Güncelleme Tarihi:
“Aslı, abiye şapkan var mı?” Arkadaşım Gülbin Özbey’den aldığım bu telefonla ‘yılın o vakti’nin geldiğini anladım. Gazetedeki kız grubu olarak, Türkiye’nin Ascot’ı Gazi Koşusu’na katılmak için sözleşiriz. Ama nedense, mutlaka bir engel çıkar. Bu sefer şeytanın bacağını kırmalıydık: Yarışa üç gün kala, İstanbul’da tek tük kalan şapkacıları turladık.
Şapkayı aldık almasına da, at yarışı konusunda cehaletim dizboyu. “Böyle de gidilmez” diyerek biraz ders çalıştım. Türkiye’nin en önemli derbisi tam 92 yıldır yapılıyor. Ülkemizde 1927’den beri kesintisiz düzenlenen tek spor müsabakası. Sadece üç yaş İngiliz tayları katılabiliyor. Her at, hayatında sadece bir kez koşabiliyor.
Haydi hep beraber!
Bu bilgiler iyiydi, hoştu ama Allah muhafaza biri gelir de ya ‘Favoriniz kim?’ diye sorarsa? Beylik bilgiler yarışta karın doyurmuyor. Neyse ki imdadıma geçen haftaki Hürriyet Pazar’da yayımlanan Süleyman Arat’ın haberinden başlıklar yetişti: “Yarışların Efendisi’ olarak kabul edilen büyük Türk derbisinden son üç yıl üst üste zaferle ayrıldı. Ahmet Çelik, ‘Hep Beraber’ ile bakalım bugün de kazanıp bir mucize gerçekleştirebilecek mi?” şansa bakın. İlk kez gittiğim yarışta rekor kırılma olasılığı var! ‘Daha ne olsun’ diyerek taktım şapkamı, aradım kızları, ver elini Veliefendi...
Daha ilk dakikadan falso verdim. Şeref Tribünü’ne giden kapı yerine ana kapıda indim. Gazi Koşusu toplumun her kesitini kucaklayan bir organizasyon. Hal böyleyken yıllarını at yarışı oynamaya adamış, işin makyajıyla zerre ilgisi olmayan kalabalığın içinde buldum kendimi. Kafamdaki afilli şapkayla... Ah ki ne ah: Kate Middleton havasına bürüneceğim derken kendimi Uzaylı Zekiye rolünde buldum. Utana sıkıla girdim Şeref Tribünü’nün kapısından.
Girer girmez de başka bir boyuta ışınlandım. Benim gibi grand tuvalet gelen bir güruhun içinde yerimi aldım. Kızlarla şapka defilesi podyumundaymış gibi salınıp, sıralanan koltuklara oturduk. İkramın bini bir para, son derece şık bir ortam. İleride konuşlanan masalarda Nebahat Çehre’yi gördüm, ‘Katya, şampanyamı getir’ edasında çevreye bakıyordu. Sanki ‘Aşk-ı Memnu’ setindeyim.
İşin en güzel tarafı, organizasyon o kadar iyi ki alt taraftaki kalabalıkla locadaki şıklık yarışı ne çakışıyor, ne sırıtıyor. Kolay değil: Koşu, 25 bin yarışseveri misafir etti. Herkes burada bulunmaktan çok memnundu. Birleştirici bir yarış coşkusu hâkimdi Veliefendi’ye.
O sırada kafama dank etti: Bir kupon oynasam iyi olurdu. Arkadaşım İpek Yezdani ile gişenin yolunu tuttuk. Bildiğimiz iki isim, Ahmet Çelik ve Hep Beraber’e oynadık. Çok bir şey değil, ufak bir meblağ. Maksat katılmak olsun...
Saç, baş,şapka bir yerde...
Yemek salonuna geçtik. Beyaz örtülü masaların birini, iki yarışseverle paylaştık. Selim Bey, kuponumu sordu. “Vaay ganyan yapmışsınız” dedi. Ama bu hamlemi de hiç tasvip etmedi: Kuponu değiştirip Halis Karataş’a oynamamız gerektiğini söyledi. İşin dedikodusuna da ortak olduk: Efsane jokeyin yıllık geliri 1 trilyonmuş. Karşıdaki tüm bloklar onunmuş. Tabii bunlar söylentiymiş.
Tribüne geri döndüm. Bir baktım arkadaşlarım yok olmuş. Ellerinde bir tomar kupon, geri geldiler. Aldıkları tüyoları değerlendirmişler. “At koşsun, baht kazansın şekerim” dedim. Bunu alanda yapılan röportajlardan duydum, bir noktada satmalıydım elbet...
En sonunda Gazi Koşusu geldi çattı. Yarış dediysem uzun bir şey beklemeyin, jokeyler 2400 metreyi 3-5 dakikada koşuyor. Verdiği coşku inanılmaz. Başlar başlamaz salon kadını çizgimden çıkıp, yarışı çığlık çığlığa izledim. Şapka bir yerde, makyaj terden perişan. Ama hiç oralı olmadım. Zaten yalnız değildim, herkes ayaktaydı. 2 dakika 29 saniye sonra ise destan yazıldı; Ahmet Çelik, dört kez üst üste Gazi Koşusu’nu kazandı. Alkış kıyamet, böyle bir ana şahitlik etmenin mutluluğunu yaşadık. Çıkışa doğru ilerlerken gündemimiz, bir sonraki yarışa daha süslü bir şapka almamız gerektiğiydi.
Locada şıklık yarışı hâkimken, aşağısı da panayır yeri gibi bir hayli keyifliydi.
İpek Yezdani ve Gülbin Özbey ile tribünde...