Güncelleme Tarihi:
Hepimizin aklına ilk gelen Audrey Hepburn karesi aşağı yukarı şöyle bir şey: Bir elinde ince sigarası, diğerinde kruvasanı, inci kolyesi boynunda, siyah zarif elbisesi üzerinde Manhattan’ın pahalı vitrinlerini süzüyor. Bu kare Hollywood’un altın çağıyla özdeşleşti, modaya yön verdi, bir dönemin siluetine dönüştü.
UNICEF ile yaptığı uzun işbirliği, ucunu asla bırakmadığı yardım kampanyaları, sosyal sorumluluk işlerinden zaten aşinaydık: Gerçek Audrey, ikon Audrey’den başkaydı. Kalbinin, ruhunun ne kadar geniş, cömert ve duyarlı olduğu biliniyordu. Şimdi, oğlu Luca Dotti sayesinde başka bir yüzüne, daha yakından bakıyoruz: Cevval anne, mutlu ev hanımı ve son derece yetenekli bir şef.
İkinci eşi Andrea Dotti’den olan oğlu Luca’nın yazdığı ‘Audrey Evde: Annemin Mutfağından Anılar’ kitabından şunları öğreniyoruz: Hepburn, her şeyden önce kendini bir ‘ev hanımı’ olarak görüyor, başkalarına da öyle takdim ediyor. Menajer, yapımcı ordusunun uyarılarını dinlemiyor, hayattaki asıl tutkusunun oyunculuk değil yemek pişirmek olduğunu her seferinde tekrarlıyor.
Bıraksanız o inci kolyeleri takmayacak, New York sokaklarında cici cici yürüyüp modanın yükünü omuzlarında taşımayacak... Bunlar yerine İtalya kasabalarından aldığı renkli eşarpları başına bağlayıp soğanları ince ince kıyacak, kısık ateşte yağın iyice kızmasını beklerken ıslık çalacak, en sevdiği şarkıları mırıldanacak. Hangi filmi kabul edeceğinden, nasıl bir role hazırlanacağından çok daha mühim bir soru var hep kafasında: “Akşama ne pişirsem?”
İÇİNDEKİ TÜRKİYE AŞKI BAMBAŞKA
Kitabı karıştırdıkça Hepburn’ün en tatlı, en anne tarafını daha yakından öğreniyoruz: “Kardeşimle bana her gün ‘Akşama ne yemek istersiniz’ diye sorardı. Eksiksiz her gün..."
Pişirmeyi sevdiği kadar lokantaları, farklı mutfakları keşfetmeyi de seviyor. Audrey, belki de İstanbul’a en sık yolu düşen Hollywood yıldızı. UNICEF çalışmaları sebebiyle geliyor; yetmiyor, tatillerinde eşiyle dostuyla tekrar geliyor. Tekneyle açılıyor, kendisini Boğaz’ın serin sularına atıyor. Gide gele Pandeli Lokantası sahibi Pandeli Çobanoğlu ile de ahbap olmuş. Yemeklerine bayılıyor, özellikle de deniz levreğine. Tarifini alıyor, evine dönünce deniyor, ev halkı çok beğenince ‘Türk usulü levrek’ kısa sürede aile yemeklerinin ‘olmazsa olmazı’na dönüşüyor.
“Annem, tanıştığı herkese İstanbul’dan, orada yediği yemeklerden bahsederdi. Anlata anlata bitiremezdim. Sonradan gittim, bizzat gördüm, tattım. Hiç de abartmadığını fark ettim” diyor. Gitmiş Pandeli’de de denemiş şu meşhur levreği. “Anneminkine değişmem” diyor. Haklı olarak.
AMAN AUDREY'CİM KAVUR BALIKLARI
20 adet çeri domates (dörde bölünecek)
Bir adet orta boy arpacıksoğanı (muntazam doğranacak)
Birkaç yaprak taze fesleğen ve maydanoz (ince ince doğranacak)
Dört adet patates (haşlandıktan sonra soyulacak ve ikiye bölünecek)
Sekiz dal taze kekik
Dört adet fileto deniz levreği (toplamı yaklaşık bir kilo gelecek şekilde)
Deniz tuzu, taze çekilmiş karabiber
4 kişilik
Fırını 220 dereceye ayarlayın. Domates, soğan, maydanoz ve fesleğeni bir kapta karıştırın. Eşit ebatta sekiz parça alüminyum folyo kesin. Her parçaya patatesleri dizin, üzerine kekik serpin. Patates yatağının üzerine levrekleri yerleştirin. Üzerine domatesli soğanlı karışımı gezdirin. Folyoyu paket haline gelecek şekilde katlayın, kapatın. Sosun sızmaması için bir kat daha folyo yapın, paketi sağlamlaştırın. 20 dakika boyunca önceden ısıtılmış fırında pişirin. Paketi dikkatlice açıp tabaklara alın. Servise hazır.
YILDIZDAN TAVSİYE
Aynı tarifi farklı beyaz balıklarla da yapabilirsiniz. Dilimlenmiş zeytin, kapari, sarmısak ekleyin, 20 değil 30 dakika pişirin.