Güncelleme Tarihi:
Önce genç bir yönetmen olarak seni tanıyalım...
- Adana’da, Ceyhan’da doğdum. 18 yaşıma kadar buradaydım, sonra üniversiteyi kazanmam gerekti. Çünkü yaşanmıyordu burada.
Filmin geçtiği yer neresi?
- Adana’nın Ceyhan ilçesinin bir mahallesi; benim büyüdüğüm yerler hep. Bizim orada kitapçı falan yoktu, koca ilçede sinema da yoktu. Kendime bir şeyler kovaladım. Radikal gazetesi okuyordum, bir yerel radyoda sabah programı yapıyordum. Ceyhan’da yapacak o kadar çok şey yoktu, yani hiçbir şey yoktu.
Sinemaya ilgin nasıl başladı?
- Babamla pazar sinemasında western falan izliyorduk. ‘Braveheart’a bayılmıştım. 16 yaşındayken bir Kırgız filmi dikkatimi çekmişti, ‘Beshkempir’. CNBC-e’de izlemiştik. Kimse o filmi hatırlamıyor ama ben bayılmıştım. VCD’ciye takılıyorduk bol bol. Yapacak hiçbir şey yok, kitap okuyup film seyrediyoruz.
Peki yönetmen olmaya nasıl karar verdin?
- ‘Rocky’lerden, ‘Rambo’lardan sıkıldım, bir gün korsan CD’ci abiye dedim ki “Ben değişik bir film izlemek istiyorum. Senin de anlamadığın hani böyle farklı, garip bir şey var mı?” İşte o zaman, 17 yaşındayken ‘Paramparça Aşklar Köpekler’i (‘Amores Perros’) izledim. Allak bullak oldum. Oradaki parçalı hikâye anlatışı acayipti. Benim yaşadığım yere çok benziyordu. O gün şimşek çaktı. Basketçi olma hayallerim vardı, iyi oynuyordum. Ama dedim ki sinemaya mı sardırsam... O çağda insan destursuz hayaller kurabiliyor. Küçükken nasıl futbolcu olmak istiyorsun; işte ben de yönetmen olabilirim diye düşündüm.
Sonrası nasıl gelişti?
- Oradan üniversiteyi kazanmak biraz sıkıntılı oldu. Zor bir mahallede büyümüştüm. Arkadaşlarımın yarısı öldü abi benim. Bir kısmı sulama kanallarında boğuldu, bir kısmı kaçtı gitti, bir kısmı cezaevinde. Anladım ki buradan çıkmam lazım. Biraz da naif bir adamdım ama kendimce cesur hareketler de yapıyorum. O mahallede küpe takıyorum. Saçımı garip garip boyatıyorum. Gıcık alıyorlardı benden. Anladım ki artık benim oradan çıkmam gerek. İlk sene üniversiteyi kazanamadım diye babam evde bıçak çekti, “Sen burada kalıp ne halt yiyeceksin?” dedi.
Ailemin hayali mühendis olup evlenmemdi
Nasıl çıktın Ceyhan’dan?
- Sonunda Ankara Üniversitesi Ziraat Mühendisliği’ni kazandım. Ama fakülte umurumda değil. Çileğin ağaçta yetişmediğini üçüncü yılda öğrendim, o kadar ilgisizdim. Sinema yapmak istiyordum ama nasıl yapılacağı hakkında fikrim yoktu, kamera bile görmemiştim ama istiyordum işte. İlk gittik, bir tane senaryo kitabı aldık. Hemen bir şeyler yapabileceğimizi falan düşünüyoruz. Kameraya ihtiyaç olduğunu sonradan öğrendik! Sürekli okuyoruz ama malzeme yok, cebimde para yok.
Parayı ailen mi gönderiyordu?
- Annem kantinde çalışıyor; onun gönderdiği para yola, yemeğe zor yetiyor. Zaten onların hayali, ben ziraat mühendisi olacağım, evleneceğim, öğretmen kız alacağım falan. Ama benim ziraatla zerre ilgim yok. Üçüncü sene babam kıllanıyor, sorular soruyor. Uyduruk cevaplar veriyorum, yemiyor, küfrediyor. Ama gene de bir şey demiyorlar. Ben de her yeri zorluyorum sinemacı olmak için.
