Güncelleme Tarihi:
Bennu Yıldırımlar kelimenin tam anlamıyla bir hanımefendi. Saygıya çok önem veriyor ama ekranda genellikle takındığı o ciddi ifadesini unutun... Zaten kendini “Bennu kahkaha atmayı seven, eğlenen biridir” diyerek anlatıyor. Sohbete ‘Veda Mektubu’nda canlandırdığı karakteri hakkında konuşarak başlayıp sonra gerçek hayattaki karakterine geçiyoruz.
* Kanal D’de yayımlanan ‘Veda Mektubu’nu “Yaşanamamış, yarım kalmış duyguların hüznü, intikamı ve sonuçları” olarak anlatmışsın. Senin hayatında yaşanmamış, yarım kalmış duygular var mı?
Evlat, eş dost, oyuncu ve anne kimliklerimin hepsini dolu dolu yaşadım. Hayatı olduğu gibi kabul eden, olumlu bakmayı seven, hayatla kavga etmeyen bir yapım olduğu için ‘keşke’ kelimesini çok kullanmam. Hayatın ve tüm yaşanmışlıklarımın keyfini çıkardım.
* Dizide canlandırdığın Seher karakteri kendisini sevmediğini bildiği bir adamla birlikte. Sen, seni sevmeyen bir adamla bir ömür geçirir miydin?
Çalışıp kendi ayakları üzerinde durmayı başarabilmiş, kendini ifade edebilen ve kendine değer veren hiç kimse kendini sevmeyen bir insanla birlikte olmak istemez. Bazen insanları mecbur bırakan sebepler olabiliyor, onlarca buna benzer hikâye var. Ben sevilmediğimi düşündüğüm bir ortamda bir ömür değil, saniye durmak istemem tabii ki.
* Seher çok domestik. Mutfağına da kimseyi sokmuyor. Senin de evde kuralların var mı?
Öylesi katı kurallarım yok. Sadece kendime özgü kurallarım var. Domestik bir yapım olduğu söylenemez. Ama evcimenim, düzeni severim. Bizde mutfakta herkes kendi hünerlerini sergiler. Eşim Bülent et ve balık, ben zeytinyağlı ve sebze yemeklerini yapmaktan keyif alırız.
* İlk kez bir dizide bu kadar kötü bir karakteri canlandırıyorsun. Kötüyü oynamak nasıl?
Seher karakteri için kötü demek ne kadar doğru bilmiyorum. Genç yaşında sevdiği adamla olma isteği taşırken, o adamın annesinin birtakım davranışları sebebiyle içine çekildiği bir hayat söz konusu. İzleyici açısından kötü görünse de insan olarak ele alındığında hatalar silsilesi içinde savrulan karakterlerden biri o da. Olayı bu bakış açısıyla değerlendirdiğim için kendimi kötüyü oynuyormuş algısında tutmuyorum. Evet, Seher bu zamana kadar oynadığım karakterlerden daha farklı; bu sebeple başlangıçta, zaman zaman beni endişelendiren, benden insan olarak çok uzak sahneleri çekmek durumunda kaldığım oldu. İşin güzel yanı şu; bana mantık olarak ters gelen durumlarda yapımcımız Gül Oğuz’la bunu paylaşabiliyorum.
* Sen Bennu olarak ne kadar kötüsün?
Kendimce toplum kurallarına uyan, canlı ya da cansız her şeye değer veren, saygı ve sevgide özenli davranan, kimliklerimin yüklediği sorumlulukları bilen, topluma faydalı olmaya çalışan bir bireyim. İnsanların takdiri tabii ki, o kadar bilemem, belki beni kötü olarak sınıflandıran insanlar da olabilir. Ama içimde hiç kötülük hissetmiyorum.
* Kötü karakterler genelde fenomen oluyor. Neden kötüyü seviyoruz?
Kötüyü seviyorlar olarak düşünmüyorum. Kötülük daha çabuk farkındalık yaratıyor, içinde heyecan ve merak barındırıyor. Çatışma yarattığı ve tansiyonu yükselttiği için daha çok tepkilere maruz kalıyor bu karakterler. Altında yatan eksikliği, hangi duygunun aç bırakıldığını bilmek gerekiyor kökenine inmek için. Bazısı kendinden bir şey buluyordur, bazısı yaşadığı kötülükten yakınlaşıyordur duyguya.
m Peki, sence ne kadar kötü insanlar olduk?
