Güncelleme Tarihi:
Bir süredir ‘Son Yaz’ dizisinin çekimleri için Çeşme’de. İstanbul’a dönüş yolunda olduğu bir gün, arabadayken görüntülü konuşma fırsatı yakalıyoruz. İçimden ‘Oynadığı dram filmlerindeki kadar sert mizaçlı mı yoksa komedi filmlerdeki gibi neşeli mi’ diye geçirirken karşımda kıpır kıpır bir adam buluyorum. 1.5 yaşındaki oğlunu anlatırken gözlerinin içi gülüyor, “Onu kendime benzetiyorum; tavırları, sıkılganlığı filan” diyor, Hazal Kaya’yla yaptığı evliliği ve aşklarını anlatırken de heyecanlanıyor. Ali Atay’la başlıyoruz sohbete...
Geçen hafta doğum gününü kutladın, 45 yaşına girdin. Nasıl hissediyorsun?
Valla 25 yaşımda ne hissediyorsam aynı... Enerjin sönmediği sürece yaşın hiçbir önemi yok.
Enerjin hep yüksek miydi?
Enerjim yüksek mi, emin değilim. Benim galiba heyecanım yüksek. Heyecanlandığım şey hemen olsun diye sabırsızlanıyorum ya da “Olması için ne yapabilirim” telaşına düşüyorum.
Çok röportaj vermiyorsun. Hadi sohbete biraz geçmişten başlayalım. 1.5 yıl önce baba oldun, sana ödüller getiren
‘Nuh Tepesi’ de bir baba-oğul çatışmasını konu alıyor. Senin babanla ilişkin nasıldı peki?
Babamı 16 yaşımdayken kaybettim.
Başın sağ olsun... Bu kaybın nedeni neydi?
Kanser. Birtakım anılar hatırlayıp o anıları kendime göre değiştirdim diye tahmin ediyorum. Aklımda olan şeyleri eğdim, büktüm. O anlamda baba-oğul hikâyelerine hep hâkimdim.
Bu kayıp hayatına nasıl yansıdı?
Ölüm gerçeğiyle ilk defa ve çok sert biçimde karşılaştım. Bütün hayatımı sorguladım. Mesela işletme okuyacakken bir anda ait olduğum yerin orası olmadığı fikri kafama kazındı.
Niye böyle hissettin?
İşletme okumak istemediğimi fark ettim, kendimi ifade edebileceğim alanlar aramaya başladım. Sinemacı olmak, yazmak
ve müzik yapmak istediğim gerçeği gün yüzüne çıktı.
Annen ne dedi bu karara?
“Babanı kaybettiğin için ne yaptığını bilmiyorsun” dedi. Dört kardeşin en küçüğüyüm. Ablalarım evlenmişti. Bir de abim var, subay; görevi nedeniyle şehir dışındaydı. O yüzden annem benim bu durumumla tek başına mücadele etmek zorunda kaldı. İşletme okumak üzere olan başarılı bir öğrenciyken dümen kırıp konservatuvar okumak istediğimi söyledim.
Nasıl ikna ettin?
“Dizinin dibinde mutsuz biri olarak oturabilir ya da karşına kendi hayatını arayan mutlu bir insan olarak çıkabilirim. Kararını ver” dedim. Radikal bir hareketti ama bana destek oldu.
Rize’de doğmuşsun. “İnsanların ruhu doğdukları yerin iklimine benzer” derler. Sen de Karadeniz gibi dalgalı mısındır?
Anlık gelgitlerim olabiliyor.
Neler sendeki durgun denizi dalgalandırır?
Adaletle derdim var, adil olmama meselesi beni çıldırtıyor. Elimden gelen bir şey varsa yapmak istiyorum. Ama müdahale edemeyeceğim bir şeyse boğazım kuruyor, insanlığımdan soğuyorum. Sanırım bu sebeplerle de yaptığım her işte yolum, adaletle ilgili bir konudan geçiyor.
SOSYAL MEDYAYLA ALAKAM YOK
Yönetmenlik ve oyunculuktan birini seçmen gerekse, hangisini seçersin?
Ben acıkmayı seviyorum. Bitmeyen bir açlığım var.
Nasıl yani?
Hayatımı sadece oyunculukla geçindirmeye mecbur olsam biliyorum ki bir süre sonra oyunculuktan sıkılırım. Sadece yönetmenlik veya müzik yapsam, onlardan da sıkılırım. Hepsini ara ara dinlendirip onları yapmaya acıkacağım şekilde yapmayı seviyorum. Amatörlüğümü muhafaza edip o konuda aç kalmak benim için çok zevkli bir şey.
Yönetmen, yazar ve oyuncu olarak işin her aşamasında bulunuyorsun. Yeni nesil oyuncuların star algısına nasıl bakıyorsun?
Bir çocuğun bir anda başrol olması ve starlığa evrilmesiyle ilgili bir sıkıntım yok. İnsanlar kendilerini geliştirdiği sürece her şeyi yapabilir. Müzik, sinema, tiyatro herkesindir. Bu alanlarda da hiçbir şey kutsallaştırılmamalı. Çünkü o noktada işin içine mükemmeliyetçilik girer. Mükemmeliyetçilik olan yerde de yargılanma ve hata yapma korkusu başlar. Zaten bu yargılanma korkusu yüzünden de yeni nesil bilindik yollardan yürüyor. Oysa kendi özgün ve istedikleri şeyleri yapmaları gerek. Yaptığınız şeye inanıyorsanız hata yapmaktan korkmayın. Ancak böyle istediğiniz şeyi yapmaya ulaşabilirsiniz.
Bir oyuncunun sadece sosyal medya takipçisi yüksek diye başrol almasını da önemsemiyor musun?
