Güncelleme Tarihi:
*Son bir senede hayatınızdaki en büyük değişimlerden biri evlilik oldu. Nasıl gidiyor?
- Müthiş.
*Hayatınızda neler değişti?
- Çok bir şey değişmedi, zaten beraber yaşıyorduk. Sanki bir gece arkadaşlarımızla, ailelerimizle toplaşıp eğlenmişiz de tekrar devam ediyormuşuz gibi oldu.
* Nasıl tanıştınız?
- Sanatçı bir arkadaşımızın lansman gecesinde.
* Neydi Can Bonomo’da sizi çeken?
- Can’ın zor bir hayatı olmuş. Bütün o zorluklardan bu kadar olgunca çıkabilen bir erkek her zaman çok çekici tabii.
* Neydi o zorluklar?
- O başka bir röportajın konusu bence. Ama şimdi şunu söyleyebilirim; o zorluklar onu çirkinleştirebilirdi, kimse de “Niye böylesin” diyemezdi. Ama o diğer türlü olmayı tercih etmiş ve bunu başarmış da. İnsan onun gibi birini merak ediyor.
Bir anda kayışları koparıp beklenmedik bir şey yapmıyorum
* Yılbaşı gecesi evlilik teklifi almışsınız. Romantik miydi?
- Epey romantikti. Hayatta bu kadar romantizmden hoşlanacağımı düşünmezdim. Meğer bayılıyormuşum.
* Biriniz müzisyen, biriniz oyuncu... Evde sohbetler hep sanat odaklı mı?
- Tabii ki değil (gülüyor). İşlerimizle ilgili konuştuğumuz oluyor ama her muhabbetimiz Çaykovski aşağı Aronofsky yukarı değil.
* Çocuk istiyor musunuz?
- Zamanı gelince tabii...
* Çok sakin duruyorsunuz. Neler bozar bu sakin ritmi?
- Ruh durumum biraz stabil. Öyle çok dalgalanmıyor, bir anda kayışları koparıp beklenmedik bir şey yapmıyorum.
* Birçok yerde sizin için röportaj vermenin sıkıntı olduğunu okudum.
- Evet. Çok hoşlanmıyorum.
* Neden?
- İnsanın sürekli kendinden bahsetmesi bana tuhaf geliyor. “Ben şöyleyimdir, böyleyimdir, asla şunu şunu yapmam” gibi kendimizle ilgili edindiğimiz belki de yanlış fikirleri söylemek zorunda kalıyormuşuz gibi hissediyorum. İnsanlar gerçekten beni tanımak istiyorsa, o zaman gazete ya da dergilerin benim en yakın arkadaşımla filan röportaj yapması gerekir.
* Konuşmaya karşı mesafeniz eskiden de mi böyleydi?
- Neden konuşuyoruz; duygularımızı ya da düşüncelerimizi ifade etmek için. Aslında bunları çok konuşmadan da ifade edebiliyoruz. Hatta yer yer konuşarak anlatınca ifade etmek istediğimiz şeyi bir kılıfa sokuyoruz, özünden biraz uzaklaştırıyoruz, azıcık değiştiriyoruz, süslüyoruz, büyütüyoruz... Ya da tam tersi, kelimeler yetersiz kalıyor. Eskiden de aynı böyle hissediyordum, evet.
* Ailenize karşı da mı böyleydiniz?
- Evet. Daha çok kızdığım, üzüldüğüm durumlar karşısında kendimi ifade etmekte sıkıntı çekiyordum.
* İçinizi bir dönem mektuplara döktüğünüz doğru mu?
- Evet, o durumlarda da onlara mektup bırakıyordum. Çünkü yazmak konuşmak gibi değil. Konuşmak daha fevri bir şey. Yazarken insan yüzleşmek zorunda kalıyor.
* İçinize atmak, sessiz kalmak hayatta nasıl sorunlar yarattı?
- İlişkileri aşırı yıpratan bir durum. Bir şekilde öyle ya da böyle kendimizi ifade etmek zorundayız. Hem kendimizin hem karşımızdakinin ruh sağlığı için. İnsan biraz yaş aldıkça onun yolunu da kendine göre buluyormuş bir şekilde.
Eğlenmeyi dayılarımızdan öğrendik
* Ailecek koyu Galatasaraylıyız. Çocukluğumdan beri maça giderim. Önemli maçlarda bütün aile evde toplaşıp kıymalı makarna eşliğinde maç izleriz.
* Dört dayıyla büyüdüm. Onlardan öğrendik biraz eğlenmeyi biz de. PlayStation oynardık. Hâlâ aynı alışkanlıklarım devam ediyor. Can da bir PlayStation hastası şükür.
* Oyunda pembe bir peruk kullanıyorum. Bu bana çok uzak bir stil. O yüzden hoşuma gidiyor. Dış görünüşümle ilgili pek cesur kararlar veremem, fazla iddialı şeylerden uzak dururum.
İhtiyaç duyduğum zamanlarda terapiye giderim
* Yeni oyununuz ‘Terk’ ne anlatıyor’?
- Psikologda, bir seansta geçiyor ve terk etme meselesini anlatıyor. Ama konuya pek alışık olduğumuz bir yerden yaklaşmıyor. İyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı baştan sorgulatıyor.
* Sizce günümüzde terapiye ne kadar ihtiyacımız var?
