Güncelleme Tarihi:
Yeni basmıştım 7 yaşıma. Yaz gelmiş geçiyor, sokak ve boş arsaların tadını son defa çıkarıyor gibiydik mahalledeki arkadaşlarımla... Oyundan yorulup oturunca boş arsanın çimlerine, her zaman gündemimiz olmayan bir konu vardı dilimizde... Okul konusu! Evet, okul konusu konuşuluyordu ama bir sorun vardı. Okul çok uzaktı. Hangimiz gidecek, hangimiz gidemeyecekti?
O günlerde yollar toprak olduğu için kış gelince çamur deryasının içinde kalıyorduk. Ben ufak tefek bir çocuk olduğumdan yolları geçemeyeceğim endişesiyle gönderilmedim uzaktaki okula.
Gerekçelerden bir diğeri de mahallede yapımı başlamış olan yeni okul inşaatıydı. “Seneye gidersin, hem bu okul daha yakın” dediler. Neyse ki okul açıldı ve yaşıtlarımdan bir sene geç de olsa benim için de okul başladı...
Hep ismini duyduğum Mustafa Kemal’i ilk kez okula başlayınca gördüm. Okulun bahçesinde, yetişemeyeceğim kadar yüksekteydi büstü. Mermer bir zeminin üstünde, sadece göğsünden yukarısı vardı. Hemen yanında bayrak direği...
Sonra kitaplarda gördüm Atamı, her kitabın ilk sayfasındaydı. Şimdilerde anlıyorum, o zamanlar da az görüyormuşum. Çünkü kitapta yakından baktığımda görebildiğim yüzü, bahçedeki Atatürk büstüne bakınca göremiyordum. Kitaptaki netlik büstte yoktu. Peki nasıl tanıdım ben Atamı?
Okula başlamadan önce yeni bir park yapılmıştı mahalleye. Parkta bir de Atatürk heykeli vardı. Bütün heybetiyle oturuyordu Atam. Ve ufka bakıyordu, ileriye...
Bekçiyi atlatıp heykele tırmandım. Yüzünü yakından görmek için Atamın kucağına oturdum ve üniformasına, yüzüne, ellerine, her yerine dokundum. Ve işte o zaman tanıştım tam olarak ben Atamla. Bekçinin düdük sesine kadar da oturdum Atamın kucağında.
10 Kasım’da saat 9’u 5 geçe işe giderken bir otobüsün içinde, saygı duruşunda durdum.
Ve hayatın saygı için durduğu o 1 dakikada işte bunlar geçti zihnimden.
Işıklar ve nurlar içinde uyu Atam...
Sen ileri bakıyordun, biz de ileri gitmek için senin yolunu ve izini hiç kaybetmeyeceğiz.