Şu an belki öyle bir süreçten geçiyoruzdur, yapımcı 2 milyon takipçili birini tercih edilebilir. Benim sosyal medyayla alakam, takipçim yok. Beni o işe aldığında o projenin nereye dönebileceğini öngöremiyorsa o yapımcının kendi eksikliğidir.
HAZAL’LA BİRBİRİMİZİN ŞANSI OLDUK
Evlilik nasıl gidiyor?
İyi gidiyor, mutluyuz. Bizim için aşk bir süre sonra daha kuvvetli, başka türde, büyük bir şeye dönüştü. Birbirimize daha yüksek bir perdeden âşık olduğumuzu düşünüyorum. Hazal’la aramızda çok güçlü bir bağ var. Nedenlerini araştırmıyor, sadece var olan bu sürecin tadını çıkarıyoruz. Yarın her şey değişir mi? Bilemem, ilgilenmiyorum yarın ne olacağıyla.
Hazal Kaya bir röportajınızda senin için “Birlikte büyüdük” demiş. Sanırım siz tanıştığınızda aklında hiç aşk yokmuş…
Hazal 23, ben 36 yaşındaydım. Yaşlarımızın farkında bile değildim. O da değildi. Yaşını sorduğumu bile hatırlamıyorum. İnsanlara memleketlerini ve yaşlarını hiç sormuyor bile olabilirim. Velhasıl, ilk tanışmamız benim yazdığım bir film senaryosu içindi. Doğal olarak aklımda Hazal başka bir yerde konumlanmıştı. Zaman içinde ilişkimiz başladı, filmi de çekemedik.
Hazal da oğlun Fikret Ali de korona oldu. Çeşme’de setteydin. Neler yaşadın?
O gece Hazal’la konuştuk, hafif geçiriyordu. Fiko’ya da geçtiğini tahmin ettik. Ateşi yükseldi. “Hiçbir şey umurumda değil, hemen atlayıp geliyorum” dedim. Hazal beklemek istedi, “Hastaneye gidersek gelirsin” dedi. Zaten hafif atlattı. Ama Fikret Ali, altı saatte tokatladı koronayı, aslanım! Ertesi gün çivi gibi kalktı ayağa.
İkinizin de oyuncu olması evinize nasıl yansıyor?
Evde her şeyi konuşuruz. Başka insanların hobi olarak yaptığı her şey, bizim hayatımızın bir parçası.. Biz Hazal’la birbirimizin şansı olduk. Onun işleriyle ilgili yönlendirmem ama fikir veririm. Ben de onun fikirlerini mutlaka alırım. Birbirimizi çok besleriz. İkimiz de eskiden yeteneklerimizden korkan insanlardık. Karşılıklı olarak içimizdeki güçleri açığa çıkarıp birbirimizi yükseltmeye başladık. Mesela Hazal çok güzel şarkı söylüyor. Onu buna ikna etmek için uğraştım. O da beni senaryo yazma ve film çekme konusunda
çok destekledi. Aynı evin içinde böyle bir insanla yaşamak muazzam bir şey.
MESELEM ANLAMAK...
Baba olmak ne hissettirdi?
Hayattaki bütün meselem anlamak üzerine. Şu an odaklandığım şey de oğlumu anlamak. Nasıl bir karakteri olacak? Nelerden zevk alıyor? Babalığımı anlamaya çalışıyorum.
Fikret Ali sana çok benzetiliyor. Hatta hayranlarınız sosyal medyada senin kafanı Fikret Ali’nin fotoğrafına fotoşopluyor...
Benim kucağıma beni koymuşlar (gülüyor). Ben de kendime benzetiyorum. Tavırları, sıkılganlığı filan da benziyor. Ona, hayatında hiçbir şekilde müdahale etmeyi düşünmüyorum. Ne istiyorsa onu yaşayacak. Ben de ona eşlik edeceğim.
KONUŞMUYORUZ, KONUŞMAMIZ LAZIM
‘Nuh Tepesi’ filmiyle Tribeca Film Festivali’nde ve SİYAD’da ‘En İyi Erkek Oyuncu’ ödüllerini aldın. Ödül alanlar “Ayaklarım yerden kesildi” der...
Çok güzel bir şey ama yıllardır ödülün benim için ne ifade ettiğini çözemedim. Bir-iki gün güzel geçiyor ama sonra... Ödüllü ve ödülsüz bir oyuncu olmak arasındaki farkı anlamış değilim. Çektiğim bir filmin kalıcı olması benim için daha önemli.
Bu kadar övgü alan ‘Nuh Tepesi’nin sendeki karşılığı ne?
Senaryoyu okuduğum an “Bu insanlar var. Yaşıyorlar. Bunlar gerçek insanlar” dedim, bu işe dahil olmalıyım diye düşündüm.
‘Son Yaz’ adlı dizin de devam ediyor. Bu dizinin derdi ne?
Yola çıkarken konuştuğumuz şey ne anlattığımız değil, nasıl anlattığımızdı. Karakterlerden hiçbiri tam olarak kötü değil, hiç kimse tam olarak iyi de olamıyor. Bir insan hayatta ne kadar iyilik ve kötülükle baş ediyorsa, ne kadar gülebiliyorsa biz de onları gösteriyoruz.
Günümüzde gerçek ilişkiler kurmayı ne kadar beceriyoruz?
Konuşmuyoruz, konuşmamız lazım. Her şeyi... Mesela benimle ilgili bir şey duydun ya da yaşıyorsun. Bunu kendin çözme. Beni ara, sor. Saydamlık bu kadar küçük bir noktadan başlarsa bütün topluma sirayet eder. Bunu lokalde çözersek toplumsal mevzuları da bu şekilde aşarız.