Ateşle buzun üzerinde komparsita!

Güncelleme Tarihi:

Ateşle buzun üzerinde komparsita
Oluşturulma Tarihi: Ekim 21, 2017 15:02

Şu sıralar bana en çok sorulan sorulardan biri “Nereye gidelim?” Son olarak evlenmek üzere olan genç bir kadın balayı için ilginç bir yer aradığını söyleyince hiç düşünmeden yanıt verdim: İzlanda! İşte nedenleri...

Haberin Devamı

Ateşle buzun üzerinde komparsita

Son zamanlarda en çok karşılaştığım iki sorudan ilki “Fenerbahçe’den bu sezon bir şey olur mu?” ise ikincisi de “Nereye gitmemi önerirsin?” Günlük siyaset sorularını zaten duymazdan geliyorum, deyim yerindeyse bu iş beni resmen tüketti!

Sizler için kolay tabii. ‘O ses’ televizyondan ya da radyodan yükselince düğmeyi çeviriveriyorsunuz, bitiyor. Gazetedeki başlıkları okuyup altını okumaktan vazgeçebiliyorsunuz. Ben oturup okumak zorundayım ama. Her gün en az iki saat konuşan yetkililerimizin, ki sayıları hiç de az değil, konuşmalarını oku oku bitmiyor. Daha fecisi, kimin konuşmasını okuyorsam iç sesim ‘o ses’e dönüşüyor. Neler çektiğimi tahmin edebilirsiniz.

Haberin Devamı

Fenerbahçe sorusunun yanıtı kolay. Memlekette taraftar sayısı kadar teknik direktör olduğu için zaten ne söylesem herkesin buna karşı bir fikri oluyor, yanıtımı da dinlemiyorlar.

En ağırı, “Nereye gidelim?” sorusu! Bu öyle bir soru ki bir yanlış yanıt, bütün doğruları da beraberinde götürüyor. Çünkü birine çok ilginç ve güzel gelen bir yer, başka birine cehennemden bir köşe gibi gelebilir. Birisini tavsiyemle hoşlanmayacağı bir yere gitmek zorunda bırakmanın ağır vicdani yükünü neden taşıyayım diye düşünüyorum. Bir de unutamadığım bir okuyucu mektubu var.

Napoli’ye ilk kez gidip adeta âşık olunca birkaç yazı yazmıştım. Onlardan etkilenen bir okuyucum eşini almış, Amalfi ve Positano’yu da kapsayan bir Napoli gezisine gitmiş. Ve başlarına gelmeyen kalmamış: Soyulmuşlar, feci kazık yemişler, bir haftalık tatilleri burunlarından gelmiş. Okuyucum bana sitem ediyordu, “Senin yüzünden başımıza ne işler açtık” diye.

Ateşle buzun üzerinde komparsita

Sivri çatılı evler göz alıcı renklere boyanıyor.

ÇATISI ÇİM KAPLI RENGÂRENK EVLER

Ama bu kez soruyu evlenmek üzere olan genç bir kadın, ‘balayı’ için ilginç bir yer aradığını söyleyerek sorunca dilimi tutamadım: İzlanda! Evet, aynen şu an sizin yüzünüzde belirene benzer bir şaşkınlık ifadesi hatırlıyorum. Dalga geçtiğim de zannedildi ama geçmiyordum. ‘Canının içi’ ile baş başa ilginç bir yer görmek isteyecekler için yine aynı öneride bulunabilirim çünkü.

Haberin Devamı

İzlanda’ya gidecek olursanız, uçağınız inişe geçtiğinde görebileceğiniz tek şey, uçsuz bucaksız bir ıssızlıktır.Gri-siyah bir toprak, insana üşüme hissi veren koyu lacivert bir deniz.

