Güncelleme Tarihi:
Mardin Midyat’ta dizilerinin çekimleri tam gaz devam ediyor. İstanbul’a uğramaya vakitleri bile olmuyor. Ozan Akbaba ve Sinem Ünsal’la bir set günü sonu, akşam saatlerinde internet üzerinden görüntülü konuşmak için sözleşiyoruz. Elektriklerinin tuttuğu hemen anlaşılıyor. Başlıyorlar anlatmaya...
◊ ‘Uzak Şehir’ Kanal D’de pazartesi başlıyor. Senaryoyu ilk okuduğunuzda kafanızda hayata dair hangi sorular uyandı?
Sinem Ünsal: O kadar kalbe dokunan bir hikâyesi var ki... Acı, çaba, çaresizlik... Bir kadın olarak hepsini çok yoğun hissettim. Ve ‘Böyle şeyler hâlâ yaşanıyor mu gerçekten’ diye sorguladım. Tabii hikâye bir kurgu çerçevesinde yazılıyor ama gördüm ki gerçek hayatla taban tabana zıt bir dünya yok. Canlandırdığım karakter sıkışıp kaldığı yerden nasıl çıkacak? O kadar imkânsız görünüyor ki, o kadar engel üstüne engel koyuyorlar ki... Bunları düşündüm ve sorguladım.
◊ Ozan senin için...
Ozan Akbaba: Bu modern dünyada özgürlüğüne düşkün herhangi bir insanın, kendisinden farklı düşünen ve farklı yapıdaki bir topluluk karşısında ne kadar yapayalnız kalabileceğini ve hangi zorluklarla baş etmek zorunda kalacağını sorguladım. Şöyle bir durum da var aslında; coğrafyaya göre insanların yaşayış biçimlerini değiştiren sisteme baktığımızda da, bu demografi ya da yürütme şekli o coğrafyadaki insanları bir şekilde ayakta tutmak için belki de en sağlam temellerden birini oluşturuyor. Her topluluk aslında kendi kabuğuna göre şekilleniyor ve bu kabukları da muhtemelen geleneklerden, göreneklerden getiriyorlar ama yeni dünyayla da bir şekilde adapte etmeye çalışıyorlar. Bizim senaryomuzun bir özelliği de şu; herkes haklı. Ama kim daha çok haklı ya da kime daha fazla hak verilecek? Her yerden bir çatışma çıkmaya başlıyor, bu da bir televizyon serisinde çok işe yarayan bir şeye dönüşüyor.
◊ Sizi nasıl karakterlerde izleyeceğiz?
Sinem Ünsal: Alya kendini ilmek ilmek yetiştirmiş, gayet sağlam duruşu olan, entelektüel, kariyer sahibi bir anne. Çok âşık olduğu ve güzel bir düzen kurduğu eşini kaybettikten sonra onun naaşını topraklarına götürdüğünde duvarlarla karşılaşmaya başlıyor. Böyle geleneksel bir aileyi hiç beklemiyor, onların sertliğiyle yüzleşiyor. Çok haklı bir davası var; “Oğlumu benden ayırmayın” diyor. Anne olmadığım halde Alya’yı çok iyi anladım. Kadınlar olarak her an, her yerde önümüze engel konmasına, elimizden bir şeyin alınmasına ya da iyi olduğumuz herhangi bir şeyin sabote edilmesine o kadar alıştık ki, Alya bunu anneliği üzerinden görüyor ama aslında hepimiz başka başka noktalardan sınanıyoruz.
Ozan Akbaba: Cihan karakteri yaşadığı coğrafyaya göre kendini şekillendirmiş. Hayatını, eşrafını, ailesini, kendini disipline etmiş. Alya’dan farklı ama muhtemelen ikisi de modern düşüncelerle kendini donatmış. Alya bu modernliği sonuna kadar yaşayabileceği bir coğrafyadan geliyor. Cihan ise bu modernliği kendi içinde yaşarken dışarıya karşı sert görünüşünden taviz vermeden fikirlerini söylemek durumunda kalan biri haline geliyor.