Nasıl zorluyorsun mesela?
- Her türlü. ODTÜ’ye giriyorum kaçak. Orada sinema kulübüne dadanıyorum. Derslere giriyorum. Sinema tarihi dersi alıyorum. Bedava film gösterimi var ne güzel. O dönem kitap alacak param yok, çalıyorum. Ustası olmuştum o işin. Şöyle bir taktiğim oldu. 1 liraya Hülya Koçyiğit’in dev gibi bir kitabı var; onu alıp arkasına diğerlerini gizliyorum. O kitap benim için çok önemlidir. 20 tane falan almışımdır.
Bir yandan da film izlemeye devam ediyorsun herhalde...
- Ankara’nın bütün korsan CD’cilerini tanıyordum bir dönem. Müthiş adamlar vardı. Filmlerden soru sorar, bilirsem CD hediye ederlerdi. Hatta altyazısı olmayan filmlerin bazılarına bizim sayemizde altyazı kondu; özellikle Aki Kaurismäki filmlerine... Korsan CD’cilere övüyorduk, olmalı diyorduk. Onlar da çevirtiyorlardı.
Ne zaman eyleme geçebildin?
- Temizlik robotu satmaya başladım geceleri. Kötü bir markaydı, bütün akrabalarıma sattım; bir ay sonra bozuldu, hepsi bana küstü. Ama o paralar sayesinde ilk kameramı aldım. Full HD ama dandik, bu arada ışık mışık, başka hiçbir şey yok. Kötü kötü kısa filmler çektim. Prodüksiyon şirketlerine girdim sonra. Ağır işler. Alet edevat taşıyorum ama işi öğreniyorum hafiften. Canlı yayın ekipmanlarını gördüm oralarda.
İlk gerçek iş tecrüben neydi?
- Doğa belgeselleri yayımlayan bir televizyon kanalına yönetmen yardımcısı arıyorlardı, oraya girdim. Yönetmen yaptılar beni. Güzel işler de yaptım ama kovdular beni. Şirketin yıldönümü filmini hazırladım. Film bir başladı, bildiğin sanat sineması. Sessizlik, uzun çekimler. “Bu ne” deyip kapının önüne koydular. Aynı gün kız arkadaşım beni terk etti. Dibe vurdum.
Sonra nasıl döndün hayata?
- Başka bir şirkete girdim. Öyle takılıyorum. Ama işler durgunlaştı, bana fırsat çıktı. Arada ekipmanı alıp gidip çekim yapıyordum. Ama anladım ki öyle uçmalarla olmayacak. Kendi hikâyemi anlatayım dedim. Çünkü oradayken, oranın nasıl bir şey olduğunu fark edemiyorsun. Ama dışarı çıkınca görüyorsun. Bir kamera ve bir dandik mikrofonla Adana’ya gittim. Her şey böyle başladı.
Hikâyeyi üstüne kurduğum adam 3 milyon dolar istedi
Peki ‘Benim Varoş Hikâyem’deki insanların öykülerinin ne kadarı gerçek, ne kadarı kurgu?
- Tamamı gerçek bu öykülerin. Ama bazı temsillerde sinema bakışı var tabii.
Kahramanları nereden seçtin?
- Hepsi arkadaşlarım mahalleden.
Yola çıkarken insanlar ve akış belirli miydi?
- Değildi. Asıl amacım, uzun metraj bir kurmacaydı. Ama parasız, aletsiz olmayacağını gördüm ve onların öyküsüne yöneldim. Tek başıma ne yapabilirim, onu kovalamaya çalıştım.
Ama her durumda para lazım. Onu nasıl buldun?
