Güncelleme Tarihi:
İsias Otel’de kalan öğrenciler, antrenörler, öğretmenler ve aileler dahil 39 kişilik kafileden 35 kişi pazar gecesi yattıkları yataklarından bir daha kalkamadı. Sadece velilerden Murat Aktuğralı, Esra Özberkman, Pervin İpekçioğlu ve Recep Kılıç enkazdan sağ çıkabildi. Haberi alır almaz KKTC’den özel olarak kaldırılan ilk uçakla Adıyaman’a giden diğer aileler üç gün süren enkaz kaldırma çalışmasının ardından uyur pozisyonda yatan çocuklarının cansız bedenlerine ulaşmaya başladılar, yedinci gündeyse cenazelerle birlikte evlerine döndüler.
10 saniyede öne doğru devrilerek bir toz bulutuna dönüştüğü söylenen binada ayrıca kokartını almak için Adıyaman’a gelen tur rehberleri de vardı. Maalesef onların da cansız bedenlerine ulaşıldı.
Yaklaşık bir ay önce görülen davada otelin sahibi ve aynı zamanda müteahhidi Ahmet Bozkurt savunmasında “Deprem 7.2 olsaydı binam dayanırdı, Japonlar 10 olduğunu söylüyor. Ayrıca çocuklar binam yüzünden değil, soğuktan öldü” dedi.
Olayın üzerinden bir yıl geçmesine birkaç gün kala Mağusalı ailelerle Kıbrıs’ta öğrencilerin antrenman yaptığı spor kulübünde buluştum. Henüz yaslarını tutmaya vakit bulamadan adaleti sağlayabilmek için ‘Şampiyon Melekler’ adında bir dernek kurdu aileler. Otelin sahipleri, mühendisi ve mimarı dahil olmak üzere birçok kişiye dava açtılar. Çocuklarının göz göre göre ölüme gönderilmesine sebep olan kişilerin en ağır şekilde cezalandırılması için ellerinden geleni yapıyorlar.
Ben odadan bu pankarta bakarken evladını bir kum yığınının altında bırakan 9 anne karşıma oturdu. Annelerden biri çocuklara antrenörlük yapan Osman Çetintaş’ın annesi Betül Çetintaş’tı. Sormam gereken sorular çoğunlukla boğazıma takıldı, sesim kısıldı. Ben soramadım ama onlar her anını tekrar tekrar yaşayarak uzun uzun anlattılar. Deprem zamanında Hatay’ı yakından görmüş, orada günler, geceler geçirmiş, çok acıya tanıklık etmiş bir muhabir olarak söyleyebilirim ki bu haber meslek hayatımın en zor söyleşisiydi. Hepsinin tek bir sorusu var: “Bizim çocuklarımız neden dönmedi?” Bir gazeteci ama önce bir anne olarak onları dinlerken çok ağladım ve ben de davalarını sonuna kadar takip edeceğim.
Ortaokul yıldız kız ve erkek takımları Adıyaman’a şampiyon olmaya gitmişti. 39 kişiden oluşan kafileden sadece
4 yetişkin enkazdan sağ çıkabildi.
‘50 ceset gördükten sonra farkı anlıyordum; oğlumun cesedi henüz ılıktı’
Esra Özberkman (Sahil’in annesi)
◊ Okulda matematik öğretmeniyim. Takımın da sorumlu öğretmeniyim bir yandan. O yüzden çocuklarla birlikte Adıyaman’a gitmiştim. İlk maçlarını kazandıktan sonra otele döndük, çok mutluydu herkes. Çocukları odalarına gönderdik; duşlarını alıp erken yatsınlar diye. Çünkü 6’sı sabahında maçları vardı her iki takımın da. Biz büyükler biraz lobide oturduk, sohbet ettik. Gerçekten herkes çok mutluydu. Sonra odalara dağıldık. Büyük bir sarsıntı ve gürültüyle uyandım. Çok şiddetliydi... Yataktan fırladım, montuma bile uzanamadım, o kadar yoğundu ve kısa sürede gerçekleşti olay.
