Güncelleme Tarihi:
Önce Ankara’da Müze Evliyagil’i açtınız. İstanbul pek alışık değildir ikinciliğe...
Sarp Evliyagil: Kütüğümde İstanbul yazsa da Ankara’da doğdum, büyüdüm ben. Düzenim, işlerimin büyük bir kısmı Ankara’da. Bir de sanat mekânları konusunda Ankara’nın durumu İstanbul’a nazaran daha kötü. Başkent olmasına rağmen modern sanatın sergilendiği pek bir alanı yok. Ben de bu yüzden ‘Kendi çapımda ne yapabilirim’ diye yola çıktım ve bir müze açtım.
Dolapdere Evliyagil fikri nasıl doğdu peki?
Sarp Evliyagil: Ankara’daki mekânı açarken bir gün İstanbul’da da bir kardeş proje gerçekleştirme fikri vardı aklımda. Belki zamanla bu iki yer arasında bir sinerji oluşur; buradaki sergiler oraya gider veya burada tanışacağımız sanatçılarla orada daha büyük sergiler açarız...
İyi niyetin ötesinde çok akıllıca bir iş
İşinsanı kimliğinizle bakınca ekonominin darboğazda olduğu böyle bir dönemde bir sanat mekânı açmak ne kadar mantıklı görünüyor?
Sarp Evliyagil: Koleksiyonerlik, müze, galeri açmak... Bunların hepsi gider kapısı. Önümüzdeki iki sene boyunca dünya ekonomisinin genelinde de daralma devam edecek. Ama ben bu sanat girişimlerimi iyi kötü çevirmeye devam edebileceğimi düşünüyorum. Sanatla daha çok iç içe olmak istiyorum çünkü. Bu mekânlar bana bu imkânı sağlıyor. Ankara’daki müzeyi gören bir ziyaretçi gelip, “Ya sen buranın aylık gideriyle senede bu kadar eser alırdın” demişti. Ama ben buna ticari gözle bakmıyorum.
Burası da zaten kâr amacı gütmeyen bir yer olarak tasarlanmış...
Sarp Evliyagil: Evet, ben sanat satıcısı değilim. Geçimimi sağladığım başka işlerim var çünkü. Bu işten kârım; manevi olarak duygularımı pekiştirmek...
Dolapdere’nin bir sanat lokasyonu olarak yükselişini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Beral Madra: Dolapdere, ilk örnek değil. Biliyorsunuz, İstanbul’un kuzeyine gökdelenler yapıldı ve şu anda buralarda birtakım sanat merkezleri ve galeriler var. Eskiden sanat için Nişantaşı’na, Beşiktaş’a, Beyoğlu’na gidilirdi. Şimdi sanat şehrin iç kesimlerine doğru kaydı. Tabii geleneksel bölgelerde de var olmaya devam ediyorlar ama şehir geliştikçe, yeni binalar yapıldıkça, yeni ihtiyaçlar doğdukça sanat ve kültür de o doğrultuda ilerliyor. Kapitalizm yalnızca kâr amacı güderek ilerlemek değildir. Bu ideolojide de insanın değerlerini önplana çıkaracak kapılar açılması gereklidir.
Sarp Evliyagil: Buradaki değişimin öncüsü elbette Arter’in yeni binası. Şimdiden etrafında birkaç galeri var ama açıldıktan sonra burası ciddi bir dönüşüm geçirecek.
Beral Hanım’la yolunuz nasıl kesişti?
Sarp Evliyagil: Bizim için Ankara’daki müzede büyük bir sergi yaptı Beral Hanım. O vesileyle tanıştık.
Beral Madra: Sarp Evliyagil doğru bir sistem kuruyor. Bu sistemin örneklerini Avusturya, Almanya gibi ülkelerde görebilirsiniz. Temelinde sanatçıyı ve sanat üretimini destekleyen bir sistem bu. İyi niyetin ötesinde çok akılcı bir iş. Benim de ölçülerime ve değerlerime çok uyuyor. Türkiye’deki demokratik sürecin gelişimi için bu tür yatırımlara ihtiyaç var. Burası aslında bir eğitim alanı. Müzeler ve galeriler kitleleri eğitmek adına vardır. Ayrıca Türkiye’yi bir üst seviyeye sıçratacak olan da kültür politikalarıdır. Bugün Avrupa Birliği en büyük kazancı iki şeyden sağlıyor: Birincisi silah, ikincisi kültür ürünleri. Kültür, kapitalizmin en önemli araçlarından biri.
