Güncelleme Tarihi:
Dışarıdan ağır görünen bir havası olsa da onu tanıdığınızda yüzünden gülümsemenin eksik olmadığını anlıyorsunuz, “Soğuk biri değilim. Koyverdim mi, eğlenmeyi, kahkaha atmayı, gülmeyi, güldürmeyi seven bir karakterim var” diyor. Konuşurken keskin mavi gözlerine takılmamanız çok zor. Ses tonuysa gerçekten özel bir çaba göstermediği halde etkileyici... Yıllar ona pek değmiyor gibi, hep aynı... Bu sıralar çok çalışıyor... Bir filtre kahve alıyor ve yeni yılın daha umut dolu olmasını istediğini söylüyor: “Tünelin ucundaki ışığı görebileceğimiz, dört elle işimize gücümüze sarılacağımız bir başlangıcı getirmesini istiyorum. İnsanlar insanlıklarından iğdiş edilmesinler, tek dileğim bu.”
Yeni tek kişilik oyunun ‘Aşınma’ ne anlatıyor?
İnsanın birey olarak hikâyesini... İnsanın zamanla, dış koşulların değişmesiyle, uyum yeteneğini kullanarak ve bu yeteneğini büyük bir marifete dönüştürerek nasıl aşındığını görüyoruz. Bu sırada tabii sahnede ben de aşınıyorum.
55 dakika sahnede tek başınasın. Çok mu yorucu?
Evet, fiziksel olarak da çok yorucu. Bir metni dile getirmekle kalmayıp sahnede simülasyon diyebileceğim bir durumun içinde kalıyorum ve seyirci bunu gözlemliyor. Uymak zorunda olduğum ışık ve ses komutlarımız var. Aslında seyircinin görmediği bir üstyapı, sahnede oyuncu olarak beni aşındırıyor. İkisi üst üste biniyor.
ESKİSİ KADAR ÇARESİZ DEĞİLİM
Sen hayatta çok aşındın mı?
Ben de herkes kadar; bazen almak zorunda kaldığım kararlar sonucunda, bazen dış koşulların gerekleri doğrultusunda...Beni mutlu eden, yıllar içinde bir aşınma direnci geliştirdiğimi hissediyorum. Bu direnci kaygı, korku ve umutsuzluğa rağmen, kendin gibi kalarak kendi yolunda ilerleyebilme iradesi olarak tanımlıyorum. Geriye dönüp baktığımda hiçbir koşulda kestirme yollara sapmadan, dayatılanlara ve vasatlığa boyun eğmeden ilerleyebilmiş olduğumu görüyor ve çok da fazla aşınmadığım için şükrediyorum.
Hayat aşındırdıkça nasıl bir insan ortaya çıkardı?
İniş çıkışlar hepimizin hayatında oluyor. Bizim dışımızdaki sebeplerden, dünyadan dolayı... Sırça köşkte yaşamıyorum, herkes kadar ben de dış koşullara maruz kalıyorum. Herkesin yürüdüğü yollarda yürüyor, aynı güne uyanıyorum.Ama yıllar içinde değiştiremeyeceğim şeylere değil, kendime odaklanmam gerektiğini anladım. Eskisi kadar çaresiz ve endişeli değilim. Umutsuzluğa ve ümitsizliğe kapılmıyorum.
Yöntemin nedir?
Şunu tespit ettim; bir şekilde eyleme geçmek gerekiyor. Eylemsizliğin umutsuzluğu beslediğini, insanı çaresiz hissettirdiğini, bu çaresizliğin de insanı uyum sağlamak zorunda bıraktığını düşünüyorum. Yeteneklerim doğrultusunda üretime geçtiğimde, küçük büyük demeden yeni şeyler denediğimde kaygılarım, korkularım, umutsuzluğum yok olup gidiyor. İşte bu, insanın aşınmasını engelleyen şey.
TEK SERMAYEMİZ ZAMAN
Peki, kendine dair yeni keşifler oluyor mu?
İnsanın hayatındaki en önemli sermayesi ne, onu anladım.
Neymiş?
Para pul falan değil, zaman. Ve bunun ne kadar olduğunu bilmiyoruz. O sebeple zamanı nasıl, kimlerle ve ne nitelikte geçirdiğimiz çok önemli. Zaman sana sormadan geçiyor. Neye ve kime zaman ayırdığımı çok daha fazla önemsiyorum artık.
Sen zamanını güzel geçirdin mi?
Evet, öyle geçirdiğimi düşünüyorum. Tam dört dörtlük geçiremediğim de olmuştur ama öğrenme ve fark etme süreci böyle bir şey.
