Güncelleme Tarihi:
Süslü Niko, Anet, Şişko Nuri, Garip Lolo, Deli Burhanettin... Yeni kitabınızda konu ettiğiniz bu insanlar aslında kim?
- İlk kez bir romanda hiç tanımadığım insanları anlattım. Ama ben hep şunu söylerim; her roman otobiyografiktir. O yüzden bu karakterler her ne kadar hayatımdan geçmedilerse de ben geçmiş sayıyorum. Çünkü şu anki hayat tecrübem olmasaydı, onları anlatamazdım. Hepsini bir şekilde çok iyi tanıyorum ama onlarla tanışmıyorum. Yazdıkça tanıyormuşum gibi hissettim tabii. Bu, her romanda biraz böyle olur; kahramanlarınızla çok ciddi bir bağ kurarsınız. İtiraf etmeliyim; ben de bu kitaptaki karakterlerden Nedret’e biraz âşık oldum. Yazarlık, yarı şizofrenik bir şey...
Ne oldu da bu karakterler, “Hadi kalk, bizi yaz” dedi?
- Ben bir mahalleyi; o mahallede birlikte yaşayan, bir arada olmanın ödülünü de almış, bedelini de ödemiş insanları anlatmak istedim. Mahallenin aslında küçük bir ülke olduğunu düşünüyorum.
Bu kitaptaki mahalle, bana biraz ‘eski Türkiye’yi anımsattı. O çokkültürlü ortam, mahalle hayatı...
- Doğru, biraz öyle; eski Türkiye’nin insanları onlar... Edebiyatın temel amaçlarından biri soru sormaktır. Daha da ileriye gideyim, soru sordurmaktır. Ben bu kitabı okuyacakların, “Nereden nereye geldik” diye sormasını istiyorum. Romanın finali düşünüldüğünde -okuyacaklar için ne olduğunu söylemeyelim ama- bu bir veda romanı belki de... Ben bu kitabı, 60 yılımı geçirdiğim Türkiye’ye bir veda olarak görüyorum. O yüzden yazarken birtakım kırgınlıkları da yansıtmak istedim. Belirli bir yaşa gelenler hatıralarının çok değerli olduğu duygusundan kurtulamazlar bir türlü. Ben de böyle düşünüyorum. Bu sebeple de, bu roman aslında bir haykırış, bir ağıt...
‘Kendi mahallemiz’e bakmak için de iyi bir fırsat sunuyor...
- ‘Kendi mahallemiz’ ifadesi çok büyük bir önem taşıyor. Mahalleye yüklediğimiz anlamlara bakmamız lazım: Bulunduğumuz mahalle başka mahalleleri görmemize imkân tanıyor mu? Kendi mahallemizi yeteri kadar düşünüyor muyuz? Ben bu kitabı yazarken ‘kendi mahallem’ üzerine de düşünmeye çalıştım.
İSTANBUL BİRÇOK AÇIDAN YAŞAMASI VE SEVMESİ GÜÇ BİR ŞEHİR OLDU
Bu yılki bienalin teması; ‘iyi bir komşu’. Sizce kimdir iyi bir komşu?
- Bana bir şey katacak olandır. Ben mütedeyyin komşum olmasını da isterim; ateist, maceracı, eşcinsel komşum olmasını da... Fark etmez benim için. Önemli olan, hayatıma katacağı renktir.
Kitabı yazarken hangi mahalleyi düşündünüz?
- Hiç şüphe yok ki, İstanbul’un yeni inşa edilmiş mahallelerinden biri değil bu anlattığım, eski bir İstanbul mahallesi... Nereyi isterseniz orayı düşünün; Kadıköy, Şişli, Kurtuluş, Samatya, Beyoğlu, Galata, Fatih, Fındıkzade... Okurun, sayfalar arasında gezinirken, “Bizim mahalleye benziyor” demesini istedim. Çünkü ben eski İstanbul’u çok seviyorum.
