Oluşturulma Tarihi: Ağustos 03, 2019 08:00
Yaşları 8, 9 ve 12 olan üç çocuklu iki aile Toros Dağları’nı aşmaya kalkarsa ne olur? Bu sorunun cevabını aradık, dağcıların şaşkın bakışları altında düştük yollara... İşte bu macerayı kazasız belasız geçirmenin 10 püf noktası...
Fikir nereden çıktı?
Burası Türkiye’de dağcılıkla uğraşanların bir nevi mabedi. Dağcılıkla ilgilenip de Aladağlar’a gitmeyen yok gibi. Biz profesyonel dağcı değiliz. Sadece bu işe meraklı gazetecileriz. Hakan Çelenk, yıllar önce, 1990’larda bu dağların altını üstüne getirmiş ve kendi kendine bir söz vermiş: “Bir gün çocuklarım olursa onları da bu dağlara getireceğim.” İki çocuğunu, 9 yaşındaki Kerem ve Alp’i, Posta gazetesi sağlık yazarı eşi Özgür Gökmen Çelenk’i de yanına alıp bu maceraya atıldı. Sözünü çocukları için vermişti ama topluca Aladağlar’ın
yolunu tuttuk.
Nasıl hazırlandık? Bizim için hazırlık aşaması iki aşamadan oluşuyordu. Birincisi, malzeme.
İkincisi ve en önemlisi zihinsel hazırlık...
İlki kolaydı. Çadır, tulum, baton derken iki günde o işi çözdük. Ancak zihinsel hazırlığımıuzun sürdü. Hem eşim Özlem hem kızım Zeynep Mira’yı bir ay öncesiden hazırlamaya başladım. “Dağ zor olabilir, üç gece çadırda yatacağız, gece üşüyebiliriz, çok dik yerler var, rüzgâr olabilir, yağmur yağabilir, kar olabilir...” Haritalarda incelemeler yaptık. Yani günlerce bu işe konsantre olduk.
Yolculuk nasıl başladı? İstikamet Niğde. Çamardı ilçesinin Çukurbağ Köyü. Ahmet Üçer’in bahçesine ilk gece konuşlandık. İlk çadırı elma ağaçlarının altına kurduk. Kerem ve Alp’in ilk çadır deneyimi olacaktı. Bir sorun olduğunda dağda bir başımıza olmayalım diye erkenden tedbirimizi aldık. Ancak gördük ki sorunlar başladı. Hakan Abi, tulumu, matını, ben de bir batonu unutmuşum. Neyse ki Aladağlar’da dağcılara malzeme konusunda destek olan Ahmet Abi imdadımıza yetişti.
Yükü kim taşıdı? Önceden kâğıt üzerinde planları yapmıştık. Yükümüz ağır, gideceğimiz yol uzundu. Ahmet Abi’nin katırlarından ikisini kiraladık. Geri kalan yiyecek, su, kalın giysileri kendi sırtımızda taşıdık. Ayrım yok, her çocuğun da bir sırt çantası vardı.
En zor yeri neresiydi?Bizim planımız ‘trans Toros’ yapmaktı. Yani dağın diğer tarafına geçmek... Ahmet Abi buradaki dağcıların yüzde 98’inin zirve yapıp geri döndüğünü, ‘trans Toros’u çok az insanın yaptığını söyledi. Yola çıkmıştık. Geri dönüşü yoktu. Bir gece zirvelerin arasındaki Yedigöller’de kalacak sonra Kayseri tarafına Hacer Boğazı’ndan geçip gidecektik. Ancak dağların arasından ‘Çelikbuyduran’ denilen geçiti aşmak oldukça zor oldu. Buranın en yüksek noktası 3450 metreydi. Hepimiz için bir ilk yaşıyorduk. Burası en dik, en soğuk, en rüzgârlı yerdi. Alp üşüdüğünü söyledi, Hakan Abi üzerindeki poları çıkarıp Alp’e verdi. Kendisi bir tişört ve rüzgârlıkla kaldı. Onca yolu böyle kat etti. Çocuklar son metrelerde hayli zorlandı. Özgür ve Özlem de artık bitkin haldeydi. Özellikle zirveye yakın yerlerde karlı geçiş noktaları vardı. Buraları bir kaza olmaması için çok dikkatli geçtik. Nihayet yedi saatin sonunda Yedigöller’e vardık. Bizim için Everest’e çıkmak gibiydi...