‘Umutla bekledik, birileri gelir, çocukları çıkarırız diye’
◊ Elektrikler kesildi, aklımdan ‘Çocuklar zaten korkmuştur bu sarsıntıdan, elektrikler de kesildi, karanlık daha da korkunçtur, ne yapacaklar’ diye geçirdim. Hemen odadan çıkmayı düşündüm ama yapamadım. Patlama sesi gibi bir şey oldu, duvar yüzüme patladı. Birkaç saat baygın kalmışım sanırım. Uyandığımda yakınımda bir yerlerden bir yetişkinin “Kolum sıkıştı, yardım edin” çığlıklarını duyuyordum. Kendi çabamla büyük bir kum yığınının içinden çıktım. Benim odam birinci kattaydı ama otel öne doğru yıkılmıştı ve birinci kattaki odam aslında en üstteydi o anda.
◊ Sonra umutla beklemeye başladık, birileri yardıma gelir, çocukları çıkarırız diye. Kimse gelmedi. O günün akşamı 6 Şubat’ta 19.30-20.00 civarında Kıbrıs’tan ekipler geldi ve o zaman arama çalışmaları başladı. Hep umutla bekledik ama olmadı. Bina üçüncü katın üzerinden öne doğru yıkıldı. Çıkanlar hep ilk üç katta kalanlardı. Mesela ben 109’daydım, Recep 209, Pervin 210, Murat 310 şeklindeydi... Diğer çıkan rehberler de muhtemelen o taraftaydı.
◊ 40’ıncı saatte çıkan biri 101’deydi. Onun yanında Evren diye bir arkadaşımız vardı, Evren de birinci gün sağdı, nefes alabiliyordu ama yedinci gün ulaşılabildi cesedine. AFAD o sırada orada olsaydı belki bizim arkadaşımız, çocuklarımız yaşayacaktı. İlk 12-24 saat çok önemliydi...
◊ Oğlum aslında çok iyi çıktı, 50 ceset gördükten sonra biliyorum farkı. Oğlumun cesedi ılıktı, yeni ölmüştü, yardıma gelen olsaydı yaşayabilirlerdi. Neden kurtulamadılar? Bu kadar mı değer verilmiyor, bu kadar mı değersiz insan canı? Ayak basmadılar Adıyaman’a günlerce.
‘Ben neden ölmedim’
◊ Çocuklarımız ezim ezim ezildi, çarpık kentleşmelerinden dolayı kurban ettiler. Biz çocuklarımızı emanet ettik. Çocuklarımız şampiyon oldukları için gittiler oraya. Her gün soruyorum kendime: “Ben neden çıktım o binadan, neden ölmedim?” Yaşadığım sürece adalet için ne gerekiyorsa yapacağım.
◊ Biz enkazdan çıktıktan sonra Adıyaman Gençlik ve İl Spor Müdürü gelmişti yanımıza, o söyledi bütün takımlar evlerine dönmeye başladı diye. Her şehirden Adıyaman’a gelen çocuklar otobüse binip evlerine döndü. Adıyaman’da o kadar otel var, hiçbiri yıkılmadı. Çatladı, patladı ama yıkılmadı, hiçbirinde
can kaybı olmadı. 14 takım gitmiş Adıyaman’a, bir tek bizimkiler dönmedi. Hatay’dan gelen çocuklar kendi evlerinde olsalardı belki yaşamayacaklardı ama orada farklı otelde konaklıyorlardı, evlerine döndüler, en azından onlar yaşıyorlar. Allah uzun ömür versin. Herkes döndü, bir tek bizim çocuklarımız kaldı.
‘Oğlumun kazağının cepleri kum doluydu, ağlaya ağlaya yıkadım’
◊ Ayşe Akın
Doruk ve Alp’in annesi
“Biliyor musunuz günlerce enkazın altında kalan çocuklarımızın bedenleri o kadar iyi durumda çıktı ki. Ne bir sıyrık ne başka bir zarar yoktu bina bir kum yığını olduğundan. Raporlardan ortaya çıkana göre dereden çektikleri kumla yapmışlar binayı. Çocuklarımızı kumdan alıp toprağa verdik!”
◊ Serap İş
Kaan Selim’in annesi
“Benim oğlumun önce hiçbir eşyası gelmemişti, sonradan bir çanta ve kazağı geldi, cepleri kum doluydu, ağlaya ağlaya yıkadım. İçinden çıkan bazı çakılları saklıyorum;
bir çantası var hiç dokunmadım, her yanı kum. Enkazdan telefon sağ çıkar mı ya, emniyete gönderilen telefonlara bakmaya gittim oğlumunki de vardır belki diye, zarar görmemişlerdi.”
