Güncelleme Tarihi:
90’lara rağmen
Oysa, 90’larda, moda tarihine kbakıldığında, otoritelerin ‘pek de iyi’ hatırlamadığı bir dönemde hem İstanbul’da hem Paris’te eşzamanlı olarak kurulan bir marka bu. Moda eğitimini Paris’te alan Ece Ege, Boğaziçi mezunu kardeşi Ayşe’yle beraber okul sonrası hemen işe koyuluyor. Seattle’dan yükselen grunge akımı, Paris’in ‘haute couture’ sokaklarını bile vurmuş; modaya dair her şey ‘yırtık, dökük, sökük ve üzerine bir battaniye atmış’ havasında. Yani: ‘Kusursuz dikim’ Dice Kayek stilinin tam tersi. “Grunge başka bir etkiydi. Bugün, rüzgâr tersine döndü. Eskiden dünyayı etkisine alan bir akımın izlerini modada görürdünüz. Şimdi, modadan yükselen bir akım, popüler kültüre yöne veriyor.”
Müzelik, ödüllük kontrastlar
Çeyrek asırlık kariyerin dönüm noktaları birden fazla: 2003’te Bobigny Tiyatrosu’nda Gertrude Stein eserlerinden birine kostüm hazırlamaları, aynı yıl Fransa’da moda alanında Femmes en Or (Altın Kadın) ödülünü kazanmaları ve pek tabii ödüllü ‘İstanbul Contrast’ koleksiyonları... 2009’da Paris Ritz Bar’da başlayıp; sırasıyla Musée Des Arts Decoratifs, İstanbul Modern ve Amsterdam Müzesi’nde devam eden ‘İstanbul Contrast’ projesinden ‘Ayasofya’, ‘Kubbe’ ve ‘Kaftan’ isimli tasarımlarla dünyanın en prestijli tasarım müzelerinden Londra’daki Victoria&Albert’ın iki yılda bir verdiği Jameel Prize’ı kazandılar. “25 yılın en büyük sürprizi bu ödüldü. Bırakın bir Türk’ün almasını, bu ödülün bir modacıya verilmesi bile nadir görülen bir durumdu” diyor Ece Ege.
Türkiye’nin kilometre ‘stil’ taşları
Sıfırdan aynı anda iki başka şehirde iş kurmak nereden bakılsa ‘riskli’ bir durum, oysa Ege kardeşlere göre çok doğal bir akış bu. İki şehrin de toplum dilini, ruhunu iyi okuyor, politikleşmeden toplum mühendisliğine soyunuyor. Paris’te ‘Le Figaro’ manşetinden kafede bir espresso sohbetine kadar her noktadan besleniyor. Dice Kayek arşivi üzerinden Türkiye’nin kilometre stil taşlarını okumak da mümkün: 90’lara damgasını vuran koton yaka beyaz gömlekler de var, Swarovski işlemeli müzelik kıyafetler de. Hatta: Sümeyye Erdoğan gelinliği de var, siyah İspanyol paça pantolon ve kırmızı işlemeli gömleğiyle podyumda esen ‘Kuzu Kuzu’ Tarkan da...
Özgün ve ‘mükemmeliyetçi’
‘Haute Couture’ün aslında ne olup ne olmadığını ve bunun Dice Kayek için ne ifade ettiğini Ege kardeşlerden dinlemek, kendini bir anda Fransa’nın güneyinde, bir şatonun bahçesinde bir şarap sohbetinde bulmak gibi. Tane tane ve özenle seçtikleri Türkçe kelimeler, tıpkı koleksiyonları gibi: Şık, yerinde, özgün ve ‘mükemmeliyetçi’. Dizinin üzerine ceketin klapasını koyup elde ağır ağır işleyen eski usta/ terzi geleneğini devam ettirmek; hikâyelerinin tüm özeti bu. “Küçük bir detaydır o. Dışarıdan gözükmez bile. Ama asıl işçilik ve sanat işte o detaydır” diyor Ayşe Ege.
‘Haute couture’ kavramının tükenmeye başladığını konuşurken modanın geleceğine uzanıyoruz: “Şu an moda dünyasında otoritelerin konuştuğu durum bu. İnternetten satış, başka bir boyuta geçti. Kim bilir belki ileride ‘butik’ diye bir kavram kalmayacak.” Ege kardeşlere göre bu işin ‘ustalık dönemi’ yok: “Teknik olarak daha iyisini yapıyorsun ama hiçbir zaman kusursuz hissetmiyorsun. Sonsuz bir mücadele bu.”
25 SENEDİR AYAKTAYIZ
Dice Kayek’in, modada ‘top koşturduğu’ lig, belki en zor ve acımasız olanı; Ayşe Ege “Birinci ligin, ikinci ligin olmadığını” hatırlatıyor: “Markan ne olursa olsun, Barcelona ve Real Madrid’in karşılığı olan markalarla aynı ligdesin. Aynı kitleye, müşteriye ve eleştirmenlere hitap ediyorsun. Üstüne dev bir moda grubu olmadığın için, senden çekinmiyorlar ve gözünün yaşına bakmadan daha kolay eleştirebiliyorlar seni.” Zor şartlara karşı 25 sene ayakta kalacak kadar dik durabilmek bile başlı başına başarı sayılmalı, Ece Ege’nin durum tespitini hatırlatmalı: “Dünyada, bu alanda, dev markalardan ve kurumlardan bağımsız, tek başına durabilenlerin sayısı çok çok az.”