Arada sivri çatılı, göz alıcı renklerle boyanmış küçük ev grupları: Ateş kırmızısı, karayolları turuncusu, parlak sarı, canlı yeşil. Evlerin neden böyle boyandığını tahmin etmek zor değil. O gri gökyüzünün altında, volkanik bir toprak üzerinde (toprağı göremiyorsanız beyaz buzulun üzerindesiniz demektir) hayatı renklendirmek için gerekli bir şey sanki bu.

İzlanda’da ‘çim ev’leri de göreceksiniz. Bu evler bin yıllık geleneksel mimarinin ürünleri. ‘Turf’ evler deniliyor; taş temel üzerine yapılan ahşap iskeletin kalın bir toprak tabakasıyla kaplanmasıyla yapılıyor. Bu toprak tabakası bir süre sonra çimleniyor. Oldu size ‘çim ev’!

Haberin Devamı

Ateşle buzun üzerinde komparsita

Dışarıda buz gibi bir hava varken siz doğal sıcak su havuzlarında yüzebilirsiniz.

GÜZELLİK, TEMİZLİK, ISSIZLIK VE SEVGİLİ

Reykjavik’te, nerede olursam olayım vazgeçemeyeceğim sabah yürüyüşü için giyinip otelin lobisine indim. Resepsiyondaki genç çocuğa güzel bir yürüyüş rotası önermesini rica ettim.

Tarife uyarak körfez kıyısında, üzerinde hiç ağaç olmayan bir ‘park’a geldiğimde ‘Alacakaranlık Kuşağı’ filmlerinden birinde zannettim kendimi. Gizli güçlerin eline geçmiş, insanları ve evcil hayvanları ortadan kaldırılmış, geriye sadece içinde hiç ışık yanmayan evler kalmış bir ‘Alacakaranlık Kuşağı’ kenti! Deniz kuşları dışında hiç canlı görmedim dersem yalan değil.

Haberin Devamı

Zaten yüz küsur bin kilometrekarelik ülkede yaşayan toplam 300 bin kişiden kaçıyla karşılaştın derseniz, otel görevlileri hariç en fazla 50 derim. O da akşam yemek yediğim lokantada, sonrasında gittiğim barda...

Bunları şikâyet etmek için anlatmıyorum. Tam tersine; inanılmaz doğal güzellikler içinde, tertemiz, kimsenin kimseyi rahatsız etmediği bir yerde kalbimi heyecanla çarptıracak bir kadınla küçük bir tatil yapmak istesem, dönüp dolaşıp gideceğim yer yine İzlanda olur! Buzullar, buzun altındaki sıcak buharı dışarı fışkırtan gayzerler, buz gibi bir hava varken girip yüzebileceğiniz doğal sıcak su havuzları...

 

Bu yüzden tüm kitaplar İzlanda’dan ‘ateş ve buzun adası’ olarak söz ediyor. Ayrıca hiç kararmayan (kışın hiç aydınlanmayan) bir gökyüzü, sadece Kuzey Kutbu’na yakın yerlerde görebileceğiniz ve ‘atmosferin ışık gösterisi’ denebilecek aurora’lar, İzlanda pony’leriyle gezinti. İsteyene balina seyretme, isteyene balina avlama olanağı veren özel turlar!

Haberin Devamı

Ama hepsinden önemlisi, sevdiğin kadınla mutlak bir ıssızlık içinde baş başa kalma olanağı. Üşümemek için sert alkollü içkilere meyletmenin de ortamı neşelendirici etkisini ihmal etmeyelim tabii.

Ateşle buzun üzerinde komparsita

SOĞUĞA KARŞI ‘YANAN ŞARAP’

Her ülkenin olduğu gibi İzlanda’nın da bir milli içkisi var: Brennivin! ‘Yanan şarap’ anlamına geliyor ama şarapla ilgisi yok, orada üzüm ne arasın? Patates alkolünden yapılıyor, içine damıtım aşamasında kimyon konuluyor. 40 dereceden biraz daha az alkol seviyesiyle bizim damak tadımıza pek uymasa da ortamın o ıssızlığında ve soğukta iyi gidiyor.

