Güncelleme Tarihi:
Çok çalışkan, her şeyin en iyisi için çabalayanlardan... Şarkı söylüyor, kitap yazıyor, oyunculuk yapıyor. Öyle ki röportaj için bile üç gün, üç gece konuşup yazışıyoruz: “Kolay yorulmayan, yorulmaktan zevk alan bir yapım var” diye anlatıyor kendini. Bir yandan çocuklarıyla ilgileniyor, bir yandan yeni projelerde. Ama ne zaman konuşsak sesi her saatte aynı neşeyle çıkıyor, “Şapşalcasına samimi ve gerçeğim” lafında ne kadar haklı olduğunu bana kanıtlıyor...
◊ Son şarkınızda, “Bu benim hayatım, bu benim hikâyem” diyorsunuz. Nasıl bir hikâyeydi sizinki?
İnişli çıkışlı, renkli, bazen yorucu, bazen eğlenceli... Bizimkisi bir aşk hikâyesi, siyah-beyaz film gibi biraz.
HEP YARGILAYAN, AŞAĞILAYAN ELEŞTİRİLER...
◊ “Üstüme biçilen elbise, adıma seçilmiş hayat, iyiliğim için buyrulmuş çivili bir taht...” Bu sözler ne kadar sizsiniz?
Kendi ayakları üzerinde, kendi hür iradesiyle durabilen tüm kadınları anlatıyor belki de. Benim mesleğimin, milyonlarca insanın gözü önünde yaşanması ve uzaktan göründüğü gibi algılanan bir hikâye olması zor olan. Her taht kadifelerle döşenmiş değil. Çivili bir tahtta olabiliriz.
◊ Şarkıcısınız, oyuncusunuz; dizileriniz, filmleriniz var. Kitap yazdınız. Jüri oldunuz. Doyumsuz musunuz
ya da “Ben her şeyi yapabilirim”i insanlara göstermek mi istiyorsunuz?
İnsanlara bir şeyler ispat etmeyi bırakalı uzun yıllar oldu. Dağına göre kar diyelim. Çalışkan, enerjisi yüksek, kolay yorulmayan ve yorulmaktan zevk alan bir yapım var. En azından şunu da yapsaydım dediğim bir şey yok.
◊ 26 yıllık sanat hayatınızda en zor olan neydi?
Kendimi doğru ifade edebilmek, ismimin yanından diğerlerini elemek, seçilen değil seçen olmak, uzun süreli sessizlikler ve molalar verebilmek kolay olmadı. İsmimin yanına, altına, tepesine yerleştirilen olaylar ve kişiler hep zaman kaybı. Hep üretime köstek.
◊ Onlarca hitiniz olmasına rağmen müziğe başladığınızda çok eleştirildiniz. Tepeden bakışlarla çok karşılaştınız mı?
Sadece müziğe başladığımda değil; sahneye çıktığımda, röportajlar verdiğimde, kitap yazdığımda, sahneye uçarak çıktığımda, ‘Dadı’da oynadığımda, selülitlerim olduğunda, bla bla bla... Ben hep eleştirildim. Yüzüme hep sözel, baskıcı, yargılayan, aşağılayan eleştiriler çarpıldı.
◊ Bunlarla nasıl mücadele ettiniz?
Hepsi ben olgunlaştıkça, kendimi saydıkça yolumu aydınlattı. Mesleğe ilk başladığım yıllarda bunu anlamlandıramazdım. Sonra sonra anladım ki, bu başarılı ve farklı olmanın bir alışkanlığı.
◊ Hadi yaptığınız hataları cesurca anlatın...
Hakan, benimle zorun mu var bayram bayram! Hatalarımı tekrar etmiyorsam benim için adı derstir.
◊ 40’lı yaşlar hayatınızı nasıl etkiledi?
Billur gibi geldi vallahi.
◊ Maşallah. Şimdi nasıl bir hayatınız var?
Lokum gibi bir hayatım var, mutluyum. Arkama değil önüme bakıyorum, hepinize de tavsiye ederim.