Bizim gibi demokrasisinde çok iyi ilerleme olmayan ülkelerde çağdaş sanat önemli bir özgürlük alanı
Sanat dünyasında neler oluyor bugünlerde? Gündeminizde neler var ?
Beral Madra: Türkiye’de üretim oldukça iyi durumda. Sanatçılar her şeye rağmen üretmeye devam ediyor. Yaşanan tek sıkıntı; sergileme için mekân ve kaynak bulma kısmında.
Üretim artışını neye bağlıyorsunuz?
Beral Madra: Bizim gibi demokrasisinde çok iyi ilerleme olmayan ülkelerde çağdaş sanat çok önemli bir özgürlük ve ifade alanı oluşturuyor. Üniversitelerin hepsinde sanat fakülteleri var. Tasarım, sanat, grafik gibi konular çok değerli sanatçılar tarafından öğretiliyor. Umut vaat eden genç bir kuşaktan söz edebiliriz. Mezunların bir kısmı akademik hayatına devam ederken bir kısmı da dışarıda kendini göstermek adına üretime geçiyor. Özel sektör de kendi sistemini kurdu. Bu sistem, Avrupa’daki sistemlere eklemleniyor. Bu konuda yaşanan eksiklik; devletin ve yerel yönetimlerin bu sistemle yeterince ilişki kurmaması. Bu sisteme gereken desteği vermeleri gerekiyor. İstanbul’da 40 ilçe var, en az 20’sinde koca koca kültür binaları var. İçlerinde dev gibi salonlar var ama duvarında resim yok!
Günümüzün sanat izleyicisi hakkında neler söylersiniz ?
Beral Madra: Ankara’da tanık olduğum bir durum karşısında çok şaşırmıştım. Konuşma yaptığım salonda oturacak yer bulamadı insanlar. İstanbul’daysa pek öyle olmuyor. Bu şehirdeki sanat izleyicisini daha çok açılışlarda görüyoruz.
Koleksiyonculukta son durum nedir? Sarp Bey, siz bir koleksiyoner olarak ne söylersiniz, piyasa durgun mu?
Sarp Evliyagil: Piyasa 10 yıl öncesine göre çok gelişti, önceden bir elin parmağını geçmeyecek sayıda koleksiyoner vardı. Sonra büyük bir balon oluştu. Bugün 2011’deki fiyatlar yok tabii ama bu tekrar öyle bir dönem yaşamayacağız anlamına gelmiyor. Dünyadaki ekonomik durum düzelmeye başladığında ve ülkeye sıcak para girişi başladığında mevcut durumun düzeleceğini düşünüyorum. 2020’den sonra sanata tekrar ciddi yatırımların yapılacağı kanaatindeyim, özellikle beş sene sonra sanat ciddi ivme kazanacak bence. İnsanlar gelirleri arttığında önce evi değiştirirler, sonra arabayı... Ondan sonra da sanata yönelirler.
Göç meselesini, şehri, iklim felaketlerini konu alıyorlar
İlk sergiden biraz bahsedelim...
Beral Madra: İstanbul’da bir sergi açarken dikkat çekmek için çeşitli sürprizler bulmak gerekiyor. Çünkü haftanın her günü yeni bir sergi açılıyor şehirde. Bu nedenle küratör olarak en ilginç konuyu bulmanız gerekiyor. Ben bir sergiye hazırlanırken Türkiye’den ya da yurtdışından düşünürlere başvururum. Bu serginin başlığını da Seyla Benhabib’in bir konuşmasından aldım: ‘Karmaşık Sorular, Büyüleyici Yanıtlar’. Serginin öne çıkan çalışması mekânın girişindeki camdan sokağa bakacak şekilde yerleştirilmiş olan bir performans videosu. Jakop Gautel’in ‘Big Brother’ (‘Diktatör’) isimli bu çalışması yoldan geçenlerin dikkatini çekiyor. Bu sergide hem yıllardır birlikte çalıştığım sanatçıların hem de yeni tanıdığım bir-iki genç sanatçının işleri var. Bu sanatçılar çalışmalarında; göç meselesini, şehri, iklim felaketlerini konu alıyor. Seyla Benhabib konuşmasında, “Makrokültür, mikrokültürlerin oluşumundan ortaya çıkıyor” demişti. Burada da birçok mikro söylem var ve hepsini bir araya koyduğumuzda ortaya Türkiye’deki makrokültür çıkıyor.