Güncelleme Tarihi:
Bir süredir yeni projesinin çekimleri için Muğla, Selimiye’deydi. İstanbul’a döndüğünde buluşuyoruz. O şöhreti ne kadar büyüse de kendisi değişmeyenlerden. Ekrandaki gibi beyefendi, sakin. Sanki hiç sinirlenmez, o çizgisini hiç bozmazmış gibi geliyor. Yıllar geçtikçe de daha yakışıklı oluyor. Caner Cindoruk’la geçmişten günümüze doğru başlıyoruz muhabbete...
FOTOĞRAFLAR: Muhsin AKGÜN/MASTÜDYO
* Sahnede tam 26 yılı geride bırakmışsın...
Evet, 17 yaşında başladım. Seyhan Belediyesi’nin tiyatro topluluğunda ilk profesyonel oyunuma amcamın yönettiği bir oyunla çıktım. Öncesinde de amcam oyuncu olduğu için sahne arkasını görme fırsatım olmuştu. Sahne önü ve arkası bambaşka dünyalar. Bu beni çok etkiledi.
* Hangisini daha çok sevdin?
Sahnenin önünde olmayı. Çok utangaç bir çocuktum ve ilk sahneye çıktığımda orada değişik bir rahatlama duygusu hissettim. Bence iyi oyuncuların çoğu utangaç bir çocukluktan geliyor.
* Neden?
Başka bir dünyada kendini çok rahat ifade ettiğini görmek belki de bu mesleğe olan tutkuyu kaşıyor.
* Hangi noktada “Bu iş benim hayatım olur” dedin?
‘Fehim Paşa Konağı’nda Yusuf karakterini oynamaya başladığımda sahne üzerinde yaşadığım o deneyim inanılmazdı. “Hayatım boyunca bundan başka bir şey yapamayacağım” dedim.
* Hiç pişman oldun mu?
Hayır, olmadım. Mesela Adana’da kendimi aşamayacağımı düşündüğüm bir evre vardı. O noktada tiyatro yapmamaya karar verip şehir tiyatrosundan istifa ettim ve askere gittim. Döndüğümde bir ilaç firmasında çalıştım. Ama sekiz ay sürdü. Anladım ki ben oyunculuk dışında hiçbir iş yapamam. Hayallerimi daha net gerçekleştirebileceğim, bu işin başkenti olan İstanbul’a dört arkadaşımla gelme kararı aldık.
* ‘Hanımın Çiftliği’ kariyerinin kırılma noktası oldu. Şöhretle o dönem tanıştın. Hiç kaybetmekten korktun mu?
Hiç öyle kaygılarım yok. Benim için denklem çok basit; iyi bir insan olayım, yaptığım işi iyi yapayım.
* Türkiye’nin en iyi oyuncularından birisin. Hem de magazinde çok görünmeden... Bunu sağlamanın sırrı neydi?
İşimle anılmak hep önceliğim oldu, insanlar canlandırdığım karakteri konuşsun, Caner Cindoruk’u çok konuşmasınlar
istedim. Bu bana daha iyi geliyor.
* Kadın oyuncular ekrandaki güzellik baskısından şikâyet ediyor. Peki erkekler...
Anaakım dediğimiz televizyon dizilerinde maalesef böyle bir algı var, erkekler için de... Karakter çok yakışıklı bir adam olarak çizilmişse, oradan yürüyorsun ama tiyatro sahnesine çıktığımda ya da bağımsız bir film yapıyorsam böyle duygularım olmuyor.
* Sen bu tür baskılara maruz kaldın mı?
Kalmadım dersem yalan olur. Ama rolün gerektirdiği şeyler de var. Şu an SAT komandosunu oynuyorum. İki ay öncesinden sıkı spor yapmaya başladım. Bu da karakterin gerekliliği. Ben biraz karakter üzerinden yola çıkıyorum.
* Oyunculukta ‘sosyal medyadaki takipçin kadar değerlisin’ algısına ne diyorsun?
Oyunculuk çok uzun serüven. Bu işi 70 yaşında da yapmak istiyorsan gerçekten donanımlı olman şart. Kendini, duygularını, bedenini tanıman gerekiyor, bu da gerçekten çalışmayla olan bir şey. Diyelim, yeni bir rol canlandıracağım, “Aa, ben oyuncuyum, artık her şey benim için basit” diyemem. Mesela Ali karakterini oynamak için tekne kullanmayı, bir SAT komandosunun duygularını öğrenmem lazımdı. Bir babanın duygularını, iletişimsizliği keşfetmeliydim.
