Güncelleme Tarihi:
BİRİNCİ AĞIZDAN AİLE İÇİ ORGAN NAKLİ VE O SIRADA YAŞANANLAR
Son bir yılda, annem, telefonda kısık sesle, yan yana olduğumuzdaysa sadece ikimizin duyacağı şekilde en çok şu cümleyi söyledi bana: “Babanın hareketlerini dikkatli inceler misin? Bir gariplik var. Endişeleniyorum...”
Bu endişelerin temeli 2011’de atılmıştı ama biz 2019’a kadar konduramadık.
Anlatayım: 2011’de babam safra kesesi ameliyatı oldu. Ameliyatı gerçekleştiren Dr. Metin Kuş, “Karaciğerinin şeklini beğenmedim, parça alıp biyopsiye yolladım” dedi. Biyopsiden gelen sonuçtaki ‘S bulguları’ da bizi bugüne getirdi.
Bahsedilen ‘S bulguları’ siroza işaret ediyordu. Gittiğimiz doktorlar disiplinli yaşarsa kontrol altında tutulabileceğini ancak kesin tedavinin bugün ama yarın, organ nakli olacağını anlatıyorlardı.
Sonunda 2019’un ocak ayında kaçış olmadığını anladık: Babam bilinci yarı kapalı şekilde acil serviste yatıyordu.
Birkaç gün sonunda hayat normale döndü ama bizim için hiçbir şey eskisi gibi değildi. Artık karaciğer nakliyle ilgili araştırmalara ve hastanelerle görüşmelere başladık.
Araştırma sırasında babam, “Senin Bursa’daki doktoru arayalım mı?” diye sorunca kader ağlarını örmüş oldu.
“Senin doktor” dediği, Bursa’daki organ nakil ameliyatını izlediğim Prof. Dr. Remzi Emiroğlu. Hürriyet Pazar’daki haberden sonra zaman zaman görüşüne başvurduğum için iletişimim devam ediyordu. “Bana gelebilirsiniz. Hem artık İstanbul’dayım” demesiyle süreç hızlandı. Yaptığımız ilk görüşmede nakil ameliyatının kaçınılmaz olduğu cevabını aldık yine.
Şimdi kalkıp size, “Annen/baban için canını verir misin” diye sorsam, büyük ihtimalle “Evet” dersiniz. Ama uyarayım, “Evet” cevabınıza, “Buyurun ameliyat masasına o zaman” karşılığını verdiklerinde işin rengi değişiyor.
11 Mart’ta “Donör adaylarınızı alıp gelin, testlere başlayalım” dediler. Bir dizi test yapılacak... En önemli konu, donör adayının, organ bağışından sonra yaşam kalitesi azalmadan hayatını sürdürmesi. Bu konuda bir soru işareti oluşursa donör olamıyorsunuz.
Biz üç kardeşiz. İki erkek, bir kız. Ben en küçüğüm. Daha önce konuşmuştuk, testler ben ve abimden başladı. Maalesef abim de ben de donör olabilecek kadar sağlıklı çıkmadık. Sonunda aslında istemediğimiz şekilde sıra ablam Vildan’a geldi.
İnsanı karanlığa iten günler
Bu süreç yazdığım kadar kısa sürmüyor tabii. Hayat akıyor, günde birkaç telefon görüşmesi yapıyor, neler olacağına kafa yoruyoruz, kendimizce tıp bilgimizi geliştiriyor, kaynaklar karıştırıyor, bu ameliyatı geçirmiş kişiler bulmaya çalışıyoruz. Çok gergin, çok yıpratıcı, insanı karanlığa iten günler.
Sonunda, nakil merkezinden mesaj geldi: “Vildan donör olabilir, size ameliyat tarihi vereceğiz.” O kadar karamsar günden sonra iyi bir haber almıştık sonunda. Sevinç gözyaşları dökerken, gözüm Vildan’a takıldı. İçinde kopan fırtınayı yüzünden anlayabiliyordum. Sonra hepimiz sevincimizden dolayı özür diledik ondan.