- Bağış Erten ve Halil Ünlüeser yardımcı oldular. Halil Abi’nin amcası Tufan Abi bizim trailer’ı internette paylaşmış. Oradan görmüşler. Bağış Abi sosyal medyada paylaştı. Ben de onu çok okurdum, hatta Adana Kitap Fuarı’nda konuşmasını dinlemiştik. Bağlantıya geçtim, sonra Halil Abi devreye girdi ve toparladık.
Çekimler ne kadar sürdü?
- 1.5 yıl ama bu sürenin tamamında orada değildim. Ankara’da çalışıyordum. Kamera ne zaman boşa düşerse, benim ne zaman vaktim ve param olduysa o zaman geldim. Toplamda Adana’ya çekim yapmaya altı defa geldim; yani üçer günden hesaplasak 18 gün.
Bu karakterlerin hayatlarına nasıl değdi bu iş? Değiştirdi mi, ne yaptı?
- Hayatlarını şöyle değiştirdi; bu filmi yapmaya başladığımız zaman birçoğu ömründe hiç kamera görmemişti. Mesela orada çekim yaparken yanımıza gelenler “Hayırdır, inşaat mı var?” falan diye soruyorlardı. “Yok abi” diyorum, “Film çekiyoruz.” “Ha, tamam” deyip gidiyorlardı yani ilgilerini çok çekmiyordu.
Bu film sayesinde zengin olduğun söylentisi nasıl çıktı?
- Çekiyoruz, filmde yer alanlar cesurca konuşuyorlar, anlatıyorlar falan. Sonrasında trailer patlayınca (çeşitli sosyal mecralardan toplamda 10 milyon kişi izlemişti), işin rengi değişti. Mesela benim hikâyeyi üzerine kurduğum bir adam vardı, film onun üzerinden gelişiyordu. O adam trailer’a bakarak zengin olduğumu düşündü, benden 3 milyon dolar para istedi. Vermezsem ayağımdan vurmakla tehdit etti, imzaladığım muvafakatnameyi silahla gelip aldırdı. Sonra biz bu adamı filmden çıkarmak zorunda kaldık. Yani birçok kişi, daha bu hafta vizyona çıkan film sayesinde benim zengin olduğumu düşünüyor.
Onların kafasındaki yönetmen böyle biri yani...
- Şöyle düşünüyorlar; bu kadar kişi izlemişse, bilmem ne kadar kazanmışsındır, röportajlar veriyorsun, TV’ye çıkıyorsun; sen kesin çok zengin oldun, büyük para kaldırdın! Öte yandan, para talep etmeyip “Ozan bizi filme koyma, istemiyoruz” diyenler de oldu. Filmin çekiminden sonra üç kişi hapse girdi mesela. Bir de işin şu yönü var; bazılarına ‘mentor’luk yapıyorum. Misal, bir tanesi arıyor, “Bana cin geldi, cinler musallat oldu; ne yapayım, sen bilirsin” diyor. Ya ben nerden bileyim... Başka biri arıyor, “Abi” diyor, “ben buradan taşınacağım; Antalya’ya mı taşınayım, İstanbul’a mı?” Ben de “İstanbul’a taşın” diyorum. Bu kez de şunları söylüyor: “Ama orada başıma kötü bir şey gelirse sorumlusu sensin.”
En sevdiğim karakter Culluk Yusuf
Kameraya konuşanların çoğunun suçla yüksek düzeyde bir ilişkisi var. Bir bakımdan, çok zengin bir sosyolojik malzeme sunuyorsun. Öte yandan, bıçak sırtı bir durum var; sanki suçluları sempatik gösterme gibi bir durum hasıl oluyor.
- Valla ben hiçbir şeyi övmek ya da yermek için çekmedim bu filmi çünkü zaten böyle bir durum var. Evet, bazen övüyormuş gibi görünebilir ama öyle değerlendirmemek lazım. Burası o insanların doğal bir şekilde yaşadığı bir yer aslında, kentli bakışıyla değerlendirilecek bir yer değil. Hayat şartları farklı, biçilen roller farklı, işsizlik had safhada ve bu durumda suç bir seçenekmiş gibi görünüyor. Şöyle veriler de var; tarım politikaları değiştikten sonra Adana’da şu an işsizlik oranı yüzde 65 ve sen bu insanları kaderlerine terk ediyorsun orada.
