gibi bir şey; iyileştireyim derken daha beter hasar veriyor. Babamı kaybettiğimde altı yaşımdaydım. ‘Edepli ve düzgün’ bir insan olmak için bütün kaslarımla yoruldum. Çabaladım. Üniversitedeyken bir başkasının evinde kalırsam, deprem olacak diye ödüm kopardı. Ya deprem olursa, bu bina çökerse, bina çökünce ben ölürsem, ben o ölü halimle aileme ne derim? Çünkü onlar da el âleme bir şey diyecekler. Kimdi bu elâlem yahu? Ölüyü bile rahat bırakmayan elâlemin işi gücü yok muydu da durmadan bizim peşimizdeydi? Sürekli yanlış kararlar veren nöbetçi mahkeme miydi elâlem? Bunları Twitter’da yazdım. On binlerce mesaj geldi. Meğer bu yaşadığım saklambaç kadar popülermiş. Sadece kadınlar arasında tabii. Hepimiz sevgilimizin arabasındayken kaza yapmaktan korkmuşuz, genç yaşta ölmekten değil, o arabada ölmekten. Erkeklerden gelen mesajlarsa, tam da bu yaşadığımız ortak kaderin kaynakçasıydı. “Emlakçılar bu kadın kadar ev gezmemiştir”, “Artık ne halt yiyorsan o evde için rahat etmemiş işte!”, “Hiçbir şey anlamadım ben, ne diyor bu?” Ben anladım. Babalar umut vermedi, baba adayları umut vaat etmiyor. Ailenin yanlış sevgisi de sevgisizliği kadar yaralayıcı. Aileler, bu yaralayıcı gücünü elâlemi öldürerek kullanmazlarsa, evlatsız kalacak. Evlatlar zaten çoktandır anasız babasız.