BENİM GÜVEN DUYGUM YARALIDIR
◊ Dışarıdan hep mutlu ve güler yüzlüsünüz. En büyük dramınız neydi?
Rahat ol, içeriden de mutlu ve güler yüzlüyüm. Sabahları mutlu uyanırım. Hayatım drama üzerine kurulu değil.
◊ Güven kelimesi size ne ifade ediyor?
Benim güven duygum yaralıdır.
◊ Nasıl yani?
Sezen, “Her ayrılık bir vurgun” diyor ve ekliyor başka bir şarkısında: “Kazanmalı kaybetmeliyim, aşk uğruna harp etmeliyim, bu kızı yeniden büyütmeliyim, değirmenlerde öğütmeliyim. Farkındayım, farkındayım”. Şunu söyleyeyim: Güvenememek tamiri zor bir duygu.
◊ Bugün eski Gülben’e ne söylemek isterdiniz?
Amma yordun kendini be! Bir uzan şöyle, bırak telefonu elinden, bir bak keyfine, yorma güzel kalbini.
ARTIK SALDIM ÇAYIRA, KONTROL ETTİM DE NE OLDU!
◊ Bir yanda sizi aileden biri gibi çok sevenler, bir tarafta samimiyetinize inanmayanlar var. Bunun sebebi ne?
Beni ailesinden sayanlar, Anadolu’nun ücra köylerinde beni bağrına basan yürekler bana bir ömür yeter. Gerisi boş. Samimiyetimi sorgulayanlar beni ormanda yaralanmaya alışmış, hırçın bir aslanın yavrularını korurken pençelerini çıkartması gibi önlem alırken görüyorlar.
◊ Neden öyle oluyorsunuz peki?
Can havliyle insan kendini korumaya alıyor. Beden kendiliğinden “Dikkat, darbe geliyor” deyip defansa geçiyor. Hak versinler bana.
◊ “Kontrol delisi” olduğunuzu duydum. Kontrolü kaçırdığınız olmuyor mu?
Olmaz mı? Nereye bağlıysan tokat oradan geliyor.
◊ Şimdi?
Saldım çayıra... Çok kontrol ettim de ne oldu! Daha da elime yüzüme bulaştı. Olacağın önüne geçmek kontrolle mümkün değilmiş, sonradan öğrendim.
UNUTMAYIN Kİ BANA HİÇBİR ŞEY OLMAZ!
◊ Sosyal medyada herkesin diline düşen meşhur lafınız, “Unutmayın ki bana hiçbir şey olmaz”. Şimdi bu cümle size ne hissettiriyor?
Gülüyorum, ne hissedeyim! Plansız bir çılgınlık. İstesen, uğraşsan olmaz. Doğallığı ve içindeki özgüven sevildi, sanırım bu kadar. Ne tişörtü, ne bardağı kaldı yapılmadık... Bir boşluğu doldururcasına yayıldı da yayıldı.
◊ Gerçekten size bir şey olmaz mı?
TedX konuşmamda “Unutmayın ki çalışana, üretene bir şey olmaz” demiştim. “Kimseye eğilmeden, dimdik durmayı başarana” diye de ekleyelim. Bana bir şey olması için bir sebep yoktu zaten. Ortalık karıştırmak geçici baş ağrısı gibi. Ne yangın var, ne kül... Ama haberler hep ‘şok şok şok’... Benim tarafımdan baksanız başka şok! Çünkü ait değilim beni anlattıkları bana.
◊ ”Kalbiniz ağrıyınca psikoloğa gidersiniz” demişsiniz. Sizin kalbiniz çok mu acıdı? Çok aşk acısı çektiniz mi?
Hem ne çekmek! Kendimi yaka yaka sağlam ve sessiz acı çekerim. Kameraların önünde ağlayıp dramalarca hüzne bulanmam. Ezberlenmiş bir gülümsemeyi de yerleştiriverip yüzüme, defansa geçiyorum sanırım.
◊ Psikoloğa başvurdunuz mu?
Uzun yıllar gittim. Antidepresan kullanmadım ama güzel öğretiler aldım.