◊ Esra Özberkman
Sahil’in annesi
“Enkazdan çıktıktan sonra 6 gün yıkanamadık tabii. Saçlarım kumdan kaskatı olmuştu, arkaya bile atamıyordum. Eve gider gitmez saatlerce duşun altında kaldım ve yine de saçlarımdaki kumları temizleyemedim. Kulaklarımdan, burnumun içinden, her yerden kum çıkıyordu. Yani bizim oradan çıkabilme sebebimiz binanın öne doğru yıkılmasıydı, yoksa küçücük bir şey değse çıkamazdık... Keşke değseydi.”
◊ Çocuklarımız Kıbrıs’ta şampiyon oldular, o sayede Türkiye’ye, final için de Adıyaman’a turnuvaya gittiler. Ortaokul yıldız kız ve erkek takımlarıydı. Şampiyon gelecekleri de kesindi, herkes onların şampiyon olacağını düşünüyordu. Banko takım onlardı.
◊ Aslında takımlar 12 kız ve 12 erkekten oluşuyor. Kız oyuncularımızdan Nazife’nin ablası normalde Kahramanmaraş’ta lise turnuvasında olacaktı ancak annesiyle birlikte Nazife’ye destek olmak için Adıyaman’a gitti. Kahramanmaraş’a giden takım geri geldi ama Nazife, ablası ve annesi o katil binada öldü, geriye bir tek baba kaldı. Diğer çocuğumuz da Fahri’dir. Fahri lise son sınıf öğrencisi, voleybola âşık bir çocuktu. Fahri kız takımının çalıştırıcısıydı. Hem öğrenci hem çalıştırıcıydı. O yüzden o enkazın altında 26 öğrencimiz kaldı. Kaybettiğimiz aileler de çocuklarıyla birlikte gidip onlara destek olmak isteyen ailelerdi. Birkaç aile gitmişti. 4 yetişkin geri geldi. Toplamda 39 kişilik bir kafileydi. 35’ini kaybettik.
◊ Ben kalkan ilk uçakla Adıyaman’a gidemedim. Her aileden bir kişiyi aldılar. Eşim gittiğinde bana önce durumun vahimliğini söylemedi. Biz de burada içimizde bir ümit bekledik. Çıkan bir sürü yalan habere inandık, inanmak istedik. Enkazdan çıkan çocukların listelerinde çocuklarımızın adını aradık. Sonra eşim gerçeği söyledi: “Artık umutlanma çünkü enkaz çok kötü, tam bir kum yığını bu enkazdan imkânı yok kurtaramayız” dedi.
◊ Bu çocukların hepsi sınıf arkadaşıydı. Selin’imin sınıfından 5 çocuk vardı. Geride kalan çocukların da psikolojileri çok bozuldu. Biz o gün Kıbrıs’ta yarı dönem tatiline girmiştik. O yüzden bazı anneler de diğer çocuklarını alıp gittiler. Bundan önceki yıllarda hiçbir zaman şubat ayında olmadı bu turnuva, hep mart ayında olurdu, hep...
◊ Asla kaderci değilim ama bazı noktalar var herkesin hikâyesini tek tek dinleseniz, doğum tarihlerine baksanız, rakamlar falan, şaşırırsınız. Ne filmler ne diziler çıkar, bu kadar mı olur dersiniz. Öyle kesişen noktalar var ki hem ailelerin hem çocukların, akıl alır gibi değil.
◊ Adıyaman’a dava için gittiğimizde her yerde bir kuş sürüsü takip etti bizi. Mahkeme günü dışarıda dururken de yukarıdaydılar, otobüsle giderken de. Onların çocuklarımız olduğuna inanıyoruz, kendimize inanacak bir şeyler buluyoruz. Hep onlardan bir mana arıyoruz.
◊ Biz 6-7 gün sonunda cenazelerimizi alıp döndük ve adalet mücadelemize başladık. Ama insanlar su bulamadı, altına girecek bir çatı bulamadı orada. İnsanlar ölümü kabullendi. Bizim davamızsa Adıyaman’da örnek oldu. İnsanlar sorgulamaya başladı, başka davaların da açıldığını duyuyoruz.
