Güncelleme Tarihi:
Avrupa Ekonomik Topluluğu’yla başlayan ekonomik bütünleşmeye dış politika, güvenlik, adalet ve içişleri boyutlarının eklenmesi, ortak para birimi Euro için zemin hazırlanması Maastricht Antlaşması’yla mümkün oldu. Siyasi birlik arzusuna resmiyet kazandıran antlaşma AB’nin transformasyonunu başlatırken bugün karşı karşıya olduğu sorunların da ilk tohumlarının atılmasına yol açtı. Antlaşmanın artı ve eksilerine bakalım...
KRİTERLER DELİK DEŞİK
Kriterler enflasyon, kamu borcu, bütçe açığı ve faiz alanlarındaki kuralları belirledi. Son 30 yılda bu kurallar defalarca delindi. Son dönemdeyse durum vahim bir hal aldı. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve İktisadi Kalkınma Vakfı’nın (İKV) Brüksel temsilcisi Haluk Nuray: “AB şu an kendi kriterlerinin çok ötesinde bir enflasyon ve kamu borcu sorunu yaşıyor. Enflasyonda yüzde 200, kamu borcunda yüzde 60, bütçe açığında yüzde 130, faizlerde yüzde 300’lük bir sapma söz konusu. AB, yarın tek ülkeymiş gibi AB’ye başvursaydı, o meşhur kriterleri karşılayamadığı için ertesi gün reddedilirdi.”
EN ÖNEMLİ KAZANIM...
AB vatandaşlarına bir başka AB ülkesine yerleşme, o ülkede çalışma, eğitim alma, sosyal haklardan yararlanma, yerel ve Avrupa ölçekli seçimlerde oy kullanma ve aday olma hakkı bu antlaşmayla güvence altına alındı. Aradan geçen 30 yılda bu haklar yeni antlaşma ve kararlarla daha da güçlendirilip çeşitlendirildi.
TRUVA ATLARI...
Antlaşma üye ülkelerin bazı ulusal egemenlik haklarından vazgeçmesini kaçınılmaz kıldı. Zamanla bu durum AB’nin günah keçisi halini alması sonucunu doğurdu. Her hata ve olumsuzluğun faturası Brüksel’e kesildi. Özellikle popülist eğilimli liderler her fırsatta AB’ye bayrak açtı. Polonya ve Macaristan’ın bu konudaki performansları dikkat çekici.
BREXİT ŞOKU
İngiltere’nin üyelikten çıkması (Brexit) AB’nin tarihinde aldığı en önemli darbe. Başka ülkelerin İngiltere’nin yolundan gitmeyeceğinin garantisi de yok.
KÂĞITTAN KAPLAN...
AB’nin dış politika ve güvenlik alanlarında tek sesle konuşmasının temelleri de bu belgeyle atıldı. Ancak bu temelin, özellikle son yıllarda, pratikte çok sağlam olduğunu söylemek pek mümkün değil. AB, uluslararası sahnede 30 yıldır ‘kâğıttan kaplan’ etiketiyle dolaşıyor. Stratejik vizyonunu belirleme çabasındaki AB’nin oldukça zorlandığını da gözler önüne seriyor.
‘GELMİŞ GEÇMİŞ EN ANLAMLI ÜYELİK OLUR’
Maastricht Antlaşması’yla atılan iddialı adımlar AB’nin genişleme politikasını zayıflatmadı. En kapsamlı genişleme dalgası bu antlaşma sonrasındaki süreçte yaşandı. Antlaşmanın dönemin cesur ve vizyoner devlet adamlarının liderliğiyle mümkün olduğunun altını çizen Dışişleri Bakan Yardımcısı ve AB Başkanı Büyükelçi Faruk Kaymakcı, AB’nin o dönemden çıkaracağı önemli dersler olduğu görüşünde:
“Türkiye ile AB arasında 1963 Ankara Anlaşması’yla kurulan ortaklık ilişkisi, 1999’da ülkemizin resmen aday ilan edilmesiyle farklı bir boyut kazandı. Özellikle 2005’te katılım müzakerelerinin başlaması hem Türkiye hem AB açısından gerçek bir dönüm noktasıdır. Katılım perspektifi, Türkiye’de sessiz devrim olarak nitelendirilen reform sürecini teşvik etti. Bu dönemde Türkiye’de milli gelir üçe katlandı. Katılım perspektifi başta Yunanistan olmak üzere gerginlik yaşadığımız üye ülkelerle iyi ilişkilerin tesis edilmesine ve 2004’te Kıbrıs sorununun çözümünde makul bir noktaya gelinmesinde de önemli rol oynadı.
Ancak 2004’te Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) haksız bir biçimde AB’ye üye yapılmasıyla birlikte, Kıbrıs sorunu AB’ye taşındı ve her vesileyle Türkiye’nin önüne bir engel olarak çıkarıldı. Bilhassa 2006’dan itibaren, GKRY’nin veto hakkını suiistimal etmesine göz yumuldu. Bu durum ilişkilerde güvensizlik yarattı ve ilişkilerimizin geniş potansiyelinin kullanılmasını engelledi. Nitekim Türkiye’nin zaman zaman yaşadığı reform yorgunluğu, irade eksikliğinden değil, AB’nin, Rum/Yunan ikilisinin engellemelerinin arkasına sığınarak ülkemizin katılım perspektifini zayıflatmasından kaynaklanıyor.
