Güncelleme Tarihi:
Yoga eğitmeni olması sebebiyle çevrede ‘Fuliş Yoga’ olarak tanınan 32 yaşındaki Fulya Cüzdan, 6 Şubat gecesi Antakya’da deprem felaketini yaşayanlardan... Yıkılan binadan kendi çabalarıyla kurtuldu ve 3.5 gün sonra abisiyle birlikte yaşadığı şehri terk etti. Onu 3.5 gün boyunca en çok, enkaz altından gelen yardım çığlıklarına çare bulamamak yaraladı. Fulya Cüzdan’a, enkaz altındayken attığı tweet’i görüp ulaştım. Mersin’de bir hayırseverin evinde kaldıklarını söyledi. Mersin’de buluştuğumuzda henüz her şeyi idrak edebilmiş durumda değildi. Deprem gecesinin yarısını hatırlıyordu ama bazı yerlerde boşluklar vardı... Ben sordum, o anlattı...
*32 yıldır Antakya’da, doğup büyüdüğüm evde oturuyordum. Önce idrak edemedim; deprem mi oldu, savaş mı çıktı; anlayamadım. Deprem öncesinde köpeğim beni uyandırdı aslında, devamlı yüzümü yaladı. 5 dakika sonra patlama gibi sesler duydum. Bir baktım, şak diye tavan düştü, gökyüzü görünüyor. Öyle bir yağmur vardı ki ben böyle yağmur hayatımda görmemiştim. Sanki biri yukarıdan tuttu, salladı bizi. Gidip geldim evin içinde. Elektrikler kesildi, yerde çığlık attığımı hatırlıyorum, boğazım gitmiş çığlıktan.
*Telefonumu buldum, yatağımın üzerindeki montu giyip alt kata indim. O anda bir daha başladı deprem. Ama ben hâlâ savaş çıktı zannediyorum, küçük sarsıntılar yaşamıştım ama böylesi gerçekten anlatabileceğim bir şey değildi. Yeniden duvarlar yıkılmaya başladı. Nerede olduğumu bilmiyorum, her taraf dökülüyor; taş, toprak kokuları, her taraf toz duman... ‘Allah’ım ne oluyor’ dedim ve o an tüm binaların yıkıldığını anladım. Çünkü dışarıdan güm güm güm sesler geliyordu. Suriyelilerin birkaç hafta önce boşalttığı, kapısı açık bir daire vardı. O karanlık ve karmaşada oraya girmiştim. Orada mahsur kaldım.
‘Her yer yerle birdi!’
*4’üncü kattan 3’üncü kata kendim indim ama 1’inci ve 2’nci kat zaten yokmuş; göçmüş. Telefonumun şarjı yüzde 100’dü. Polisi aradım ama hatlar çalışmıyordu. ‘Tamam’ dedim, ‘öleceğim burada’. Adresimi yazdığım bir tweet attım, gitmedi. Sonra bir ara şebeke gelince, yani sabah 6.00 suları gitmiş.
*Öğlen 13.00-14.00 suları çok şiddetli bir deprem daha oldu ve bina biraz daha çöktü. Benim olduğum 3’üncü kat giriş kat oldu. Bir boşluk gördüm, pencere düşmüş. Kendimi oradan dışarı attım. Deli gibi yağmur yağıyordu. Komşumuzu gördüm, bedeninin yarısı içeride, yarısı dışarıda, saçları sırılsıklam… “Fulya” dedi, “N’olur, beni kurtar, oğlum içeride”... Beton, masa büyüklüğündeydi, tek başıma kaldıramazdım. Yardım çağırmak için uzaklaştım biraz mahalleden, kimse yok! Her yer ama her yer yıkılmış! Herkese “Arzu Abla orada, lütfen yardım edin” dedim ama
30 yıllık komşularımız bile dinlemedi. Herkes kendi canının derdine düşmüştü.
Sonra babamı gördüm muhtarlığın orada arabada, köpeğimi de almış. Bir tur attık mahalle dışında, “Bütün Antakya yerle bir olmuş ama neden” dedim. Çünkü çok lüks ve yeni yapılar vardı, deprem garantili diye sattılar. Onların bile yıkıldığını görünce ‘Bu büyük bir felaket’ dedim kendi kendime.
‘Kulaklarımızı tıkadık’
*İlk saatlerde ben sadece Hatay’da deprem olduğunu sanıyordum. Binalar yola dökülmüş; nereye gitsek çıkamıyoruz; kısılı kaldık. Köprüye gidelim, gidemiyoruz, Armutlu’ya gidelim, gidemiyoruz, Cumhuriyet’e gidelim, gidemiyoruz.