* Bundan sonrası için hayalini kurduğun bir şey var mı?
Global filmlerde yer almak gibi hayallerim var ama önce kendi hikâyelerimi yapmak istiyorum. Babam da hikâyeci, ben de hikâye yazmayı seviyorum. Ve bizim çok hikâyemiz var, bunları sinemada yavaş yavaş hayata geçirmek istiyoruz.
Her şeyi platonik yaşayan biriydim
* Hep beğenilen adam mıydın?
Üniversitede tiyatro yaparken biraz özgüven gelmişti. O zamana kadar, her şeyi platonik yaşayan biriydim. Bir kıza ondan hoşlandığımı söyleyemezdim.
* Seni George Clooney’ye benzetenler oluyor. Sabahları aynaya baktığında kendine yükselir misin?
Olumsuz tarafları daha çok gören biriyim. Tabii kendimi ve kendime bakmayı seviyorum. “Bugün iyi hissediyorum” dediğim zamanlar da oldu, “Bu yüzle nasıl sete gideceğim” dediğim zamanlar da...
* Aşkı çözebildin mi?
Aşkı çözebilse felsefeciler, psikologlar, edebiyatçılar çözerdi. Belki de çözülemediği için bu kadar altı dolu bir kavram. Çünkü her şair aşkı başka anlatıyor, her yazar aşkı başka tarif ediyor. Ya da bizim her deneyimlediğimiz şey bambaşka, hiçbiri diğerinin aynısı değil. Çünkü bu bir kimya, etkileşim olayı, karşındaki insanla senin oluşturduğun, başka yerde, başka biriyle aynı şekilde olmayacak bir şey. O yüzden her seferinde yaşanan da yaşattığın da başka oluyor.
* Sana göre...
Aşk benim için de hâlâ çok karışık. En trajik tarafı zamanla kayboluyor olması... Özellikle çağımızda bu daha da hızlandı. Tüketim onu da biraz tüketti. Büyüsü biraz daha farklılaştı...
Depremde kaybettiğim arkadaşlarım var
* 43 yaşındasın. 40’tan sonra hayatta neler değişti?
Daha olgunum. 10 yıl önce öfkelendiğim bir şey ya da kafaya taktığım bir mesele artık sıradan gelebiliyor. Yapmam gereken şeyler var ve onların fikirlerinin olgunlaştığını düşünüyorum.
* Çok büyük bir deprem felaketi yaşadık. Sen de Adanalısın. Neler yaşadın, kayıpların oldu mu?
Hayatımın en zor dönemlerinden birini yaşadım. Setteydim, ilk iki-üç gün zaten çalışamadık. Sonra çalışma kararı aldım, çalışmasaydım baş edemeyebilirdim. Çünkü ailem oradaydı. Kaybettiğim arkadaşlarım var.
* Başın sağ olsun...
Sağ ol, teşekkür ederim. Yeni geldim oradan, ilk defa yüzleştim, çok büyük bir yıkım. İnsanın ne kadar aciz olduğunu bir kez daha anlamış oldum.
* Hayata dair nasıl bir öğreti edindin?
Her şey çok boş, hep bir şeyler biriktirmek için uğraşıyoruz, ev alalım, onu yapalım, bunu yapalım... Ama hayat aslında o kadar basit ki; bir dakikaya bakıyor.
Kendimle kaldığımda içimde oyunlar oynar, hayaller kurarım
* Biraz geçmişe dönelim. Baban çok tutkulu bir yazarmış?
Evet, çünkü yazmanın onda gelir olarak bir karşılığı yoktu. Bu sebeple de yıllarca işçilik, işportacılık gibi başka işler yaparak para kazanmaya çalıştı. Yazmayı da hiç bırakmadı. İdealist bir adam. 13-14 kitabı, binlerce öyküsü var.
* Sen de eve para getirebilmek için erken yaşta iş hayatına atılmışsın. Terlik, bavul, oyuncak, toka satmışsın. Erkenden iş hayatına atılmak sana neler öğretti?
10 küsur yaşlarındaydım, sokağı ve hayatı erken tanımama vesile oldu. Bir şeyi satmak, onu nasıl satacağın bir meziyettir. Belki de oyunculuğumun ilk idmanlarını orada yaptım. O dönem babamın kitap yazma evresiydi, eve kapandı, çıkmadı. Daktiloyla sabahlara kadar yazardı. Onun kapandığı süreçte, bir yaz, evi ben idare etmiştim. O sebeple çok hikâyem var.