Karaciğer, kendini yenileyebilen, çabuk iyileşen bir organ. Ameliyat esnasında karaciğerin bir lobu, vericiden alıcıya takılıyor ve birkaç ay içerisinde iki kişide de eskisi kadar büyük, işlevlerini yerine getirebilen karaciğer oluyor. Tek sorun, bir daha o karaciğerle sorun yaşama şansları yok. Çok dikkatli bir hayat sürmeleri gerekiyor.
8 Mayıs sabahı saat 8’de ameliyatımız vardı. Ameliyathane kapısında verici olan Vildan’ı tedirgin etmemek için güler yüzle uğurladık. Ama hepimizde aynı endişe: “Bu, Vildan’ı son görüşümüz mü?” 45 dakika sonra bu kez diğer ameliyathaneye girecek olan babamı uğurladık. Tablo aynı.
Bekleme salonundaki ekrandan ameliyata dair bilgi paylaşılırken gözümüzü bir saniye kırpmadık, yazılanları ezberledik.
5 buçuk saatin ardından Vildan, 8 saatin sonunda da babam ameliyattan çıktı. Yoğun bakımda ikisini sağ salim gördüğümüzde hissettiklerimi burada anlatabilmem mümkün değil. 12 Mayıs’ta Vildan, 24 Mayıs’ta da babam taburcu oldu.
Ameliyat sonrası aile olarak yeni bir hayat armağan etti Vildan bize. Meğer 2014’te hazırladığım Duygu Uyar’dan babası Şükrü Uyar’a yapılan nakil haberini görünce şunu düşünmüş: “Bir kız, babasına karaciğerini veriyordu, onu okurken ‘Ne güzel bir işe vesile olmuş, biz de böyle olur muyuz acaba’ demiştim... Oldu işte.”
Hayat boyu özenli yaşam
Tekrar normal hayata adapte olmaları biraz zaman aldı. Vericiler için ameliyat sonrası ağrılı geçse de sadece ağrı kesici kullanarak kısa sürede iyileşiyorlar. Alıcılarsa çok sayıda ilaçla organın vücuda uyumunu sağlamak ve bu sürede bir fanustaymışçasına yaşamak zorunda. Babam için günlük ilaç sayısı 32. Bu ilaçlar zaman içinde azalacak ama bazısı ömür boyu onunla kalacak. Buna rağmen hiç şikâyeti yok, her fırsatta “Yeniden doğdum” diyor, yeni emekleyen bir çocuk hevesinde hayatı tekrar keşfediyor.
Hastalara taburcu olduğunda, aklına gelecek her soruya yanıt bulacağı bir kitapçık veriliyor ama hastaneyle ilişki bitmiyor: İlk 6 ay çok kritik. Sürekli doktor kontrolü ve tahliller yapılıyor. Özenli yaşamsa hayat boyu sürmek zorunda.
Nakil ameliyatlarında özellikle ameliyat kararı alma, ameliyata hazırlanma süreçlerinde bu tecrübeleri yaşamış insanlarla konuşup kafalardaki soruları sormak çok önemli. Bu şekilde kendinizi güçlü ve emin şekilde ameliyata hazırlayabiliyorsunuz. Hastanelerin ilgili servisleri vakit elverdiğince bilgilendirme yapıyorlar ama anlatmak, sormak istediğiniz bir şey olursa bana da yazabilirsiniz. Elimden geldiğince yanıtlarım.
Sağlıklı bir insanın elinizde ölebilme ihtimali...
