Güncelleme Tarihi:
Eşbaşkana “İş için Kıbrıs’a gideceğim” yazdığımda gelen cevap “Madem gidiyorsun, casino’ya gitmeden gelme” oldu. Bunu sefer görev emri kabul ettim ve boş vakit bulduğum anda sorumluluk bilinciyle casino’ya yöneldim.
Türkiye’de bunlar yasal iken ben reşit değildim. O yaşımda kulaktan dolma edindiğim bilgilerim taca çıkmış.
Başta bir süre ortalıkta “Parayı kime vereceğiz, yok mu bizi soyup soğana çevirecek biri, kim kardeşim kaybetmekle mükellef olduğumuz kişi” falan diye kafası kopmuş tavuk gibi dolaştım.
Bedava içki için gelmiş uyanık insan gibi de görünmek istemiyorum. Bir an önce artık üç-beş neyse, sembolik de olsa bir şeyler kaybedip işletmeye katkı sağlamam lazım.
“Kumarhaneciye ayıp olur, adam da evine ekmek götürecek sonuçta” gibi bir bakış açım vardı sanırım o ilk anki şaşkınlıkla. Şimdi düşününce bana da pek anlamlı gelmiyor tabii.
Karta kaybetmek istediğin parayı yüklüyorsun
Neyse, bilenler bilir, ben bilmeyenlere anlatayım. Kart çıkarıyorsun, o karta başta kaybetmek istediğin parayı yüklüyorsun. Sonra işte onu ne kadar sürede kaybetmek istediğine göre bir oyun buluyorsun.
Ben ve aynı benim gibi evden “Mutlaka bir şeyler oyna da gel” diye gönderilen arkadaşım, acemiliğimizin hakkını vermek için makineyle başlamaya karar verdik.
Makineleri dolaştık dolaştık, bir şey anlamadık. Parayı veriyorsun, güzelce alıyor, onda bir sorun yok da ne olunca biz kazanıyoruz, ne gelince ne oluyor, hiçbir türlü çıkamadık işin içinden.
En nihayetinde bazı özelliklerini anladığımız bir makine bulduk. Ona takıldık. Arada bir, bir şeyler oluyor, alet yazıyor şu kadar kazandın falan diye. İstersen o kazandığını da iki katı veya hiç için riske ediyorsun diye gidiyor.
Artık bu kadarını çözünce ‘ne gelince ne’ kısmına takılmasak da olur dedik. Bu biraz anladığımız makineyle önce biraz kazandık, sonra adabımızla kaybettik. Sonuçta da “Gittik mi gittik, görev bir seviyede tamam sayılır” dedik.
Karşınızda o dünkü çocuk yok!
Fakat ertesi gün sen dönüş uçağı, fırtınadan iptal ol! E biz yine kaldık Kıbrıs’ta. Haliyle yürü dedik kendimize casino’ya...
Bu kez içeri çok daha emin adımlarla girdim. “Artık karşınızda o dünkü çocuk yok, casino’cu dayıyım ben, buralar benden sorulur” edasıyla geçtim, bildiğim makineye oturdum. Makine de benim bu ortamların adamı olduğumu anladı, kazandırdı zırt pırt sağ olsun.
Ama bu makine olayının şöyle bir yanı var: Bir süre sonra sizi sıkarak kaybettiriyor Allahsız. İnsan ‘düğmeye bas bas, nereye kadar’ noktasına geliyor.
“E şimdi buradan kalksam gidip erkenden yatmam lazım, onun da bir anlamı yok” diye böyle bir yandan telefona bakar, bir yandan basar oluyorsun. ‘Lan bi dakika, biz bunu parayla oynuyorduk’u tekrar hatırlayana kadar hop gitmiş bile oluyor.