Güncelleme Tarihi:
Dünyanın 92 farklı şehrinde düzenlenen ‘Ironman’ Türkiye’de geçen hafta üçüncü kez düzenlendi. Tam adı ‘Gloria Ironman Turkey 70.3’ olan yarışa katılan 375 kişiden biri de bendim. Yarışın parkuru 1.9 km yüzme, 90 km bisiklet ve 21 km koşu... Tamamladım tamamlamasına ama kolay olmadı.
Ironman’i daha önce özellikle yabancı basından takip ediyordum. Üç yıl önce Türkiye’de yapılacağını öğrenince çok sevindim. ‘Nasılsa katılırım’ diye -biraz da ürküp- ilk ikisini kaçırdım. Üçüncü kez yapılanı kaçırmamalıydım. 55 ülkeden gelen sporcuların arasında adımı listeye yazdırdım.
Yarışa bir ay kala katılacağım belli oldu. Ancak zorlu bir maraton beni bekliyordu. Normalde Ironman etaplarını zamanda bitirebilmek (Türkiye için 8.5 saat) uzun bir çalışma temposu gerekiyor. Yüzme, bisiklet, koşu... Ayrı ayrı antrenmanlar elzem. Ancak yeterince hazırlanamadım. Hatta bir bisikletim bile yoktu, emanet aldım.
KUŞLUK VAKTİ İSTANBUL SOKAKLARI
Emanet bisikletimle İstanbul sokaklarına gün ışımadan toplam dört kez çıkabildim. ‘Trafik başlamadan antrenman yaptın yaptın, yoksa ezilme tehlikesi ile karşı karşıyasın’. Meğer daha gün doğmadan ne çok bisikletli yollara düşüyormuş...
Olimpiyatlarda ülkemi temsil etmeyeceğim için kuşluk vakti kalkıp pedal çevirmeye daha fazla dayanamadım. Koşu antrenmanını ise haftada bir kez oynadığım futbola saydım. Yüzme ise ‘nasılsa eski yüzücüyüm!’ deyip es geçtim. Sonuçlarını ne mi oldu? Yarış biteli beş gün olmasına rağmen acısını hâlâ Ironman olmanın acını çekiyorum...
ATLET REHBERİ
Yarış bir gün sürüyor ancak neredeyse bir kamp havasında geçiyor. Yarışmacıların çoğu üç gün öncesinden yarışın yapılacağı şehre gelip bir gün de yarış sonrası kalıyor. Yani dört günlük uzun bir maraton. Önce anlam veremedim ancak sonradan sebebini anladım.
Geri sayım hızla devam ederken Ironman’den sürekli bilgilendirme mailleri alıp takip ettim. Son gelen 30 sayfalık ‘atlet rehberi’nin çıktısını alıp üniversite sınavına hazırlanır gibi çalıştım. İlk deneyimim olduğu için çoğu şey karışık geliyordu.
‘Denizdeki şamandıralar arasında kaç tur atacağım?’, ‘Yüzmeden çıkınca hangi renk poşetten bisiklet malzemesini alacağım?’, ‘90 kilometrelik rotanın hangi kilometrelerinde su veriliyor?’ gibi onlarca bilmem gereken konu vardı...
GÖBEKLİ IRONMAN
Yarışın yapılacağı Antalya’daki ‘Gloria’ otellerine geldiğimde ilk Ironman atletlerini gördüm. Daha o dakika yıkıldım. Televizyondakilerden daha da uzun, daha da kaslı geldi gözüme. Hepsi fit... Çoğunun kollarında bacaklarında Ironman dövmeleri var. Kendimi ‘göbekli bir Ironman adayı’ gibi hissettim.
Sporcuların çoğu yabancı. Bir kısmı hayatlarını sadece ‘Ironman atleti’ olarak devam ettiriyor. ‘Benim amacım farklı!’ diye düşünerek kendimi avutmaya çalışsam da motivasyonumu sağlamakta çok zorlandım.
Neyse ki yarışın mottosunu sık sık aklıma getirip bu fikirden vazgeçiyordum; “Zor olabilir ama imkansız değil...”
ZİLLİ BİSİKLET
Yarış öncesinde otelde bir saat süren teknik toplantı yapıldı. Can kulağı ile dinlememe rağmen bazı bölümleri anlamadım. Kuantum fiziği dersine girdiğimi hissettim. Cep telefonumla video çekip tekrar tekrar izledim. O kadar çok kural, yapılması gereken şey var ki! Biri eksik kalsa diskalifiye olabilir, yanlış yöne gidebilir ya da yarışı bırakmak zorunda kalabilirsiniz...