Eskiden ne kadar kötülük varsa şimdi de o kadar var dünyada. Ancak sosyal medya ve teknoloji araçları, haberlerin yayılışı açısından daha çok görür, duyar kıldı bizi. Herkes kendi kalbine dönüp baksın ve sorsun: Ne kadar kötü insanlar olduk?
Hayat pişman olunacak kadar uzun değil
* Canlandırdığın karakterlerden olsa gerek genelde soğuk, mesafeli bir havan var. O karakterleri askıya asalım, gerçek Bennu’yu nasıl anlatırsın?
Malum ülke gündemlerimiz sebebiyle son zamanlarda herkes kadar içime kapansam da gelin görün ki asıl Bennu kahkaha atmayı seven, eğlenen, çok okuyan, çevresindekilerin fikirlerini önemseyen, soran, farkındalığı yüksek, sağlıklı yaşamaya ve işini doğru yapmaya çalışan, evet her zaman mesafesini korumakla birlikte, samimiyetini de bir o kadar hissettiren biridir... Set arkasında eğlenmeyi tercih ederim. Saygı konusunda hassasiyetlerim vardır, bu konuda karşımdakine ben de çok özen gösteririm. Dostlarım vardır ve onlarla gezmek, eğlenmek benim vazgeçilmezimdir. Yeni yerler görmeye, yeni lezzetler denemeye bayılırım. Aşırı sorumluluk sahibi olmam zaman zaman duygusal yorgunluklara sebep olur.
* 50’li yaşların başındasın. Hayattan çıkardığın en büyük ders ne oldu?
Zamanın çok kıymetli olduğu, su gibi akıp gittiği ve doğru değerlendirilmesi gerektiği... İnsanların maalesef hak etmedikleri yerlere çok çabuk ulaşabildikleri... Hayatın keyfini çıkarmak için sağlıklı yaşamanın şart olduğu... Aşırı sorumluluk almanın anlamsız yükler getirdiği...
* Kendinle yüzleştin mi?
Yüzleşmek zorunda kalmamak için hata yapmamaya özen gösteriyorum. Tabii kendime dair özeleştiri yapıyorum, şimdiki aklım olsaydı dediğim yerler elbette var.
* Mesela...
Mümkün olmamakla birlikte bencil bir insan olsaydım kendimi daha az yorabilir ve kendime daha çok zaman ayırabilirdim.
* En büyük pişmanlığın nedir?
Henüz yapmak isteyip yapamadığım her ne varsa onları yaşamadan gidersem pişman gitmiş olurum. Mutlu bir çocuktum, sevdiğim bir eşle evlendim, sevdiğim işimi yapıyorum, anne oldum ve bütüne baktığında, teferruatlarda pişman olmak anlamsız. Hayat pişman olunacak kadar uzun değil.
Tekrarları sadece Fikret’i oynayabilirmişim algısına sebep oluyor
* Yıllardır içinde bulunduğun oyunculuk dünyasını nasıl anlatırsın? Güzel tarafları bir yana, eksileri neler?
Dışarıdan görünen tüm parıltısının yanında insanların hedefledikleri yere ulaşmak için rekabette sınırları zorladığı, uzun çalışma saatleri sebebiyle özel hayatların ertelendiği, toplumsal anlamda da sorumluluğun büyük olduğu, içi maalesef günümüzde boşaltılmış olmasına rağmen çok keyifli bir meslek. Takipçi sayısı, popülarite ve benzeri parametreler sebebiyle bu işi meslek olarak ve yıllarca yapan oyuncuların çoğu hak ettiği değeri göremiyor. Popülarite denen tutsaklık, aldığınız reklamdan bütçenize, rol ağırlığınızdan yapacağınız röportaja varıncaya kadar her şeyi etkiliyor. Senaryoların uzun olması, set saatlerinin süresi, telif konusu, ilkesiz davranışlar derken bir sürü konuşulması gereken konu var elbet.
* Bu mesleğe dair bir şeyi değiştirme şansın olsa neyi değiştirirdin?
Telif hakları konusunda tüm sorunların çözülmesini sağlardım. Bir projede rol alıyorsunuz, yıllarca yayımlanıyor ve bu, oyuncuya maddi ve manevi olarak zarar veriyor. İnsanlar sizi dizinin tekrarında izlerken sıkılıyor ve rol skalası konusunda kafasındaki algıyı değiştiremiyor. Şimdilerde yurtdışına dizi satışı konusunda da yine aynı sıkıntılar aynı sebeplerle devam ediyor.