Filmde birçok karakter var; içlerinde kendine en yakın hissettiğin hangisiydi ve neden?
- Bir kısmına yakın hissediyorum kendimi, bir kısmına da uzak. En sevdiğim karakterse Culluk Yusuf. Çünkü onun kurgusunu yaparken çok eğlendik; keza çekerken ve konuşurken de...
Bu filmi çekme nedenini kısaca anlat desem...
- İki ana sebebi var. İlki şu: Kendi hikâyemi anlatmak istiyordum çünkü arkadaşlarıma, mahalleme, kendime bir borcum vardı ve bu durumla yüzleşmek istiyordum. Çünkü bu yüzleşmeden hep kaçmıştım. İkinci sebebi de şu: Bir film çekmek istiyordum ve sonraki adımlar için parlak bir şey göstermem lazımdı. İnsanları ikna etmem, “Bu çocuk bir şeyler yapabiliyor” dedirtmem gerekiyordu.
Bağış Erten: O karanlık öyküler bu kadar mı güzel anlatılır...
Siz neden destek oldunuz bu filme Bağış?
Ben güneyde büyüdüm; Osmaniye, Adana, Mersin, Gaziantep... Oranın insanını ayrı severim. Halil Ünlüeser, 25 yıllık arkadaşım. Onun amcası Tufan, sosyal medyadan bulup bizle paylaştı. Bayıldık. O karanlık öyküler bu kadar mı güzel anlatılır... “Destek bulmamız lazım” dedik. Yunus Ozan’ın kendi hikâyesine de bayıldık. Grid Teknoloji, sağ olsun, arka çıktı. Derdimiz bunu bir ‘fırsat’ olarak görmek değildi. İyilik yaptık gibi hissediyoruz. Yetenekli birinin herkesi ilgilendirmesi gereken hikâyesini anlatmasına destek vermiş olduk.
ŞEKLİMİZ BOZUK OLABİLİR AMA KALBİMİZ 10 NUMARA...
Filmde kameraya konuşan nerdeyse herkesin hayata dair kendince ‘orijinal’ bir repliği var. İşte onlardan bir demet:
Kötü değiliz ama hobilerimiz arasında kötülük var. / Takoz
Bizden hızlısı mezarda. / Rokko ve Çetesi
Yasaklar çiğnenmek için vardır dayı. / Rokko ve Çetesi
Şeklimiz bozuk olabilir ama kalbimiz 10 numara. / Afilli
Gönlümüz salaş ama o da girebilene. / Devran
Herkes de delidir, orası ayrı mesele. / Terlikçi Serap
Hayallerim vardı, mesela Arsenal’de oynamayı çok istemiştim. En sonunda geldik, Mercimekspor’da oynadık. / Yağız
Hapishane deyip geçme, 10 adımlık yer ama 10 numara. Her genç erkeğin gidip yatmasını tavsiye ederim. / Culluk Yusuf
Bazen bakıyorum, kendimden gıcık alıyorum. / Kesik
Biz herkese iyi davranırız ama kötü bir şey olacağını hissettiğimiz zaman orada sinema kopar işte. / Kesik
At çalmayana kız vermiyorlardı, Pele Dayım da at çalmamak için kızı çaldı. / Culluk İsmail
Kuşları niye seviyorum? Ben de bilmiyorum niye sevdiğimi ama seviyorum. / Culluk Yusuf
Ayakkabı, bisiklet, komşunun tavuğu; hepsini çalıyorduk... Bir gün koyun çalıyordum, sahibi eniştemmiş, haberim yok. Nerden olsun, 22 tane eniştem var. / Kaçakçı
Türkiye’nin birçok cezaevinde arkadaşlarımız var, hepsine geçmiş olsun diyoruz. / Ceyhanlı Hüseyin
Şu hayatta biraz da maddi durumun iyi olursa gerisi yalan zaten. / Sarı Kenan
VİZYONDA BU HAFTA