Güncelleme Tarihi:
Şehr-i İstanbul, bugüne kadar pek de alışık olmadığı bir rekabetin içinde. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun” topraklarına, en kalıplı egolarda bile kompleks tohumları filizlendirecek Soho sağanakları yağıyor. Çünkü dünyadaki 13 şubesiyle her milletten ‘benzer kafalı yaratıcı tipleri’ bir araya toplamayı amaç bellemiş Soho House kulüp zincirinin en büyüğü (ve bana kalırsa en güzeli) geçen hafta itibariyle Beyoğlu’nda kapılarını açtı.
Açıldı açılmasına ammaaa her şehir kurdunun, her jet-set kişisinin, her lira trilyonerinin üye olması zor. New York, Londra ya da Berlin... Bu özel kulüp zinciri, gittiği hemen her yerde egoları yerle yeksan ediyor, kapısında beklettiği profillerle, çok canlar yakıyor, nice kalpler kırıyor. ‘Zenginler Kulübü’ olarak anılıyor ama alakası yok. Forbes listesinde kapı gibi isminiz de yazsa, almayınca almıyor işte üyeliğe.
Arıza da tam burada ortaya çıkıyor: 80 milyonluk koca Türkiye’de sadece 3 bin üye kabul edecekler ama kendisini bu ilk üç binin içinde gören/sananların sayısı bundan katbekat fazla. Sonsuza dek bekleme listesinde kalacak ve bu yüzden küplere binecek pek mühim, çok saygıdeğer ve fazla zengin insan var bu ukala şehir ve civar avanelerinde.
Anlamayanlar için biraz daha açalım: Mesele üye olup üç-beş kez görünmek değil. İşin derininde “Ya filanca üye olur da ben giremezsem” mevzuu yatıyor. Düşünsenize; terastaki havuzun kenarında Banu Alkan o meşhur catwalk’ını yapacak da Oya Aydoğan şezlongda yağlanamayacak... Kaleci Volkan kulübün içindeki Cecconi’s restoranda masaya kurulacak da Melo’nun üyeliği üç ay daha bekleyecek... Demet Akalın lüks SPA’sında kulunçlarını ovdurtacak da Hande Yener bahçesinde sigara tellendiremeyecek... Allah cümlemizi esirgesin.
Anlayacağınız şenlik var, şenlik. Soho House’la, burjuva bohemliğin tanımı yeniden yapılırken çıkacak hır gürden, yapılacak cazlardan festival de olur; bienal de...
NE MENEM BİR YER?
Standart Hotel’in terasından New York Soho House’un havuzlu terasını uzuuun uzun kesmişliğim, Berlin Soho House’da iki gün kalmışlığım var. O vakit gelin önce Soho Hanım’ın gündüz düşlerinden başlayalım; sonra saatleri yavaş yavaş ileri sararız.
Sabah ve öğle saatlerinde bir Soho House’dan içeri girdiğinizde kendinizi aktör ve yapımcıların takıldığı ultralüks bir Starbucks şubesinde hissedeceksiniz. Karşılacağınız manzara şu: ‘Up in the Air’in yönetmeni Jason Reitman bara kurulmuş, hamburger lüpletiyor. Lounge kısmında Steven Soderberg ses geçirmez kulaklıklarını takıp laptop’una gömülmüş, ‘Entourage’ ekibinin gürültülü toplantılarını tınmadan, tıkır tıkır çalışıyor.
İstanbul’da durum mu ne? Pek farklı değil: Ünlü mimar Mahmut Anlar üst katta oturmuş, anne pilavlı pirzola sıyıran ekspatları izliyor. İçeride fotoğraf çekilmesi yasak olduğu için selfie yapamadığından şikâyet eden bir PR kraliçesi, lahmacunu soğuk geldiği için garsonu paylıyor. Evet evet; Soho House hiç kompleks yapmamış; sucuktan cacığa, mücverden mantıya ‘glokal’ ne varsa doldurmuş restoran mutfağına. Fiyatlarda da öyle çok uçmamışlar, ana yemekler 20-45 lira arasında.
Fakat asıl etobur yorum tabii ki yine bir gazeteciden: “Yemekleri boş verin de bu kadar güzel insan nereden çıktı ortaya?” Belli ki Soho House’u tercih eden ekspatlar ilaç gibi gelmiş şehrin taze et açlığına...
NEDEN İSTANBUL?
Soruyu abes buldum ama dilim döndüğünce izah edeyim, zaten sıkıştığım yerde de topu, kulübün yaratıcısı Nick Jones’e atacağım: Eğer Batılıların kafasındaki Türkiye imajını hâlâ ‘Geceyarısı Ekspresi’ filminin şekillendirdiğine inananlardansanız, bilesiniz ki filmin geçtiği Sultanahmet’teki o hapishane, artık her gün Avrupa’dan ödül alan bir Four Seasons... Evet; Paris, Barselona, Roma, Amsterdam nal toplayadursun; Soho House, Kıta Avrupası’nda Berlin’den sonra ilk şubesini İstanbul’da açtı.