◊ Depremi biz de hissettik Kıbrıs’ta. Sokağa döküldük, sonra Kahramanmaraş olduğunu öğrendik, eve girip haberlere baktık. Adıyaman’ın hiç adı geçmiyordu. Orada olan öğretmenleri, veli arkadaşlarımızı aramaya başladık. Ulaşamayınca meraklandık ama yine de Adıyaman’ın adı geçmediği için “Bir şey yoktur” deyip durduk birbirimize.
◊ Çocukları almak için alana gittiğimizde Türkiye’ye uçuşlar iptal oldu ve sabah 5.30’da Cumhurbaşkanı kriz masasını topladı. Sonrasında da her aileden bir kişinin bineceği bir uçak kaldırdı. Benim hem eşim hem çocuğum oradaydı.
◊ Akşamüstü özel izinle Adıyaman’a indik ama ilk şoku ben orada yaşadım. Çöle mi geldik, nereye geldik? Kimse yok! İnanabiliyor musunuz, kimseler yok, bir Allah’ın kulu yoktu. Ne başka uçaklar, ne araba, ne otobüs... “Neredeyiz biz” dedim. Bir ambulans bulduk ve bazılarımız şehre onunla gittik. Sonrasında da epey yürümek zorunda kaldık soğukta. Öyle bir yağmur yağıyordu ki her tarafımız ıslandı, montlarımıza rağmen inanılmaz bir soğuk vardı.
◊ Otelin olduğu yere vardığımızda bir baktım ki otel yok! Kum yığını var karşımda. Bir kayanın üzerine çıkmış gibi hissettim. Ortada otel diye bir bina yoktu. Ama arka tarafta vardı, hemen arkasındaki binalar dimdik ayaktaydı.
◊ Bizden kimse kurtulamadı, tüm çocuklarımız uyku pozisyonunda bulundu. Hareket edecek imkânları olmamış, saniyeler içinde çöktü katil bina. O yüzden bunun sebebi olanlara öfke ve nefret doluyuz.
◊ 8 Şubat’ın gecesinde eşimin cesedi çıkarıldı, iki gün sonra da oğlumun. Zaten üçüncü günden sonra bari çocuklarımızın cesedini bulalım, çıkaralım diye beklemeye başladık! 11’inci gün gece yarısı cenazelerimizle birlikte eve döndük.
◊ Biz daha önce eşimle İstanbul’da yaşıyorduk. O zaman İstanbul’da yaşamak istemedik deprem korkusuyla ve evimize, Kıbrıs’a döndük. Biz İstanbul’dan deprem korkusuyla geldik ama otele gönderdiğimiz çocuklarımız ne yazık ki dönemediler. Oğullarımın arasında 1 yaş vardı ama ikiz gibi büyüdüler. Bütün sosyal faaliyetleri, hobileri, yolları hep aynıydı. Bir oğlum bizim onlarla gitmemizi hiç istemedi, diğeri çok istedi. Aralarında da konuşmuşlar, belli. “Peki” dedim, “bu sefer siz gidin, bir dahaki maçınıza hep beraber gideceğiz”. Gönderdim! Şimdi biz yani yaşıyoruz, nefes alıyoruz ama eksik, hayat ne kadar acımasızmış onu öğrendik. Her an, her saniye çocuklarımız bizimle, bir sene oldu ama inan ki dün gibi.
◊ Haberi alıp enkaza ulaştığımızda dört gözle vincin gelmesini bekledik. Vinç Kıbrıs’tan gemiyle geldi ama enkazın üstündeki betonu dahi kaldıramadılar. Paramparça oldu beton, kum oldu. O kadar kötü yapılmış bir binaymış ki...
◊ Senesi yaklaştıkça hep geçen sene bugün şuradaydık, şimdi hazırlanıyorlardı, şu gün yola çıktılar vs. diye günleri anmaya başladık. Şu an bu durum beni mahvediyor çünkü bundan sonraki hayatımızda geçen sene olmayacak. 3,5 yaşında bir kızım var, eşimle birlikte ona tutunuyoruz. Tüm aileler de bir şeye ya da burada birbirine tutunarak yaşamaya çalışıyor. Bir aradayken daha güçlüyüz, dernek kurmamızın amaçlarından biri de buydu. Davayı takip edebilmek, bir arada daha güçlü bir şekilde olmak.