* Sokakta çalışan Caner’i bugün görsen, ne derdin?
Buradan devam... O zaman çok hayallerim vardı, hayalperest bir çocuktum. Mesela futbolcu ve gol kralı olmanın hayallerini kurardım. Hâlâ da kendimle kaldığımda içimde oyunlar oynar, hayaller kurarım.
* Üniversitede işletme okumuşsun. Mezun oldun mu?
Evet. Üniversitede de tiyatro kolu başkanıydım, orada dokuz yıl inanılmaz atölye çalışmaları yaptık. Onlarca oyunda oynadım, yedi oyun yönettim.
Ben aslında zaaf seviyorum
* Bir önceki işin ‘Sadakatsiz’de eşini aldatan birini canlandırdın. Sana sinirlenen çok izleyici vardı. O dönem neler yaşadın?
Bazı oyuncu arkadaşlarımın en büyük yanlışlarından biri karakterle kendilerini çok bütünleştirmeleri. Karaktere yapılan eleştirileri çok üstleniyorlar. O karakterin geri dönüşleriyle dalga geçtiğinizde, bunu pozitif yanından evirdiğinizde aslında çok daha kendinizle barışık olabiliyorsunuz. Bunu da ilk anneme anlatmıştım. Çünkü
ilk bölüm sonrası ağlayarak beni aramıştı.
* Aa, neden?
“Niye böyle bir karakteri oynadın, herkes sana değil, bana küfrediyor” dedi. Ben de “Karaktere edilen küfürler, hakaretler oğlunun aslında bir başarısı” demiştim.
* Yeni işin ‘Maviye Sürgün’de SAT komandosusun. İyi bir karakter... Kötü adam imajından kurtulmak mı istedin?
‘Maviye Sürgün’deki Ali yüreği çok güzel ama zaaflı bir adam. Ben aslında böyle zaaf seviyorum. Çünkü herkesin zaafları var, bana daha gerçek geliyor. Ali de çok başarılı bir asker ama karısını kaybettikten sonra onun boşluğunu dolduramıyor. Duygularını çok ifade etmeyen, zor koşullarda yaşamaya alışmış ama çocuğunun okuluyla nasıl ilgileneceğini bilmeyen de biri. Bu zaafın dönüşecek olması seyircide bambaşka bir şey uyandıracak.
* Senin zaafların neler?
Kaygı bozukluklarım vardı. Mesela bir yerden bir yere giderken inanılmaz panik geliyordu, böyle çok uçak kaçırdım. Tabii bununla baş etmeyi de öğrendim.
* Tiyatroda da bu sezon ‘Eve Dönüşler’de oynadın. Yeni sezonda neler var?
‘Eve Dönüşler’ bir kara komediydi. Güzel tepkiler geldi, hatta Üstün Akmen En İyi Oyuncu Ödülü aldım. Yeni sezona Moda Sahnesi’nde ‘Othello’yu yapmak gibi bir düşüncemiz var. Zaten hep Shakespeare oynamak istiyordum. Yaşımın geldiğini düşünüyorum. Bir de beni oyuncu olarak biraz zorlayacağına inanıyorum, böyle klasik bir şey çalışmak uzun zamandır yapmadığım bir şey, çok heyecanlıyım.
Julia Roberts olabilir...
* Bir mutluluk tablosu çizsen içine ne koyarsın?
Seyhan Nehri akıyor, bahçeli bir ev, etrafında ailem, sevdiğim insanlar...
* Başlayınca duramadığın şey nedir?
Çekirdek hastasıyım. Dün gece bile tutamadım kendimi, bir büyük paketi bitirmişim.
* Görünce gözlerini alamadığın bir şey...
Denize ya da akan suya bakabilirim.
* Bir randevuda en sinir olduğun şey ne?
Geç kalınması.
* Bir kadında ilk nereye bakarsın?
Gözlerine.
* Sevgilinin odasında bir obje olsan, ne olurdun?
Yatak örtüsü.
* Bir asansörde bir saat kapalı kalıyorsun. Yanında kim olsun isterdin?
Varsa sevgili, yoksa Julia Roberts olabilir.
* İlk âşık olduğun ünlü kimdi?
Türkan Şoray.