* “Henüz oynamak istediğim birçok karakterle buluşamadığımı söylemek isterim” demişsin bir söyleşinde. Nasıl karakterlerle buluşmak istiyorsun?
Yapımcıdan gelen rol teklifi genellikle başarılı olan projedeki performansınla biraz sınırlı kalabiliyor. Oysaki oyunculuğuma sınır koymadan, tiyatroda çok farklı rollerde sahneye çıktım. Bu farkındalığın yaşanacağı her türlü role açığım.
* O halde yeri gelmişken sorayım ‘Yaprak Dökümü’ kült dizilerden biri. Hâlâ tekrarları yayımlanıyor. Diziye denk geldiğinde ne düşünüyorsun?
O dönem kariyer planım için doğru seçilmiş bir projeydi. Nitekim hâlâ her röportajımda mutlaka bir soru gelir bu diziyle ilgili. Rol alan oyuncuların ışığının parladığı özel bir projedir. Güzel dostluklarımız oldu, Güler Abla’yla (Ökten) hâlâ görüşürüz. 30’larımın sonuydu proje başladığında, diziye denk geldiğimde yılların ne kadar çabuk geçtiğini görüyorum. Oyunculuğuma dairse bir yorum yapmıyorum, zira her oynadığım rolün o günkü şartlarında en iyisini yapmaya gayret ediyorum.
* ‘Fikret’ olarak anılmak rahatsız ediyor mu?
Seyircinin takdiri ve sevgisi hiç şüphesiz çok değerli. Keyifle rol aldığım bir projeydi. Bunların ötesinde rahatsızlıklarıma az evvel de değindim, projenin tekrarları sadece Fikret’i oynayabilirmişim algısına sebep oluyor ve bu sanılan yanlış düşünce yapımcının farklı rol teklifleri yapmasına engel teşkil ediyor.
Aşkın dönüştüğü sevgi, emin adımlarla ilerleyen arkadaşlığa evriliyor
* Kızın Ada (Yarar) 24 yaşında. Dizideki Seher, çocuğunun hayatına müdahale eden bir anne. Sen nasıl bir annesin?
Ada, özgür iradesiyle kararlar alan genç bir insan. Babası da
ben de kendi tecrübelerimizden yola çıkarak ona ışık tutmaya çalışıyoruz. Konuşuyoruz, tartışıyoruz, eğleniyoruz, araştırıyoruz. Karşı karşıya geldiğimiz durumlar da oluyor. Günün sonunda yaptığımız en önemli şey birbirini anlamak oluyor. Bir süredir eğitim için yurtdışında. Yakın zamanda hasret gidermiş olsam da sürekli özleyen bir anneyim.
* Ada’nın da oyunculuğa ilgisi var mı?
Çok da uzağa düşmedi hayalleri. Yurtdışında oyunculukla ilgili eğitimine devam ediyor. İngiltere’de rol aldığı tiyatro oyunları da oldu. İleride nasıl bir yol izleyeceğini kendi kararlarıyla netleştirecektir.
* Eşin Bülent Emin Yarar da usta bir oyuncu. Uzun yıllar birliktesiniz. Geçen zamanın aşka, ilişkiye ve evliliğe etkisi ne oluyor?
Aşkın dönüştüğü sevgi, çok daha emin adımlarla ilerleyen bir arkadaşlığa evriliyor. Sağladığı konfor alanı, birbirinin dilini gerçek anlamıyla anlamış olmak, kalbinde kapladığı yerin tüm bedenine sirayet etmesi hayatı çok daha çekilir kılan bir yoldaşlıkta buluşturuyor.
* Ünlü isimlerin ilişkilerinde uzun sürelere pek alışkın değiliz. Düzgün giden bir ilişkinin sırrı ne?
Eğer bir kişiyle yaşama isteği taşıyorsan o istek duygusu her şeyi istediğin yöne doğru dönüştürmeye başlıyor. Tek taraflı bir adanış, kabulleniş değil elbet anlatmak istediğim. Karşılıklı rızayla, saygı duyarak, birlikte eğlenerek, kişisel alanlarını bilerek, yeri geldiğinde o sınırlara girmeden, hesapsız ortak çıkarlar peşinde yol arkadaşı olmak diyebilirim. Ve en önemlisi aşkla, saygıyla ve sevgiyle.