Yıldızı parlayan Dersaadet’le Soho’nun aşkı aslında yeni değil. Londra çıkışlı Soho House, İstanbullu olmak için 2007’de kolları sıvadı uzun arayışlardan sonra Beyoğlu’nda Amerikan Konsolosluğu’nun boşalttığı Palazzo Corpi’de karar kıldılar. Sebebi Nick Jones’tan gelsin: “Tanıdığım hiçbir Hollywood ünlüsü yok ki, burayı görüp de âşık olmasın. İstanbul, artık Avrupa’daki birçok şehirden daha önemli.”
NASIL ÜYE OLACAĞIZ?
Nick Jones
Niyetiniz varsa baştan söyleyeyim, pek de kolay bir şeyden bahsetmiyoruz: Kulübün bir kıyafet talimatnamesi bile var: İçerideki casual/samimi atmosferi koruyabilmek için üyeler ve misafirleri resmi iş kıyafetleriyle dolaşmamalı. Kovuluyorsunuz. Nokta.
Bu duruma düşmemek için gelin, kulüp yetkililerinin sağda-solda söylediklerinden şu ‘bohem burjuvalık’ nedir, kodlarını çözmeye çalışalım. Zincirin Avrupa Üyelik Direktörü Chriss Glass, kendi tarzını şöyle yorumluyor mesela: “Kendimi son moda birinden çok, stil sahibi görüyorum. Stilimi üç kelimeyle tanımlarım: Tuhaf, düşünülmemiş ve şık.” Elde var, biiiir. Demek ki neymiş, özgün olacakmışız. Olamazsak? Gelin buna ‘a la Soho’ bir cevap verelim: Application denied yani başvurunuz reddedildi.
Eğer kulübe üye iki ahbabınız yoksa, zaten üyelliği hiç aklınızdan geçirmeyin. Size referans verecek iki kefil ayarladıysanız en yakın Soho House’un sitesinden başvuru formu dolduracaksınız. Sonra? Sonra bekleyeceksiniz. Seçici komite üç ayda bir toplanıp başvuruları değerlendiriyor. Seçilirseniz bir mail alıyorsunuz. Mail gelmedi mi? Üç ay daha bekleyeceksiniz. Seçici komitenin kimlerden oluştuğu gizli tutuluyor. Gözleri sizi tutmazsa Nick Jones bile bir şey yapamıyor. İstanbul’daki dedikodular o yönde ki, seçici komiteyi Tansa Mermerci şekillendirmiş.
Diyelim ki kabul edildiniz ve nihayet o fetiş objesi mavi-gri üyelik kartına sahip olabileceksiniz... Önünüzde birkaç alternatif var. İsterseniz sadece şehrinizdekine girebilir, isterseniz dünyadaki bütün şubelere aynı anda üye olabilirsiniz. Üyelik bedeli Türkiye’de yıllık 1300 Euro. Eğer 27 yaşın altındaysanız, ‘çıtırlık’ indirimi uyguluyorlar. Üyelerin her birinin üçer misafir sokma hakkı var. Sırf bu yüzden işte; karşımıza yeni bir Soho muamması daha çıkıyor. Kimin üye olduğu açıklanmadığı için içeridekilerden kim gerçek üye kim misafir, anlamak mümkün değil. En sık duyduğunuz laf da, “ Bana da teklif geldi ama henüz karar vermedim.” Kim doğru söylüyor, kimler atıyor; orasını Allah bilir!
Sakatat cenneti: İzmir’de Piero
Şehrin yenilerinden. Özelliği Türkçe ve Yunnaca eski 45’likler çalması. Ana yemek yok, sadece meze ve ara sıcak servis ediyolar; mönü sakatat ağırlıklı. En sevilenleri: Beyin söğüş, dana dilli rezene, kokoreç, uykuluk, pastırmalı humus, Piero dolma... Fiyatları 15-25 TL. 200 kişilik, pazar hariç her gün 18.00’de açıyor, son müşteri kalkınca kapıyorlar. Alsancak; (0232) 464 50 05.
Şömine fantezisi: Antalya’da Public
“Antalya’da ne şöminesi” demeyin havalar henüz o kadar ısınmadı; üç şömineli, 350 kişilik Public, şehrin şu sıralar en popüler pubı/mekânı. Şöminelerin romantizmine akustik müzikler eşlik ediyor; masalara Jagermeister’le yapılan One kokteylleri geliyor, altı soslu fajitaların boş tabakları kaldırılıyor. Haftanın her günü 02.00’ye kadar açık. Eski Lara Yolu, (0532) 307 20 23
DERSAADET’TE YAŞIYORSUN, PEKİ BUNLARI BİLİYOR MUSUN?
* Trileçe tatlısının AVM’li olduğunu... Bugün Maslak Uniq’te By Trileçe’nin şube açtığını... (0212) 286 03 91
* Kars’ın meşhur kazının İstanbul’a geldiğini... Etiler’deki The Galliard restoranda servis edildiğini... 444 0 233
* Bir balıkçının “Bize her yer Bebek” dediğini... Bebek balıkçısı’nın Pendik’ten sonra Ataşehir’e de şube açtığını... (0216) 688 23 23
* Bağdat Caddesi’ne yeni bir krepçi açıldığını... The Crepe Escape’te 24 çeşit krep yapıldığını... (0216) 408 23 00
* Karaköy Unter Cafe’de İrlanda lezzetleri sunulduğunu... 9 Nisan’a kadar mini hamburger ve tavuk kanadı yenebileceğini... (0212) 244 51 51