Son hazırlıkları yapmaya başladım. Ancak bisikletimle ilgili sorunlar vardı. Yarış öncesi tanıştığım antrenör Halil Emre, bisikletin ayarlarını konusunda yardımcı oldu. Hem kızarak hem de gülerek... Bisikletin kadro boyu bana uygun değildi, selesi (ben koltuk deyince kızdı) boyuma göre ayarlanmamıştı. Zincirin yağı yoktu. Gidonun (Ben direksiyon dedikçe sinirleri kalkıyordu) boyu benim boyuma uygun değildi. Bu kontrolleri yaparken gidonun üzerindekine gözü takılıp “Bu nedir?” diye sordu. “Zil” cevabına dayanamadı, baskı kahkahayı. Video çekip Instagram’da story’sine bile koydu. “Sanırım Ironman’e katılan bisikletlerin içinde zil’i olan tek sen olacaksın” dedi. Durum bu kadar vahim yani...
İKİ MUZ YETER BANA!
Bisiklet ayarları bittikten sonra kıdemli Ironman arkadaşım Fulya Erkmen hangi takviyeleri aldığımı sordu. Şaşkın gözlerle bakarak yanımdaki muzları gösterdim. İki muzum vardı. Yarış anında bunları yiyecektim. Birini bisiklette, diğerini koşarken... O da kendini tutamadı, gülerek “Sen deli misin” dedi. Biraz da durumuma acıyıp elindeki fazla vitaminlerden verdi. Suya atmam için isotonik, kramp girmemesi için magnezyum hapı, bisiklete başlamadan almam için enerji barı, bisikletin ilerleyen kilometrelerinde yemem için jeller, koşu öncesi kafein hapı, ağrı kesici... Küçük bir torba ile yanından ayrıldım. Sıralamasın tutmak için bile not aldım.
TAKVİYELER SAY SAY BİTMİYOR
Bu tür yarışmalarda takviyeler önemli. Benim iki muzla katılmayı düşündüğüm yarışa tecrübeli yarışçılardan Gizem Keservuran bakın nasıl hazırlanıyor: “Bu yarışlarda en önemli nokta ‘nasıl beslendiğin...’ Hem yarış süresince hem de yarış öncesi dönemde. Benim kullandığım takviyeler ve fiyatları şöyle: “Magnezinc 14 TL, Benexol - B12 Vit. 14TL, Selenşum 43 TL,
Omega3 / krill oil dönüşümlü 90 TL, Sis jel (yarışta toplam yedi jel kullandım, biri 9 TL). Powergel shots yarış sırasında kullandım (16*60 Yarış sırasında beş tane yedim, 40 Dolar civarı).
Voltaren SR 75 Antiinfmatuvar (Yarış sonrası mutlaka kullanılmalı 6 TL ), Spirulina (Deniz yosunu, hücre oksijenlenmesini artırıyor 100 tablet 75 TL), Cvit sandoz 25 TL (10 tablet var),
Coconut milk 1 lt 20 TL (3 kullanımlık ), keçi boynuzu tozu - paketi 8 TL; maca tozu - 200 g 67 TL, wheat grass powder - buğday çimi tozu - 800 g. 52 Dolar) ve yerli muz...”
Keservuran’ın listesi böyle. Duyunca küçük dilimi yutacak gibi oldum. Ben sadece son maddesini biliyordum halbuki...
Bu arada toplamda tüm bu takviyelere ayırdığı bütçe yarış günü için ortalama 200-250 TL civarı. Yani biraz tuzlu iş... Zaten yarışa katılanların en büyük dertlerinden biri de tüm bu işlerin çok para tutması...
VE YARIŞ GÜNÜ...
Saat sabahın 5.30’u. Güneş yüzünü göstermemiş ancak her yerde bir telaş var. Start düdüğü 8’de çalacak. Son hazırlıklar yapılıyor. Unutulan eşyalar yerlerine konuluyor. Bisikletin yanına gidip, enerji barları, ilaçları koydum. Muzları da unutmadım.
Sonra kumsala gidip startı beklemeye başladım. İlk düdükle birlikte önce ‘pro’ atletler suya atladı. Sonra sırayla sporcular suya girmeye başladı. 1375 kişi... Dile kolay. Mahşer yeri gibi. Daha suya kafamı sokar sokmaz ilk tekmeyi yedim. Kimsenin kötü niyeti yok belki ama o kadar kalabalıkta birileri kurbağalama yüzünce geridekinin vay haline... 30 sayfalık atlet rehberini okuma, teknik toplantıyı can kulağı ile dinlesem rağmen yaptığım tek şey önümdekini takip etmek oldu...
SUDA GEÇTİKLERİM BİSİKLETTE ACIMADI
Denizdeki 1900 metrelik parkuru 39 dakikada tamamladım. Bu normalde fena sayılmayan bir derece. Belek’in hâlâ yaz günlerinden kalan sıcak suyundan (24 derece) çıktıktan sonra sahilden, otelin lobisinden koşarak geçip bisiklet alanına vardım. Hızlıca gerekli eşyaları giyip pedal çevirmeye başladım. Suda tek tek geçtiklerim acısını fena çıkardı... 5-10 kilometre sonra beni geçenleri saymayı bıraktım.