Özlüyor musunuz peki?
- Karmaşık duygularım var bu konuda. Eskiden bir saflık vardı, o saflığı özlüyorum. İstanbul birçok açıdan yaşaması ve sevmesi güç bir şehir oldu. Kalabalığı, kaosu, gürültüsü, trafiği, giderek kabalaşan insanları düşünüldüğünde... Öte yandan teknolojik imkânlar açısından çok daha kolay bir şehir artık. Eskiden ısınma problemlerimiz olurdu. Kömür bir gelirdi, bir gelmezdi... Hava çok kirliydi. Ulaşım zordu. Birçok ürüne ulaşmak kolay değildi. Fakir ve içine kapalı bir ülkeydik. O yüzden geçmişi özlediğimi söyleyemem ama kaybedilenlere de üzülmüyor değilim.
Mario Levi, Yeditepe Üniversitesi’nde, Mim Sanat Merkezi’nde, Atölye Maçka’da ve İstanbul Modern’de ‘Yazı Yaratımı’ dersleri vermeye devam ediyor.
‘KENDİNDEN 25 YAŞ GENÇ BİR KADINLA EVLENİP NE YAPACAKSIN’ DİYEN BİRİ YA SENİ KISKANIYORDUR YA DA HİÇ ÂŞIK OLMAMIŞTIR
Kitaptaki karakter birbirlerine hiç benzemiyor ama ortak bir özellikleri var; hayatlarında en az bir kez büyük bir yanlış tercih yapmış olmaları... Nedir bir tercihi yanlış kılan sizce?
- “Şunu yapsaydım ya da yapmasaydım şimdi hayatım daha iyi olurdu” dedirtiyorsa o, yanlış bir tercih olarak değerlendirilebilir. Herkes yanlış tercih yapabilir. Ama zamanın akışı içinde yanlışların kendi doğrularına dönüşmesi de mümkündür. Hiçbirimiz mükemmel değiliz. Daha iyi bir hayat yaşamak için bir mücadele veriyoruz sadece...
Bir büyük yanlış tercihinizi bizimle paylaşır mısınız?
- Babama akıl sağlığının olduğu günlerde, “Biz neden bu kadar mesafeli olduk” sorusunu sormamam yanlış bir tercihti. Hep onun sormasını bekledim. Artık hayatta değil. Öldükten sonra, morgdayken onu görmek istedim. Ve tabii ki görür görmez ağlamaya başladım. Ama onu bir daha görmeyeceğim için değil, yaşayamadıklarımız için ağladım. Hayatın bir döneminden sonra babamla çok mesafeli ve yüzeysel bir ilişkimiz oldu. Hiçbir zaman ona saygısızlık etmedim, hak ettiğini düşündüğüm zamanlarda bile kötü bir laf söylemedim, onu kırmadım. En azından bu konuda vicdan azabı duymuyorum. Bir de komik bir yanlış tercihimden bahsedeyim: Âşık olduğum kadınlardan hep şefkat bekledim. Bu da hataydı. Artık gülüyorum buna. Çünkü bundan sonra âşık olmaya hiç niyetim yok. Ama tabii ‘büyük lokma ye büyük laf söyleme’ derler.
Sizden yaşça çok küçük olan bir öğrencinizle evlendiniz. Bu tercihinizi de yanlış bulanlar olmuştur...
- Ben bunu hayatımın en doğru tercihlerinden biri olarak görüyorum. Bu gibi şeylerde başkalarının fikrini almayı uzun yıllar önce bıraktım. Kim ne derse desin, umurumda değil. Böyle şeyleri eleştirenlerin mutlaka bir kuyruk acısı oluyor. “Kendinden 25 yaş genç bir kadınla evlenip de ne yapacaksın” diyen biri ya seni kıskanıyordur ya da hiç âşık olmamıştır ya da âşık olduğu halde bazı şeyleri göze alamamıştır.