Güncelleme Tarihi:
* Yeni çıkan bir öykü kitabınız, bu hafta vizyona giren bir sinema filminiz, tiyatro oyununuz var. Ve çok izlenen bir dizide başrol oynuyorsunuz. Bu kadar işe rağmen çok nadir röportaj veriyorsunuz. Nedir sır perdesinin sebebi?
- Az görüneyim diye bir çabam yok, yaşam tarzı bunu getiriyor.
* “Ömrüm sokaklarda, hayat mücadelesiyle geçti” demişsiniz. Adanalısınız, orada nasıl bir hayatınız oldu?
- Babam öykü yazarıydı ama mesleğinden hiç para kazanamadı. İşportacılık yapardı. Sonra öyküleriyle önemli üç-dört ödül kazandı. Birden magazinin ilgisini çekti. ‘İşportacı yazar’ olarak popüler oldu. Ama o, bunun depresif tarafını yaşadı.
* Bu aslında pozitif bir şey değil mi?
- Kitap hazırlığına girdi. Kendini kapattı. Biz üç kardeştik ve teknenin dönmesi gerekiyordu. En büyükleri olarak ben okuldan kalan zamanlarda çalışmaya başladım. Terlik, oyuncak, balon sattım. O zaman ne popülerse onu satıyordum.
* Peki bu hayat şartlarında oyunculuk nasıl ortaya çıktı?
- Amcam Adana Şehir Tiyatrosu’nda genel sanat yönetmeniydi. Beni de çocuk yaşlarda tiyatroya bulaştırdı. 17 yaşımda Şehir Tiyatrosu’nda kadroya girdim.
* Peki neden konservatuvar yerine işletme okudunuz?
- Maddi imkânsızlıklardan dolayı! Derslerim çok iyiydi. Üniversite sınavına girdiğimde aslında içten içe Ankara’da konservatuvar okumak istiyordum. Puanım da yüksekti. Ama dediğim gibi maddi sebeplerle Çukurova’da işletme okumak durumunda kaldım. Orada alttan alta tiyatroya devam edip oyunculuğu hayatımın merkezine koydum.
* Dışarıdan çok sakin ve beyefendi görünüyorsunuz. Gerçekten böyle misiniz?
- Kimse kendine kötü demez. Ben erdem duygumu yenileyerek hareket etmeye çalışıyorum. Hayatımda, iyi oyuncu ve iyi insan olarak anılmak dışında bir amacım yok. Hatta iyi bir insan olarak anılmak bir adım önde.
* Size ‘yerli George Clooney’ diyorlar. Ama siz kariyeriniz boyunca hiç yakışıklılıktan ilerlemediniz...
- Evet, fiziğimle değil, oyunculuğumla ön planda olmayı istedim.
* Oysa yeni dizilere bakınca ekranda tam tersi bir durum hâkim. Her dizide artık üstsüz erkek oyuncuları görüyoruz...
- Sinema filmlerimin belki de yüzde 80’inde senaryonun zorunluluğundan o tip sahnelerde yer aldım. Ama televizyonda gerekmedikçe onunla ön plana çıkmak istemedim. Oyunculuğumla ön planda olmak bana iyi geliyor. Ayrıca tiyatro sahnesine de çıkıyorum. Aşırı kas bizim işimize gelmez çünkü esnek ve her an dönüşüme hazır olmam gerek. Mesela Zeki Demirkubuz’un filmi için seçildiğimde, “Televizyon oyuncusu istemiyorum” demişti. Ben de hızla kilo alıp ‘yaşayan’ bir adama dönüştüm.
Hayatın birçok evresinde sustuğum oluyor
* ‘İçerdekiler’ bu hafta vizyona giriyor. Nedir filmin derdi?
- Bir yüzleşme filmi. İzleyiciye inanılmaz bir duygu yoğunluğu ve duygusal çatışma yaşatacak.
* Melih Cevdet Anday’ın bu ünlü tiyatro eserini sinemaya uyarlama fikri nasıl çıktı?
- Adana’da tiyatroya başladığım yıllarda sahnede izlemiştim oyunu. O zamanlar herhalde evrene enerji gönderdim. İki yıl önce yönetmenimiz Hüseyin Karabey aradı; “Haklarını yedi yıl önce aldım. Bu role senden başkası aklıma gelmiyor” dedi. Metni sinemanın gerçekçiliğine uydurmak için bir ay çalıştık. Ben aynı zamanda ortak yapımcı da oldum. Filmde tutukluyu oynuyorum. Yazıp yazmadığı belli olmayan bir bildiriden göz altına alıyor. 185 gün baskıyla o bildiriyi yazdığını itiraf etmesi için zorlanıyor. Filmin ilk bölümünde komiserle, ikinci bölümünde baldızıyla büyük bir yüzleşme yaşıyor.
* Film boyunca siz kendinizle nasıl bir yüzleşme geçirdiniz?
- Hayatın tozpembe isteklerine yenik düşmemek gerektiğine inanıyorum. Ben vicdanımı yok etmemeye ve hayatta hep adil bir Caner olmaya çalıştım. İnsan olarak kendimizi çok kıymetli görüyoruz. Bu en büyük zaafımız. Çünkü insanın üstünde daha değerli bir doğa var.
* Karakteriniz bazı noktalarda susmayı seçiyor. Sizin isteyerek sustuğunuz olur mu?
- Hayatın birçok evresinde sustuğum oluyor.
* En son neye, ne zaman sustunuz?
- İnsanın içinde konuşan başka bir insan var. Onu dillendirmeye de hiçbir insanın gücü yok!
* Film özgürlük kavramını işliyor. Siz ne kadar özgürsünüz?
- Özgürlük kavramını çok sorguluyorum. Bir sanatçı olarak tek hayalim; yaptığım her işi özgürce yapabilmek duygusu.
* ‘Kadın’ dizisi en başından beri kadın meselesine değiniyor. Türkiye’de kadının konumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Çok gerilerdeyiz. Çünkü kadın erkeğin hep bir adım gerisinde kodlanmış. Bu dünyada böyle. Neşet Ertaş’ın güzel bir lafı var: “Kadınlar insandır, biz insanoğlu”. ‘Kadın’da mevzu, bir kadının yanında eşi olmadan, iki çocuğuyla hayatta kalıp yaşayabilmesidir. Ben de bu diziyi gurur duyarak yapıyorum.
* Böyle işler bir şeyleri değiştirir mi?
- Evet. Bununla ilgili de çok geri dönüşler geliyor. Kitabımın imza gününde benzer hikâyeler yaşayan onlarca kadınla tanıştım. Bu diziyi izlerken yaşam enerjisiyle dolduklarını söylüyorlar.
* Siz ekranda ve sahnede genelde sosyal içerikli işlerde rol aldınız. Peki günümüz dünyası ve toplumu nasıl yorumluyorsunuz?
- Medeniyet ve dünya bireysel hazlara doğru yol alıyor. Dolayısıyla ülkemiz de o akımın içinde. Herkes birbirini sevmek zorunda değil ama birbirine saygı duymak zorunda. Böyle olmadığı için tabiatı ve tarımı yok ediyoruz. Doğadan uzaklaşıyoruz. Çözüm olarak biraz daha toprağa yönelmeliyiz. Birbirimize karşı saygı mekanizmasını çalıştırabilecek yollara başvurmalıyız. Yoksa insanlığın çok az ömrü kaldı.