İKİ KEZ LASTİK PATLADI
30 kilometrede ise bir dönüşte mazgala girdim. Ön tekeri kurtardım ama arka teker patladı. Hayıtımda hiç arka teker değiştirmedim. Ancak neyse ki yedek iç lastik ve pompa almıştım. İlk deneyimimi de, bugüne kadar ilk kez gördüğüm parkurun bir parçası olan ‘Antalya Expo Alanı‘nın içinde yaşadım. Tekeri söktüğüm anda birkaç vida fırladı. Nereye gittiklerini bulamadım bile. Lastiği değiştirip, havayı bastım. Eksik vidalara rağmen lastiği yerine takmayı 15 dakika sonra başardım. (Normal Ironman atletleri bunu birkaç dakikada yapıyor). Sonra sürmeye başladım. Tekerde bir yamukluk vardı, her dönüşünde bunu hissediyordum. Durmadım, devam ettim. Sadece birkaç kilometre gidebildim. Sonra tekrar patladı.
PATLADI-PATLAYACAK
“Ironman’e antrenmansız, hazırlıksız gelmenin cezasını çekiyorum” diye düşündüm kendi kendime. Yedek lastik bir tane vardı ve onu da harcamıştım. Mental olarak bu kadar hazır olmama rağmen, kendimi Lance Armstrong gibi hissetmeme rağmen, hem fizik olarak hem de ekipman olarak yetersizdim. Yarışın tam benim için bittiğini düşündüğüm anda aklıma bir fikir geldi.
Patlak iç lastiği elime alarak arkamdan gelen son yarışmacılara bağırarak sormaya başladım: “Fazla iç lastik...” Ancak ikinci turunu atan atletlerin bu sözleri duyduğuna bile şüpheliyim. Neyse ki 10 dakika sonra yarışçılardan Suat Eriş durdu ve bana bir iç lastik verdi. “Kolay gelsin!” diyerek yoluna devam etti. Lastiği değiştirip havayı bastım. Ancak bu kez eksik vidalar yüzünden ne yaptıysam tekerleği yerine oturtamadım. Bu kez çaresiz teknik desteği beklemeye başladım. 20-30 dakika sonra karşı şeritten geçen motorize teknik servise işaret ettim. Yanıma geldiler. İdare edebilecek kadar tekerleği düzelttiler, “Fazla yüklenme” diyerek uzaklaştılar. Sonraki 55 kilometreyi lastik yeniden ‘patladı-paylayacak’ korkusuyla tamamladım.
KRAMPLAR GİRDİ
Bisikleti bırakıp koşuya başlayacağım sırada, kafein hapı aklıma geldi. Hemen yuttum. Koşunun daha ilk kilometresinde kalbim öyle hızlı atmaya başladı ki, kriz geçiriyorum sandım. Haptan olduğunu tahmin ettim. Bir süre yürüyerek nabzımı düzelttim. Sonra tekrar başladım koşmaya...
Ancak bu kısım yarışın en zor bölümüydü. Kilometreler bitmek bilmiyordu. Daha 7. kilometrede yarışı bırakmayı düşündüm. Neysi ke 3-5 kilometrede bir rastladığım istasyonlar yardımıma yetişiyordu. Her istasyonda durup mola veriyor, masalarda ne varsa yiyordum. Enerji barı, tuzlu krakerler, kekler, turşular... Bir ara fazla yemekten kusacağım sandım...
Son 4 kilometre magnezyumun etkisi geçmişti. Her yerime kramplar girmeye başladı. Bir ara kollarım hissizleşti. Koşmayı bıraktım, zaten neredeyse yürüme hızıyla koşuyordum. Daha da yavaş yürüme moduna geçtim. Son birkaç kilometreyi halüsinasyonlar görerek tamamladım.
Bugüne kadar okuduğumu Ironman haberlerinde hep ‘havalı’ finiş fotoğrafları vardı. Ancak ben 7 saat 15 dakikada bitiş alanına vardığımda ortalıkta pek kimse kalmamıştı. Konfetilerle karşılanmayı bekliyordum ancak bitişte fotoğrafımı çekeceğine dair söz veren arkadaşımı bile göremedim... Neyse ki yarışı zamanında bitirdim, bitap bir halde de olsa ‘Ironman’ oldum.
2 bin kişi organizasyonda görev yaptı.
1000 polis güvenlik önlemi aldı.
1000 üniversite öğrencisi gönüllü olarak çalıştı.
17 bin muz tüketildi.
250 Euro, ortalama yarışlara katılım bedeli.