Zamanı geri alma şansın olsa neyi farklı yapardın?
Zamanı geri almak istemezdim galiba, her şey mevsiminde gelince güzel. Şu an sahip olduklarıma yıllar önce sahip olsam kıymetini bilemezdim belki. Iskaladığım şeyler olduğunu da düşünmüyorum. Sadece şunu söyleyebilirim: Bugüne kadar önceliğim hep istemediğim herhangi bir şeyi yapmak zorunda kalmamak olmuştu. Artık, istediğim şeyleri yapmayı önceliklendiriyorum.
Yıllardır mesafeli ve soğuk bir havan var...
Soğuk nevale mi diyorsun sen bana (gülüyor)? Soğuk görünürüm bazen ama soğuk biri değilim. Koyverdim mi, eğlenmeyi, kahkaha atmayı, gülmeyi, güldürmeyi seven bir karakterim var. Böyle hissedilmemesinin nedeni, mesleğime rağmen çok göz önünde olmamam, kısıtlı ve belirli bir çevrede yaşamayı tercih etmem ve kıymetini anladığım zamanı daha çok üretmeye ayırmam olabilir.
Bir keresinde “Usturuplu deliyim” demişsin. Delinin usturuplusu nasıl oluyor?
Evet, orada bahsettiğim delilik bilinçsiz bir durum değil. Mümkün olanla yetinmeme, ‘muhakkak yapacak bir şeyler vardır’ hali. Bu çeşit bir delirme, fazla talepkâr olmama sebep olabiliyor. Ama bunlar hep mümkün olanın ötesine gidebilmek için. Yerli yerinde delirmenin en büyük bilgelik olduğuna inanıyorum.
YAŞADIĞIM TATMİNİ HİÇBİR ŞEYE DEĞİŞMEM
“Pandemiden önce ‘Aşınma’ oyununu yaparız diyorduk. Ama sonra her şey bir anda durdu. Her şey yeniden ayağa kalkınca; hem oyun hem de TRT’deki ‘Barbaroslar’ dizisi eşzamanlı başladı. Üstüne bir de İKSV ile birlikte hayata geçirdiğimiz podcast serimiz eklendi. Tek kişilik oyun çok fazla disiplin, konsantrasyon ve çaba gerektiren bir şey. Setin nasıl ağır bir temposu olduğunu zaten biliyorsunuz. Podcast desen, ilk defa yaptığım bir şey... Üçünü birlikte yürütmek hiç kolay olmadı elbette ama şu an yaşadığım tatmini, hayatımın en verimli dönemini yaşamanın hazzını hiçbir şeye değişmem.”
AŞKIN, HAYATI PAYLAŞMAK OLDUĞUNU ANLADIM
Uzun zaman seslendirme yaptın. Sesini çok seksi bulanlar var. Bunu kadınlar üzerinde kullandın mı?
Bilinçli yaptığım bir şey yok, böyle seninle konuştuğum gibi konuşuyorum işte. Daha buğulu, karizmatik bir ses tonu kullanmıyorum (gülüyor).
YouTube’da öpüşme videolarından kolajlar falan yapılmış. Çok mu iyi öpüşüyorsun?
Benim performansımla ilgili bir durum değil bu sanırım, birçok oyuncu için benzer videolar bulabilirsin. Sonuçta ‘aşk olmazsa dizi olmaz’ diye düşünen bir toplumun, böyle sahnelerden videolar yapması şaşırtıcı gelmiyor bana. Hatta dizilerin YouTube kanallarına bakarsanız, neredeyse tüm videoların kapaklarının öpüşme sahnesi olarak seçildiğini görürsünüz. Kimseyi hayal kırıklığına uğratmak istemem ama oyuncu canlandırdığı karakteri bedeninde misafir edebilmek için kendini tamamen soyutlar.
Özel hayata gelirsek... Bunca zamanda aşkı çözdün mü?
Aşkın, hayatı paylaşmak olduğunu anladım.
Aşkta tutku yok mu?
Var ama tutkunun yıpratıcı, can acıtıcı bir halini aşk olarak tanımlamam. Mesleki tutkular böyle olabilir, mesela benim oyunculuk tutkum kendime hâkim olamadığım, kendimi acıttığım, aşırıya kaçabildiğim bir tutku. Ama aşkta tutku, kendinden başkasını düşünmeyi, önceliklendirmeyi, sorumluluğunu almayı gerektiriyor.
Değerli olan hiçbir şey kolay elde edilmiyor
Magazin figürü olmadan ünlü olunacağının kanıtı gibisin. Bunu nasıl sağladın?