Abim de bizi aramaya çıkmış, birbirimizi gördüğümüzde koşup bir sarılmamız vardı ki, ömrümce unutamam o anı... Bizi Sümerler’e götürdü. Sosyetik bir semttir, “Yardım gelirse oraya gelir” dedi. Bekledik arabada. Kimse gelmeyince Migros’u ‘patlattılar’. Abim de gidip oradan bize su, ekmek, cips filan ne bulduysa aldı. “Bunları ufak ufak yeriz, zaten birazdan yardım gelir” dedi. Çok bekledik, gelen giden olmadı...
*İkinci gece asker bize çorba verdi, Allah razı olsun çok iyi geldi. 3.5 gün arabanın içinde yaşadık. Geceleri çok zordu. Sessizlikte yıkık binaların derinlerinden ses geliyordu. “İmdat, kurtarın bizi” diye çığlıklar… Elimizden o kadar bir şey gelmedi ki artık delirmemek için hep beraber kulaklarımızı tıkamaya başlamıştık. Yüzlerce yıkık bina, ayaza kesmiş bir hava ve sadece derinlerden gelen çığlık sesleri, başka hiçbir şey yoktu... Adana’ya doğru yola çıktık; onların çadırlarına sığındık, lahmacun getirdiler, inanamadım! Sonra da yardımsever bir Şırnaklı bize Mersin’deki evini açtı, babamla buraya yerleştik. Abim eşiyle İstanbul’a gitti.
*Seni ve yerin altındaki sevdiklerimi çok özleyeceğim Hatay. Hiçbir arkadaşım kalmadı, sevdiğim herkes yerin altına gömüldü. İşim, evim, arkadaşlarım, anılarım, hepsi yerle bir oldu. Ben kurtuldum ama bir başıma kaldım. Aslında hepimiz öldük ama sadece onları gömdüler.
*** *** **** ***
Pirinç ailesinden önce anne Gülcan Hanım’a rastladım İskenderun’da... Kız kardeşine sarılmış, enkaz altında kaybettiği iki evladı için ağlıyordu. Ben hiçbir şey sormadan, anlatmaya başladı başından geçenleri... Anlattıkça acısını dindirmeye çalışıyor gibiydi. Eşi Ferhat Pirinç de geldi yanımıza.
Acı, yüzüne de yansımıştı ama dirayetli durmaya çalışıyordu hayatta kalan iki çocuğu için... Sonra beni oğulları Alican’ın yanına götürdüler. Bana sorarsanız Pirinç ailesi hâlâ şokta,ne yaşadıklarının henüz tam farkında değiller. Belki planladıkları gibi Balıkesir’e yerleşip normal hayatlarına geri döndüklerinde anlayacaklar başlarından geçen bu kara günlerin vahametini. Ferhat Pirinç hem eşine hem de çocuklarına “Kalbim” diye hitap ediyor, üçü de bunca acıya rağmen öyle dingin bir ses tonuyla anlatıyorlar ki olan biteni insan onların yerine feryat etmek istiyor.
‘Yoldan geçen herkesin eline ayağına kapandım. Gelen baktı, döneceğiz dediler ama dönmediler’
Gülcan Pirinç
*Armutlu’da, eşim ve üç oğlumla evdeydik. Kızım Irmak, Zonguldak’ta okuduğu için o yoktu. Sabah bir uyandım, ana yolda, toprak altındayım. O an eşim “Gül biz öldük, hakkını helal et” dedi. Ben de “Mezar buysa gerçekten çok karanlık ve çok soğuk” dedim. Helalleştik. Sonra çocuklara seslendik. Ben büyük bir taşın altında kalmıştım. Aradan kaç saat geçti, bilmiyorum. Dışarıdan birkaç ses duyduk; “Alican, Mehmetcan” diye bağırıyorlardı. Herkes ikizlerimi arıyor. Eşim o kişilere “Bizi duyuyor musunuz, biz buradayız” diye bağırdı. O çocuklar birkaç adam getirdi, Allah razı olsun, uğraşıp bizi çıkardılar.
*Dışarı çıkınca hemen çocuklara seslendik. Mustafa ve Alican “Babam buradayız” diye ses verdi. Ama sonra patlamalar başladı. Evin altında tüpçü vardı. Yangın çıktı. Alican’ımı kurtardılar ama Mustafa’mla Mehmetcan’ım orada kaldı. Mehmet’in sesi hiç çıkmamış, üstüne kolon düşünce o anda ölmüş. Mustafa kardeşine “Bizi buradan çıkaramayacaklar Ali, öleceğiz burada” demiş en son. Çok ağlamış evladım. Hep bağırdım, çağırdım yardım edin diye ama kimse yoktu. Yoldan geçen herkesin eline ayağına kapandım. Gelen baktı, gitti, “Döneceğiz” dediler ama dönmediler.