Biz hasta tarafı olarak bunları yaşadık. Peki nakil yapan doktorlar ne hissediyorlar? Soruyorum Prof. Emiroğlu’na, “Organ nakli hem de canlı vericili nakil, hem aile hem de doktor için çok büyük bir sorumluluk ve yük. Bir anne, baba veya kardeş ailesinden iki kişiyi aynı anda ameliyata yollarken üzerinde nasıl korkunç bir baskı hissederse aynı stresi her hastayla birlikte ben de yaşıyorum. Ameliyat olan hastaları annem, babam veya kardeşim gibi görür, onlar için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışırım. En büyük stres bu zaten. Sağlıklı bir insanın elinizde ölebilme ihtimali korkunç yorucu bir düşünce. Fakat hayatı kurtulan insanları düşünerek kendimi motive etmeye çalışıyorum” diyor.
Gazetelerde dönem dönem yer alan tam sayfa teşekkür ilanları vardır. Hastalığı atlatan kişi doktordan hasta bakıcıya kadar tek tek herkesin adını anarak tedavi sürecine katkıda bulunanlara teşekkür eder. Bu ameliyattan sonra o ilanları verenleri daha iyi anladım. Gerçekten sizi ve sevdiklerinizi ölümün kıyısından alıp, tekrar gündelik hayata döndürüyor doktorlar. O kadar kudretliler ki sizden başka insanların da hayatına dokunuyor, onları da iyileştiriyorlar. Ne kadar teşekkür etsek az.
Prof. Emiroğlu, ekibiyle beraber ayda 15 karaciğer nakil ameliyatını İstanbul’da, 7 karaciğer nakil ameliyatını da Bursa’da gerçekleştiriyor. Bu ameliyatların büyük çoğunluğu, canlıdan canlıya. Kadavradan nakil oranı çok düşük. Çünkü Türkiye’de organ bağışı oranı çok düşük maalesef. Sağlık Bakanlığı’nın istatistiklerine göre bu yıl kornea nakilleri sayılmazsa yapılan organ nakli sayısı 2.882. Bunun 2.223’ü canlıdan canlıya. Kadavradan yapılan nakil sayısı, 659.
Organ yetersizliği günden güne yaşam kalitenizi düşüren, sonunda sizi ölümle burun buruna getiren bir durum. O nedenle organ bağışının, organ bekleyen bir kişinin hayatını ne kadar değiştireceğini düşünerek bu konuda hevesli olmak gerekiyor. Söyler misiniz, bir insana ikinci bir hayat hediye etmekten daha güzel ne olabilir?
Hepimizi bekleyen tehlike:NASH
Karaciğer yağlanması, ileride siroza dönüşebilecek ve ancak organ nakliyle tedavi olabilecek noktaya kadar ileri gidebiliyor. Prof. Dr. Remzi Emiroğlu bu hastalığı ve neler yapmamız gerektiğini şöyle anlatıyor: “Metabolik sendrom dediğimiz, diyabet, hipertansiyon ve hiperlipidemi ülkemizde de giderek artııyor. Metabolik sendromun en önemli komplikasyonlarından biri karaciğer yağlanması. Türkiye’de ortalama 19 milyon kişide karaciğer yağlanması olduğu sanılıyor. Bunların 2.5 milyonunu da çocuklar oluşturuyor. Bu hastaların yüzde 20’si, yani yaklaşık 4 milyona yakın kısmında NASH (Non-alkolik steatohepatit) dediğimiz, yağlanmaya bağlı karaciğer iltihaplanması gelişir ve bunların bazılarında yıllar içerisinde siroz geliştirir.”
Peki bundan uzak kalmak için neler yapmalı. Dinliyoruz: “Beslenme alışkanlıklarımızın bozulması, hareketsiz yaşam tarzımız ve gıdaların içindeki katkı maddeleri, mısır şurubu gibi şeker metabolizmasını bozan tatlandırıcılar ve hormonlar bu riskin artmasında ana sebeptir. Eski doğal beslenme şekline dönmek ve egzersiz yapmak korunmada en önemli seçeneklerdir. Ancak bazı ilaçlar ve enginar, devedikeni, adaçayı gibi besin maddeleri karaciğer yağlanmasını azaltır. Esas düşmansa tatlı ve şekerli besinlerdir.”