Teşekkür ederim, bunu bana biraz da seçimlerim sağladı. Ama bir bedeli de var.
Nedir?
Hiçbir şey kısa yoldan olmadı, hiçbir şeyi kolay elde etmedim, hiçbir şeyin sonu da belli olmuyor. Bundan şikâyetçi değilim. Çünkü değerli olan hiçbir şey kolay elde edilmiyor. Ben bu işe başladığım ilk günden beri sadece iyi bir oyuncu olarak anılmayı istedim. Oyunculuk öyle bir şey ki, insanlarda bilmedikleri, deneyimlemedikleri bir duygunun bile uyanmasına sebep olabiliyorsun. Ben ısrarla insanlarda minicik bir sahnede bile sevecekleri ya da sevmeyecekleri, onaylayacakları ya da onaylamayacakları, gelişimi itibariyle sempati duymasalar da empati hissedebilecekleri duygular yaratmaya çalıştım. Başından beri de bunu istedim. Çünkü ancak bu şekilde bir oyuncu olarak insanların saygısını kazanabileceğime inandım.
Daha kolayını seçip kariyerini sürdürebilecekken bunu seçtiğine hiç pişman oldun mu?
Hayır, aksine içimde çalışan, sürekli daha iyisini yapmama, kendimi geliştirmeme neden olan motoru bu tercihime borçluyum.
Eskiden magazin programları vardı, şimdi oyuncuların sosyal medyadaki etkileri önemli görünüyor. Yıllardır bu işi yapan usta bir oyuncu olarak ne hissediyorsun?
Bunlar günün koşullarının getirdiği değişkenler olabilir. Ve kötü şeyler de değiller. Bir oyuncu, bir projede birdenbire ünlenebilir, ki taş yerinde ağırdır, kendisine uygun proje denk gelmiştir. Bu da beraberinde popülarite, takipçi sayısı getirmiştir, dolayısıyla oyuncunun üzerine yapılan yatırım yükselmiştir. Daha fazla tercih edilir olmuştur. Sanat değil eğlence sektöründen bahsediyoruz, işinsanı gibi
değerlendirdiğinizde bunun eleştirilecek bir yanı yok. Bunlara bir şey diyemem. Ama bir oyuncu olarak kişisel tercih burada devreye giriyor. Dediğim gibi ben iyi bir oyuncu olarak anılmak istiyorum. Saygınlığın, popülerlikten çok daha zor elde edildiğini biliyorum, çok daha değerli olduğunu da... Kimsenin hayallerine, tercihlerine, yürüdüğü yola da söz söylemeye hakkım olmadığını düşünüyorum.
Bir süredir kaslı erkek modası var. Sen neden kariyerinde yakışıklılıktan yürümedin?
Evet, oradan yürümedim çünkü bu beni farklı karakterleri canlandırmak konusunda kısıtlardı. İzleyicinin mümkün olduğunca Yiğit Özşener’i değil, canlandırdığım karakteri izliyor olması gerekiyor. Gerçekte kim olduğumu, nasıl bir karakterim olduğunu, nasıl bir hayat yaşadığımı saklama nedenim de bu. Bu sayede farklı karakterlere hayat verme imkânın oluyor. Çünkü ben denemek isterim… Açım, yetinmek istemem. Bu birçok insana göre zahmetli ve gereksiz olabilir ama benim hedefim bu. Ha bu yolda çok çalıştım, çok mücadele verdim ama keyif de aldım.
Bir yandan ‘Barbaroslar’ dizin devam ediyor. Canlandırdığın Pietro’da seni heyecanlandıran neydi?
Tek boyutlu değil, derinlikli bir karakter. Onu insan olarak algılamaya çalışıyorum. Neyi, neden yaptığını düşünüyorum. Böyle anlarla seyirci de ilgileniyor. Bu karakter de bu açıdan zengin. Zamanında anne-babası katledilmiş, kız kardeşinden koparılmış. Papa tarafından esir pazarından satın alınmış… Bütün bunları yaşadıktan sonra, Papa’nın silahşoru olarak yetiştirilmiş. Sahip olduğu her şeyi Papa’ya borçlu, büyük vefa ve minnettarlığı var. Ama esas derdi kız kardeşini bulmak. İşin bütün sürprizi de burada. Kim iyi, kim kötü? Kim neyi, neden yapıyor bu hayatta? İyilerin kazanacağı, kötülerin kaybedeceğini bildiğimiz bir senaryoda, sonunun ne olacağını kestiremediğimiz bir karakter. İşte böyle karakterler oynamak heyecanlandırıyor beni!