‘KADINA ŞİDDET DEĞİL ERKEĞİN PİSLİĞİ’ DİYORUM
◊ Üç erkek çocukla hayat nasıl geçiyor?
Lunapark gibi evimiz. Bir odadan Messi, Ronaldo sesleri geliyor, diğer odadan Lego yerleştirmeler, başka tarafta bilgisayar oyunları... Aksiyon doluyuz. Ben de etraflarında, elimde elma, ‘Kırmızı Başlıklı Kız’ gibi dolanıyorum.
◊ Üç çocuklu hayatın zorlukları var mı?
Zorluk morluk yansıtmam ben çocuklarıma. Sadece şunu biliyorlar, annelerinin zor bir mesleği var. Sadece alkışların olmadığı bir dünya. Gerçek masalımızı biz evimizde yaşıyoruz.
◊ İleride kadınlara saygı duyan erkekler olmaları için neler yapıyorsunuz?
“Kadına şiddet değil, erkeğin pisliği” diye anlatıyorum. Bazı haberleri gösteriyorum. Yaratılmış olanı sevmeyi anlatmaya çalışıyorum. Çocuk duyduğunu değil, gördüğünü ezberliyor. Üçü de iyi yürekli, terbiyeli, saygılı. Bir sürü hayalimiz var. Ben babaanne olacağım, torunlarıma bakacağım. Onlar eşlerini tatile götürecek. Umarım hayal ettiğim gibi bir kayınvalide olurum. Pek emin olamadığım bir konu (gülüyor).
Dimdik ayakta dururken neler yaşadım neler...
◊ Siz de kadın olmanın zorluklarını yaşadınız mı?
Kadın olmanın, güçlü olmanın, ayakları üzerinde duran özgür bir kadın olmanın, eli ayağı düzgün olmanın, başarının, gelişmenin, farklılığın... Hepsinin zorluğunu bin yaşadıysam, ünlü olduğum için bin kat daha ağır ve gözler önünde oldu. Halide Edip Adıvar’ın ‘Vurun Kahpeye’ romanında, meydanda halka göstere göstere, at arabasında ellerini bağlayıp sürüklerler, bilir misin o sahneyi?
◊ Evet...
Hah işte can yakmayı, acı vermeyi izletirler... Ahlak, edep ve namus dersidir bu. Ben de dimdik ayakta dururken, bir orduya meydan okurken neler yaşadım neler... Ama bu kadar diyeyim.
BU JÜRİDE YILAN YOK
◊ Kanal D’de yayımlanan ‘Uzak Ara Eğlence’de gerçekten uzaktan yayına katılıyorsunuz. Nasıl bir deneyim?
Yarışmacısına 300 kitaplık bir kütüphane hediye eden yarışmada olmaktan dolayı çok mutluyum, daha ne olsun...
◊ Jüri üyelerinden kimi ılımlı, kimi ‘yılan’, kimi sevimli olur. Siz nasıl bir jürisiniz?
Can’ı (Bonomo) ve Alper’i (Kul) tanıdıkça çok sevdim. Eski ve tatlı eltim Belçim zaten lokumlu akide şekeri! Reha Bey’i (Özcan) yeni tanıdım. Dünya tatlısı bir sanatçı... Aramızda yılan yok yani. İyiyiz; biz bize, herkes kendi yaşamının keyfinde olunca, birbirinin kuyusunu kazmak için gözlerini kısan olmayınca, eğlenerek seve seve çalışıyoruz. Abdullah Oğuz bizi ne güzel birleştirdi.
Bayram demek çocukluk, hüzün demek
◊ Uzun zamandır anaokulları açıyorsunuz. Devam ediyor, değil mi?
40’ıncı ‘Çocuklar Gülsün Diye’ anaokulumuzu Eskişehir’de açacağız. Bir sonrakinin şehrini belirlemek için Milli Eğitim Bakanlığı ile görüşmelerimiz başlayacak. Derneğim ülkemin kadınlarına, annelerimize vefa borcumdur. 10 yıldır bunun için müthiş bir şevkle çalışıyorum.