Yol ne kadar sürdü? Bizim yedi saatte ulaştığımız yere katırlar dört saatte gitmişti bile. Yürüyüşe başladığımız yerin adı Sokullu Pınarı idi. Yükseklik yaklaşık 2 bin metre. Önümüzde çok uzun, dik ve yorucu bir yol bizi bekliyordu.
Dağdaki ilk gece nasıl geçti? Yedigöller’de başka çadırlar da vardı. Ancak ortalıkta kimse yoktu. Çünkü rüzgârdan ve soğuktan kimse dışarı çıkmıyordu. Kadınlar ve çocuklar kendini hemen tuvalet ve çeşmenin olduğu, ‘
Milli Parklar’ın yaptırdığı taş kulubeye attı. Biz de Hakan Abi ile çadırları kurmaya başladık. Ancak irtifa fazla, oksijen az; normalde yaptığımız kamplardan farklıydı. İki kazık çakınca dinlenmek zorunda kaldım. Sürekli başım dönüyor ve midem bulanıyordu. Çadırları kurmak neredeyse bir saatimizi aldı. Yanımızda ocağımız, makarnamız ve diğer yiyeceklerimiz vardı. Ancak yorgunluktan hiç birini yapamadık. Yandaki grubun akşam yemeği için yaptığı barbunyadan arta kalanları ekmekle yiyip hemen tulumlara girdik. Gece yoğun rüzgâr ve eksi derecelere düşen hava sıcaklığı nedeniyle çok zor geçti.
Şartlar zor muydu?Hava durumuna önceden baktığımızda yüzde 40 ihtimalle yağış gösteriyordu. Ancak beklenen olmadı yağmur yağmadı. Yürüyüşe tişörtlerle başladık ancak neredeyse birkaç yüz metrede hava sıcaklığı bir derece düşüyordu. En zorlu kısmı dağdan geriye inen dağcılarla karşılaşmaktı. Halimizi görenler bizi iyice süzüyor, bu çocuklarla onca yolu nasıl gideceksiniz diye soruyordu? “Rüzgârdan serseme döndük, dikkatli olun” uyarılarını da her geçenden duyduk. Rakım yükseldikçe rüzgâr da arttı. Üşüdükçe üzerimize kıyafetlerimizi giydik. Dik yerleri yavaş çıktık. Çarşak denilen çakıllı yollar en zorlu olanıydı. Bir ileri iki geri şeklinde yürünebiliyordu. Buralarda kaza riski de fazlaydı. Bizim rotamız yüksek risk taşımıyordu. Sadece yol uzun ve dikti. Çocuklarla olunca sık sık mola verdik.
İkinci gün neler yaptık?İkinci gün nispeten tırmanışı az ama yolu uzun bir rota bekliyordu bizi. Önce Yedigöller’i aşıp, Hacer Boğazı’na ulaşıp, dik yamaçlardan aşağıya inip Hacer Ormanı’na ulaşmamız gerekiyordu. Biz bir önceki gün olduğu gibi planladığımız zamandan tam iki saat sonra yola koyulabildik. Zaten yanımızda çocuklar olduğu için tüm planlamaları en geniş şekilde yapıyor, ucu ucuna hiçbir şeyi denk getirmemeye çalışıyorduk. Ancak yaptığımız planlamadan geride kalıyorduk. İkinci gün normal insanlar için 5-6 saat olan yolu 8 saatte kat ettik. Sonunda ‘Soğuk Pınar’ denilen yerde çadırlarımızı kurduk. Artık 2 bin metrelere geri dönmüştük. Soğuktan eser yoktu. Burası Kayseri’ye bağlıydı trans Toros’u tamamlamıştık!
Düzeni nasıl sağladık?Dağcılıkta mutlaka bir disiplin olması gerekiyor. Ancak yanımızda üç çocuk olunca bu ne mümkün! Kerem ile Mira’nın yoğun bir liderlik mücadelesi vardı. Bir Mira en öne geçmek istiyor, bir Kerem... Çocukların lider olacaklarını biz Aladağlar’da anladık. Sözümüzü dinlemiyorlardı. Biz baştan bu disiplini sağlayamayacağımızı anlayınca fazla da zorlamadık. Çocukların sürekli yanında durup bir aksilik olmasının önüne geçmeye çalıştık.