Güncelleme Tarihi:
Survivor’ın gelişi kışın bitişinin, yaza heveslenmenin, içimizin Dominik sahillerinde Camila Cabello’lar eşliğinde ısınmasının müjdesi. Geçen hafta başlayan Türkiye-Yunanistan maratonuysa artık sahilde ateş yakıp ‘Akdeniz Akşamları’ söylemenin çok uzağına düşüyor.
Yıldızı sönük ünlüler sayesinde neşeli bir şeydi
‘Survivor’ bir süredir robotik bir kondisyon müsabakasına dönüşme yolundaydı. Yine de Semih gibi sev/nefret et karakterleri, Yılmaz Morgül, Tuğba Özay gibi doğal habitatından koparılıp sudan çıkmış balığa dönen yıldızı sönük ünlüleriyle neşeli bir şey olmaya devam edebiliyordu. Birbirinin aynısı parkurlarda Ogeday’ın müthiş performansını izlemektense Adem’le Sabriye ilişkisinin dinamiklerini, Nagehan usulü fitneyi izlemenin mahcup zevki bizi ekrana bağladı.
‘Survivor’ı dünyanın en enteresan yarışmalarından biri yapan şey, müthiş bir sosyal deney olması. Farklı dünyalardan gelen türlü insanın hem zor tabiat koşullarına hem de birbirlerine dayanma sınırlarını test etmesi. Burada ‘survive’ etmenin anlamı, atışı iyi olanın ayakta kalması değil. Fantastik sosyal şartların altından kalkabilen başarılı yarışmacıların bütün bu rasgeleliği doğru okumasının hayranlık uyandırması. Mesela Turabi’yi ilgi çekici yapan şey hızlı koşması değil, çokboyutlu bir psikolojik savaşı soğukkanlı bir general gibi çözümlemesi.
Yeni sezonda ağır milliyetçi bir ark var. Bu, bir süre izleyiciyi gaza getirecektir. Ama bu rekabete bile renksiz bir milli takım kadrosuyla çıkıyor gibiyiz. Sporculuk dışında tek farklı bir iş yapan aşçı Hakan bile ‘bench press’lerin fatihi. Aksi gibi karşı taraf da Yunan tanrıları/tanrıçalarının yakınından geçemeyecek kadar kurak.
‘Survivor’ın esas samimiyetini kaybettiğini hissettiren biyonik adamlar ve kadınlarla dolu bu kadro bir süre sonra tekdüzeliğe mahkûm edecek. Elbette Acun Ilıcalı gibi izleyici reflekslerini çok iyi okuyan bir yapımcı sıradanlığa izin vermeyecek numaraları çoktan düşünmüştür. Yarışmayı renklendiren zayıflar, ‘Hayim yine düştü’ anları yaşatacak sakarlar, alınganlar, sonradan açılanlar umarım yine az da olsa temsil bulur. Yoksa yıllarını günde üç kilo tavuk yemekle geçirmiş, burnundan protein tozu akan adamların gofrete sevinmesini izlemenin bir heyecanı yok.