◊ Bugün bayram. Bayram size ne ifade ediyor?
Bayram demek çocuk demek, çocukluk demek; bayramlık, harçlık, ziyaret, biraz da hüzün demek. 20 yıl her bayram, her yılbaşı çalıştım, sahnedeydim. Özlemişim annemle, oğullarımla olmayı. Yanımızda olmayanlar, hayatta olmayanlar, eksik yanlarımız var tabii. Hayatın dengesi bu.
◊ Size ‘Demir Leydi’ derlermiş. Öyle misiniz?
Diye diye beni ‘Demir Leydi’ ettiler sanırım. İçeride bir yerlerde içi en çilekli, reçelli poğaçam var ama dışı Demir Leydi.
◊ Kalbinizi neler acıtıyor/acıtır?
Kalbimin bir tarafı nasır tutmuş olabilir. Artık acımıyor sanırım. Diğer tarafını da koruma altına aldım. Bundan sonra da acıyacak gibi durmuyor.
◊ Neden?
Acı ve drama haklarımı kullanıp tükettim. Sağlı sollu kroşeler bitti. Yalan, oyun, başkası gibi görünmeler, oynak karakterler... Hepsinden yoruldum ve sıkıldım.
◊ Peki sürekli açılan geçmiş hesaplar, söylenen laflar... Sizi acıtıyor mu?
Yok, hissim kesildi (gülüyor).
◊ Peki sizce unutmak mı daha kolay yoksa affetmek mi?
Unuttum diye kendini kandırmak en kolayı. Affetmek ağır mesele. Söylemekle olmuyor, sindirmek lazım. Zaman alıyor.
ŞÖHRET, DOLABIMDA ASILI BİR ELBİSE
◊ Şöhret dünyasının kurallarına uyan bir kadın mısınız?
Ayakları yere basan, gerçekçi bir kadınım. Mesleğimin bana verdiği isim, şöhret, beğeni gibi kriterleri elbette seviyorum ama akıllı işi değil inan. Kitabımda, “Şöhret dolabımda asılı bir elbise” demiştim. İşim varken giydiğim, bitince çıkardığım...
◊ Bütün kameralar kapandı. Nasıl biri ortaya çıkar?
Kafası hep dolu, çocuklarına delicesine tutkulu, yapıcı, kendini sayan, aceleci... Çok konuşmayı da, çok konuşanı da hiç sevmem. Telefonla konuşurken bacağımı sallar hatta fenalık geçiririm.
◊ Nasıl iletişim kuruyorsunuz?
WhatsApp’çıyım.
◊ Başka neleriniz var bilmediğimiz?
Yaz domatesleriyle kış için kavanoz kavanoz salça yaparım. Aldığım zevki bilemezsin. İnce yeşil biberli olanlar menemenlik, diğerleri yemeklik. Evimi çok severim. Odamda bir ömür geçirebilirim. Tasavvuf öğrencisiyim. Okur, kendimi elekten geçiririm. Bir huyumu daha törpülesem kâr sayarım. Bir de gereksiz bir sabrım var, insanı çatlatacak cinsten.
NEDEN SÜREKLİ SAMİMİ OLMAK ZORUNDAYIM?
◊ Sizinle ilgili en sorgulanan şey ‘samimiyet’. Neden?
Ya ben neden sürekli samimi olmak zorundayım, onu hiç anlamış değilim. Birden bir soru sorulduğunda samimiymiş gibi yapıyor da olabilirim, artistim ben. Benim dert ortağım mı magazinci arkadaşlarım? Sonuçta röportaj veriyoruz. Nasıl arkadaşımla ya da annemle konuşur gibi olayım yahu? Olamayabiliyor bazen.
◊ Yine de sorayım, ne kadar samimisiniz?
Bence şapşalca samimi ve gerçeğim. Ama “İmdat, vallahi çok samimiyim. Ne olur inanın” diye kendimi parçalamamın anlamı yok. Biliyorum insanların yüreğinde sağlam bir yerim var, akıllarında sorgulasınlar tabii ama bana kalpleri lazım.