- İnsan kompleks bir varlık. Aslında bildiğimiz ya da hissettiğimiz şeyleri unutmaya veya yok saymaya eğilimliyiz. Ancak farkındalığımızı artırmak bizi daha huzurlu bir insan haline getirir. Bunu da her zaman tek başımıza başaramayız. Terapi bu farkındalığı kazandırmak için var zaten. O yüzden insan var oldukça her zaman terapiye de ihtiyaç duyulur.
* Siz terapi gördünüz mü?
- Tabii ki. Bu bahsettiğim gerekliliğin annem de babam da farkında olan insanlardı. Eskilerin o ‘deli doktoru’ algısını yıkarak kardeşimi de beni de ergenlik zamanlarımızda psikoloğa götürdüler. Şimdi de ara ara ihtiyaç duyduğumda giderim. Kendisini geliştirmek isteyen herkesin gitmesi gerek.
* Oyunun tanıtımlarında “Gerçek böyle buruşturur işte yüzünü. Sonra iyi gelir ama. Bir daha istersin” diye bir söz var. Gerçekler insanın yüzünü buruşturup canını acıtır mı?
- Acıtır tabii. Ama belki yüzümüzü buruşturan o gerçeği sindirdiğimiz, kendi gerçeğimizle barıştığımız zaman daha mutlu olabiliriz. Oyun kendini kırbaçlamaktan vazgeç ve gerçekleri karşılayabilecek kadar ‘ol’ diyor biraz.
Bir ikizin olunca sürekli bir birey olduğunu kanıtlama çabasıyla boğuşuyorsun
* Çocukluğunuza dair aklınıza ilk gelen ne?
- Eğlenceli bir çocukluk geçirdim. İkiz olmanın tek avantajı bu galiba. Sürekli bir oyun arkadaşınız var. Çocukluğum deyince aklıma ilk, Ezgi’yle uydurduğumuz oyunlar geliyor.
* İnsanın kendine tıpatıp benzeyen bir ikizi olması nasıl bir his?
- Gerçekten tek iyi tarafı var, o da kendini hiç yalnız hissetmiyorsun. Onun dışında sürekli bir birey olduğunu kanıtlama çabasıyla boğuşuyorsun. Sürekli ikizliğin nasıl bir şey olduğunu anlatmak zorundasın.
* Çemberlitaş Kız Meslek Lisesi’nde okumuşsunuz. Neden bir kız lisesi?
- Çok da istemeyerek okuduk aslında. Ezgi de ben de pek çalışkan çocuklar değildik. O yüzden bir Anadolu lisesini kazanamadık. Çemberlitaş Kız Lisesi, düz liseler arasında üniversite puanı en yüksek olandı. Annem de oraya yazdırdı.
* Kız liseli olmayı nasıl anlatırsınız?
- Pek hoş şekilde anlatmam.
* Neden?
- Yanlış bir eğitim sistemi. Okul dediğimiz şey bizi her bakımdan hayata hazırlayan bir yer. Çalışma hayatımız, üniversite hayatımız tek cinsiyetli mi? Hayır. O yüzden kız lisesi hep anlamsız gelmişti.
* Oyunculuk, hikâyenizin neresinde başlıyor?
- Dayım oyuncuydu. Onun bulunduğu ortam, yaptığı iş o zamandan beri bana çok ilginç geliyordu. Lise zamanı en sevdiğim tiyatro olan Kenter Tiyatrosu bir kurs açmıştı. Oraya seçilmem, orada eğitim almam işleri daha ciddileştirmiş oldu.
* Nasıl keşfedildiniz?
- Konservatuvarın üçüncü yılında Berkun Oya, Krek’in yeni oyunu için seçme yapıyordu. Biz de okuldan birkaç arkadaş gittik. Seçildim, oyun başladı. Şu anda hâlâ menajerim olan Şermin (Ekinci) bir akşam oyunu izledi. Tanıştık, konuştuk, beraber çalışmaya başladık. Hemen oyuna Kerem Çatay ve Ece Yörenç’i getirmiş. Onlar da ‘Kuzey Güney’ için benimle çalışmak istediler.
* Önce tiyatroyla tanındınız. ‘Kuzey Güney’ dizisiyle adınızı geniş kitlelere ulaştırdınız. Şöhret size ne ifade ediyor?
- Gerçekten bilmiyorum. Ünlü olduğumu da düşünmüyorum. Ne ki ünlü, kime ünlü diyoruz? 2019’da bence herkes ünlü.
* Yine de tanınmak hayatta bir şeyleri değiştirmedi mi? Mesela maddi olarak?
- Çalışmaya başladığımdan beri kendi ayaklarım üstünde durabiliyorum, tek değişen şey bu oldu. Tanınma mevzuuna gelirsek, ona çok takılmamaya çalışıyorum. Kendimi eskiden gittiğim yerlere gitmekten, eskiden sevdiğim şeyleri yapmaktan alıkoymuyorum. Aksi takdirde hayat çok sıkıcı ve anlamsız olur.
* Televizyon dışında yaptığınız işlerde genelde festival filmlerini tercih ediyorsunuz. Sinema ve tiyatro sizin nefes alma alanınız mı?
- Evet çünkü sinema ve tiyatro bana bu işi neden sevdiğimi hatırlatıyor. Çünkü oyunculuk insani çalışma koşullarında, hikâye ve karakterin nereye gideceğini kesin biliyorken, işi yapanların sizden beklentisi sadece senaryonun veya tekstin yönlendirdiği ölçüde bir karakter inşa etmeniz olduğunda yapılabilecek bir şey.
ESET'ten internette güvenlik için önemli ipuçları!