İlişkilerimizi ileriye taşımanın yolu katılım sürecinin güçlendirilmesi, AB’nin genel çıkarlarına da aykırı olan Yunan/Rum ikilisinin veto yetkisini suiistimal etmesine artık izin verilmemesi ve karşılıklı güvenin yeniden tesis edilmesinden geçmektedir. Verilen sözler tutulmalı ve Türkiye katılım koşullarını karşıladığında AB üyesi olmalıdır. Türk halkı bu sürece destek veriyor. Türkiye’nin AB üyeliği, gelmiş geçmiş en faydalı ve en anlamlı üyelik olacak, AB’ye ihtiyaç duyduğu dinamizmi ve jeopolitik ağırlığı kazandıracaktır.”
NELERİ BAŞARDI, NELERİ BAŞARAMADI?
Nilgün Arısan Eralp, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Avrupa Birliği Direktörü AB Genel Sekreterliği Ulusal Program Dairesi Başkanı (2000-2009)
BAŞARILI
PARASAL BİRLİK SAĞLANDI
Maastricht Antlaşması’nın en büyük başarısı Ekonomik ve Parasal Birlik’tir (EPB). 1999’da EPB ülkeleri için Euro yaratıldı, 2002’deyse dolaşıma sokuldu. Bugün 27 üye ülkeden 19’u EPB içinde, diğerlerinin büyük bölümü de EPB içinde yer alabilmek için çalışıyor.
Ayrıca EPB iki önemli stres testinden de başarıyla geçti. 2008’deki global mali kriz EPB içindeki ülkeleri de olumsuz etkiledi, milli gelirlerinde önemli azalmalar oldu. Krizden en fazla etkilenen Yunanistan gibi ülkelerin Parasal Birlik dışına çıkarılması bile tartışılmaya başladı. Ancak o dönem fiili lider konumundaki Almanya’nın sorumlu kararlarıyla bu kriz atlatıldı. Hatta krizden çıkış önlemleri arasında öngörülen Avrupa Bankacılık Birliği, 2012’de oluşturuldu.
EPB’nin ikinci stres testiyse pandemiydi. Üye ülkeler arasında serbest dolaşımı öngören Schengen sistemi bile geçici olarak askıya alındı. Ancak EPB bu süreçte zarar görmedi, üstelik bir önceki krizde önerilen ancak kabul görmeyen ‘ortak borçlanma’ Avrupa Merkez Bankası aracılığıyla gerçekleştirildi. Bu şekilde oluşturulan ‘kurtarma fonu’ hayata geçirilerek üye ülkelere 750 milyar Euro’luk destek sağlandı.
TÜRKİYE’YE ETKİSİ: EPB’nin başarısı ve EPB içinde yer almak için gerekli kriterler, şu an için aday ülke konumu bile ‘buzdolabında’ olan Türkiye’yi içinde bulunduğu ekonomik koşullar ve uygulanan politikalar nedeniyle doğrudan ilgilendirmiyor. Ancak AB üyeliğinin stratejik hedefi olduğunu söyleyen bir ülkenin bu süreci yakından takip etmesi önemli.
AVRUPA VATANDAŞI KİMLİĞİ
Maastricht Antlaşması’nın ikinci önemli başarısı, yarattığı Avrupa vatandaşlığı kimliğine hayatiyet kazandırması. Hükümlerinin hepsi bugün halen uygulanıyor.
KISMEN BAŞARILI
ADALET, İÇİŞLERİ VE GÖÇ
Antlaşmanın bir diğer başarısı adalet ve içişleri alanlarındaki işbirliğini AB müktesebatına kazandırmış olmasıdır. Dış sınır kontrolleri, vize, yasadışı göç, sığınma, polis birimleri arasında işbirliği, organize suçlar, terör ve uyuşturucuyla mücadele alanında işbirliği, gümrük işbirliği ve cezai ve sivil konularda adli işbirliği bu kapsamda yer alıyor. Bu amaçla Dış Sınırlar Ajansı (FRONTEX), Avrupa Polis Ofisi (EUROPOL), Avrupa Yargı Ağı (European Judicial Network) gibi kurumlar oluşturuldu. Ancak tüm çabasına rağmen AB tam anlamda ortak, adil ve işleyen bir göç ve iltica politikası geliştiremediği için bu konuda yükü Yunanistan ve İtalya gibi sınır ülkelerine ve Türkiye’ye yüklemiştir.
TÜRKİYE’YE ETKİSİ: AB mülteciler konusunda başta Türkiye olmak üzere üçüncü ülkelere bağımlı hale gelmiş ve bu ülkelerle ilişkilerinde zaman zaman evrensel niteliği de olan AB değerlerinden feragat etmiştir.
BAŞARISIZ
KÜRESEL AKTÖR OLAMADI
Maastricht Antlaşması’nın ve daha sonraki diğer antlaşmaların (örneğin Lizbon Antlaşması) en önemli başarısızlığı, gerçek anlamda bir ortak dış ve güvenlik politikasının hayata geçirilememesidir. Bu alanda üye devletlerin ulusal çıkarlarının ağır basması ve kararların oybirliğiyle alınmasının yarattığı zorluk, AB’yi bir anlamda ABD ve NATO’ya bağımlı hale getirmiştir. Bu bağımlılık AB üye ülkelerinin savunma harcamalarını çok düşük tutmalarına, bu da Fransa gibi ülkeler tarafından ne kadar çok istense de, AB’nin bir türlü ‘stratejik özerklik’ kazanamamasına neden oluyor.
TÜRKİYE’YE ETKİSİ: Bu durum Türkiye’nin AB’den ayrı bir dış politika oluşturmasına neden oldu. Fransa başta olmak üzere AB ülkelerinin bazılarının güvenlik alanındaki otonomi arayışının AB’yi ciddi bir askeri güce sahip Türkiye ile yakınlaştırması beklenirdi. Ancak taraflar arasındaki karşılıklı güvensizlik buna engel oluyor.