◊ Biz aslında Adıyamanlıyız. Bir süre önce Kıbrıs’a taşındık. Nehir okulda yeni olduğundan arkadaş edinmek için voleybol takımına da girdi. Allah biliyor ben hiç istemiyordum oynamasını ama babası çok destekliyordu. Nehir de bana kızıyordu, “Anneler çocuklarının başarılı olmasını ister” diyordu. Babası “Sen git kızım, çok başarılı bir voleybolcu olacaksın, tüm dünya seni tanıyacak. Ben arkandayım. Ben de senin menajerliğini yapacağım, tüm imzalarını atacağım” diyordu. Şimdi bütün dava tutanaklarına babası imza atıyor.
◊ Benim ailem orada olduğu için babası “Annenle ablan da seninle gelsin” dedi. Nehir asla istemedi, ablasını da hiç istemedi, beni de. Zaten işin enteresanı otelde de kalmadı o gece dışında. Annemin evinde anneannesi ve dayısıyla kaldı. İnanabiliyor musunuz, bir tek o gece otele geçti! Ben neye, nasıl inanayım? Benim kızım nerede? Benim Nehirim, bizim çocuklarımız neden dönmedi?
◊ Turnuvadan 15 gün önce rüya görmüştüm ve acıyla uyanmıştım. Rüyamda biri ölmüş ama kim bilmiyorum, nasıl bir acıydı... “Annem” diye uyandım, hemen annemi aradım. Ona bir şey oldu diye korktum, konuşurken de epey bir ağladım. Sonra kızımın odasına gittim, böyle bir rüya gördüm, çok canım yandı, ona ağlıyordum. “Anne, ben de rüya gördüm. Bir smaç atıyorum, bütün herkes beni konuşuyor” dedi. Evet, herkes artık onu konuşuyor!
◊ Deprem kayıpları denir ya hani, bu Türkiye’de alışılagelmiş bir kelime. Deprem kayıpları diye bir şey olmamalı. Bir de süslüyorlar ‘şehit oldu’, ‘sen şehit annesisin’... Böyle bir hale getirdiler, şükredeceğiz yani çocuğumuz öldü diye! Ben kuş tüyü görüyorum mesela evin içinde, kızım geldi diyorum. Her şeyden bir mana çıkarır oldum. Zaten çoktan akıl gitti de, işte yarımız haplarla ayakta duruyoruz, yarımız çok yakında sigaradan ölecek.
◊ Başka çocukların hayatına dokunarak aslında kendi çocuklarımızın isimlerini de yaşatmaya devam etmek istiyoruz. Eğitim odaklı hedeflerimiz var, dernek adına burs veriyoruz. Şu an 105 çocuğa burs veriyoruz. Bu olay başımıza cehaletten geldi, cehaleti önlemek amaçlı eğitime destek vermek ve Mağusa’da bir okul yaptırmak istiyoruz. Bağış topluyoruz, etkinlikler yapıyoruz. Bu amacımız da aslında bizi ayakta tutuyor. Çocuklarımızın isimlerini yaşatmak istiyoruz.
◊ Oğlum Osman geçen sene martta 30 yaşına bastı. Okuldaki çocukların gönüllü antrenörüydü, voleybol âşığıydı ve çocuklarını çok severdi. Bu turnuva belli olduğunda birçok hazırlık yapmış. Sonrasında bilgisayarında bulduk. Gidecekleri saati, oteli öğrendiği zaman 5 günlük hava durumunu almış, otele bakmış, temizliğine, yatacak yere, güvenliğine, depreme dayanıklıdır sertifikasını bulmuş, indirmiş. Varı yoğu öğrencileriydi, 200’e yakın çocuğu vardı. Çocuklar da onu çok severdi, “Osi” derdi herkes ona. Aslında okulda öğretmen olmadığı, çocukları dışarıdan çalıştırdığı için turnuva listelerinde adı çıkmadı. Osman Akın hocamız çok uğraştı gidebilmesi için. Ben de “Oğlum nedir Adıyaman’a gitmek, bu kadar istiyorsan alırız bir bilet, gidersin sen de” dedim. Ama sonra gerek kalmadı, adı listeye girdi. Çocuklarını çok severdi, şimdi biliyorum ki
yokluklarına dayanamazdı. Onlarla ölmeye gitti, olmak istediği yerdeydi.