Kuzey ülkelerindeki ‘akevit’ ya da ‘aquavit’in akrabası. Bir tür votka ama içinde kimyon tadı var. Çürütülmüş köpekbalığından yapılan ‘hakarl’ yenirken içilirmiş, bir de 23 Aralık’ta kutlanan Aziz Thorlak Günü’nde.

Çürütülmüş köpekbalığı eti fikri beni huzursuz etti, zaten köpekbalıklarını da severim, tıpkı ahtapotlar gibi. Yemem, yiyene de iyi gözle bakmam. Onun için ince kıyılmış çiğ balina etiyle (karpaçyonun türevi denilebilir) denedim, fena da gitmedi.

Bu yerel içki (bu bir marka değil; rakı, viski gibi genel bir isim. Hangi marka iyidir sorup öğrenirsiniz, benim yazmam kanunen yasak), bütün benzerleri gibi ithal içkilerden ucuz olduğu için ‘ayyaş içkisi’ olarak da biliniyor. (Peki bizim yerel içkimiz rakının vergiler nedeniyle ithal viski ya da votkayla neredeyse aynı fiyat olması kaç puan? Kimse yerel üreticiyi, katma değeri yüksek ürün yetiştirecek çiftçiyi düşünmüyor mu?)

Tabii çok içip bir sokak köşesinde sızanların, donarak hayata veda etme tehlikesi de var ki bu nedenle İzlanda argosunda ‘kara ölüm’ de deniyor.

Bir tür votka aslında bu içki; votkalı kokteylleri bununla da deneyebilirsiniz. Elbette içindeki kimyon tadını unutmadan! En iyisi bir şişe alıp buza gömmek ve shot bardaklarıyla bir dikişte boğazdan aşağıya yuvarlamak!

Dikkatli içmenizi hatırlattığımı da kayda geçiriyorum! İçki bütün kötülüklerin anasıdır, dikkatli için, sonra başkalarını suçlamayın.

Ateşle buzun üzerinde komparsita

Aquavit aslında bir tür votka.

DENİZ YOLCULUĞUNU ÇOK SEVEN BİR İÇKİ

İzlanda’nın milli içkisi ‘brennivin’in akrabası çok. Patates alkolü damıtılarak yapılıyor, bu sırada işin içine farklı otlar, bitkiler, baharat da giriyor. Bunların ‘kralı’ 1800’lerin başında Norveç’in Drammen kentinde icat edilen aquavit. Yani ‘hayat suyu’! Onu nadide kılan şey ise ‘denizlerde gezmeyi sevmesi’.

Yıllar önce Avustralya’da bir ithalatçı, Norveç’ten aquavit satın almış. Dev sherry fıçılarıyla gemiye yüklenen içki Avustralya’ya ulaşana kadar, ithalatçı sizlere ömür olmuş. Kimse gelen içkiyi almayınca aynı gemiyle memleketine dönmüş.

Fıçılar açılıp içindeki aquavit’in yepyeni bir lezzete sahip olduğu anlaşılınca, bu deniz yolculuğu üretim sürecinin parçası olmuş. ‘Linje aquavit’ aynı tadı yakalasın diye üretildikten sonra gemilere yükleniyor, geleneğe uygun olarak ekvatoru aşağıya ve yukarıya doğru iki kez geçip dalgada çalkalanıyor. Bu şişeleri kolayca ayırt edersiniz çünkü etiketlerinde taşındığı geminin adı, ne kadar süreyle denizde kaldığı gibi bilgiler yazar.

Ben yemekten sonra sindirim için içerim ama votka gibi buzla, buzlukta iyice soğutarak veya oda sıcaklığında sek olarak içilebiliyor. Birayla karıştıranını bile gördüm ki bu benim ‘yalın tat’ prensibime uymuyor!

 

 

Yüzme Yarışı - Yersen

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!