*Bu dünyadaki en kötü şey çaresizlikmiş. 3 çocuğun seni çağırıyor ama elinden hiçbir şey gelmiyor. Mustafa’mla Mehmet’im orada öldü. Mustafa’m direndi ama yaşadığına ikna edemedim kimseyi. Ellerinde ses cihazlarıyla geldiler, “Ses yok” deyip gittiler. Oysa biz ara ara konuşuyorduk. Dumandan bayıldılar, biliyorum. İnanmadılar bana. 6’ncı gün Ford Otosan’ın kurtarma ekibi geldi. Oğlum Ali’yi onlar kurtardı. Allah hepsinden bin kere razı olsun.
*Daha önce 20 sene kiradaydık, zar zor bu evi aldık. Keşke hiç evim olmasaydı da evlatlarıma bir şey olmasaydı.
‘Tak etti canıma, askerlere sıkın kafama dedim’
Ferhat Pirinç
*Bizim apartmandan yaklaşık 20 cenaze çıktı. Ben ve eşim enkazda 5-6 saat kaldık, bizi rahat çıkarabildiler. Salonumuz daha ortada, çocuklar da o akşam salonda uyudu. Salonun üstüne bir apartman daha düştü. Her 15 dakikada bir çocuğuma sesleniyordum bayılmasın diye... En son çocuk isyan etti, “Baba beni çıkarmayın artık, 1 hafta oldu” dedi. “Oğlum ne olursa olsun çıkaracağım seni” dedim. Tak etti canıma, “Çocuklarımı çıkarmayacaksanız sıkın kafama, yaşamanın bir anlamı yok, enkazda ölmüş deyin gitsin” dedim askerlere.
*Canlarımız bize Allah’ın emanetiydi; o verdi, o aldı. Geride kalan çocuklarımız için yaşamaya devam edeceğiz. Balıkesir, Bandırma’ya yerleşmeyi düşünüyoruz.
‘Abim baygındı, uyanınca ikizim Mehmet’i sordu, öldü diyemedim...’
Alican Pirinç
*Biz üç erkek kardeş eve misafir gelmedikçe odamızda pek yatmayız. Salonda, televizyon karşısında bir şeyler izler, sohbet eder, koltuklarda uyuyakalırız. O gece Mustafa Abim ve ikizim Mehmet tam uykuya dalıyordu ki deprem başladı. Önce televizyon yere düştü, sonra büfenin içindeki her şey... Öyle bir ses vardı ki bağırıyor ama birbirimizi duymuyorduk. O sırada ikizimin üstüne duvar yıkıldı, kolonun altında kaldı. Abim duvarın yanındaydı, ayağımla duvarı itmeye çalışırken tekrar deprem başladı. Geri döndüğümde Mehmet’in sadece elleri görünüyordu. Bina da tamamen çökmüştü.
*Bir süre abim Mustafa’dan ses gelmedi, sonra uyandı. Mehmet’i sordu, “İyi, uyanır” dedim, “Öldü” diyemedim üzülmesin diye... Annemle babamın sesini duyduk, yarım saat geçmeden duman gelmeye başladı, sonra da tüpler patlamaya başladı. İki gün yağmur yağmasına rağmen o yangın sönmedi, dumanı da dinmedi. Aldığımız nefes bir noktadan sonra abimle beni hareketsiz bırakmaya, zehirlemeye başladı. Abim “Nefes alamıyorum, boğuluyorum” dedi, yarım saat sonra ağlamaya başladı, uzun bir süre ağladı. Sonra sesi kesildi. 2 saat sonra uyandı, “Ali iyi misin” diye sordu. Baktım hâlâ ona daha çok duman gidiyor, delikten üstümdeki kazağı verdim ağzına kapasın diye... Ardından bir deprem daha oldu. Benim kaldığım yeri iyice duman bastı. Hareketsiz kaldım. Bir süre sonra abim ikinci kez bayıldı.
*Ekipler geldiğinde benimle konuştular, “Sen bize doğru moloz aç, biz de sana doğru” dediler. Beni çıkardıkları yerden bir insanın çıkması gerçekten güç. Üzerimdeki öyle bir duvar vardı ki kırıldı mı hepsi kırılır! Moloz aça aça bulduk birbirimizi. İkizimi benden önce görmüşler ama yaşamadığı için onu ellemediler.
*Bana bin kişi sordu “Sesimi duyuyor musun” diye, bir kişi çıkardı. “Ses geliyor, seni şimdi çıkaracağız” dediler, sonra gittiler. Umutla bekledim. Çıktığımdaysa şok oldum. Hiç böyle bir şey beklemiyordum. 89 model bir araba almıştı babam. Onu sordum hemen ama onun da üstüne bina yıkılmış. Kaçarız diye düşünmüştüm onunla... Yeni almıştık, gezecektik daha, abim gezdirecekti bizi...