‘AYNI ERİLLİKTEN BESLENEREK YAPILAN ZORBALIKLARA MARUZ KALIYORUZ’
◊ Dizide ataerkil bir dünyada kadın olmayı görüyoruz. Bu kadının yaşadığı şeyleri, tanınmış biri olarak, daha konfor alanına sahip olsan da, senin de yaşadığın oluyor mu?
Sinem Ünsal: Bir kadın olarak karşılaşılan engeller ve zorbalıklar sadece form değiştiriyor. Biz hayatın her alanında aynı erillikten beslenerek yapılan zorbalıklara maruz kalıyoruz. Bu tüm dünyada maalesef sistemin erilliğinden kaynaklı. Sadece erkekler tarafından da yapılmıyor. Alya karakterine hissettirilenler, bizim her zaman mücadele ettiğimiz şeyler. Senaristimiz de bir kadın olarak bunu o kadar güzel bir yerden yazmış ki... Alya bocalamıyor ve hemen karşı duruyor.
◊ Bu bir anne hikâyesi aynı zamanda. Sen anne olmak ister miydin? Sence bir anne, çocuğu için ne kadar ileriye gidebilir?
Sinem Ünsal: Yakın gelecekte öyle bir planım yok. Ama “Her kadının içinde biraz annelik vardır” denir ya, her kadın anne olmak zorunda değildir belki ama belli bir noktaya kadar kendi yaşam görüşünü oluşturmuş biri, bir çocuğa nasıl davranması gerektiğini bilir. Şimdilerde çocuklara yapılanları haberlerde duydukça çığırımdan çıkıyor, cinnet getirecek kadar sinirlenebiliyorsam benim çocuğum olduğunda ne yapardım tahmin bile edemiyorum. O yüzden bence anneler her şeyi yapabilir.
◊ Ozan senin bu dizideki çocuğun yaşlarında bir oğlun var. Peki, bir baba ne kadar ileriye gider?
Ozan Akbaba: Evet, benim oğlum da 6 yaşında. Bunu düşündüğümde bazen kendimden korkuyorum, bu cevap sanırım yeterli olacaktır. Çocuk çok ayrı bir şey. Dünyadaki hiçbir sevgiyle kıyaslanamayacak bir sevgi çeşidine hasıl oluyorsunuz.
‘BEN MEMLEKET GİBİYİM GALİBA’
◊ Hayatınızın nasıl bir döneminde olduğunuzu düşünüyorsunuz?
Sinem Ünsal: ‘Aydınlıkevler’ oyunuyla birbirimize veda ettik, çünkü mesafe olarak çok uzaktayım ve onlar da beni çok iyi anladılar. 106 oyun birlikte oynadık, ben onlardan kopmuş gibi hissetmiyorum. Biraz buruğum ama bunun dışında keyfim yerinde. Dizi yayınımıza çok az kaldığı için heyecan dorukta; elim ayağım titriyor, uykularım kaçıyor. Tabii burada farklı bir coğrafyadayız, bunun ara ara burukluğu, ara ara keşif merakı oluyor. İnsan evini, alıştığı düzeni özlüyor. Motivasyonumuz tamamen işimiz oluyor, bu bir taraftan da işe yarıyor.
Ozan Akbaba: Özellikle baba olduktan sonra bazen memleketin hali beni çok üzüyor, bazen çok sevindiriyor, bazen eh işte dedirtiyor... Yani ben memleket gibiyim galiba. Onun dışında Sinem’in de dediği gibi buralarda iş yapmak hem güzel hem de gurbette olduğun için zor. Oğlumu, eşimi, sosyal hayatı özlüyorum.
◊ İçmimarsın aslında Ozan. Setteyken ‘Ben neredeyim’ dediğin oluyor mu?
Ozan Akbaba: Akademik eğitimimi içmimarlık üstüne tamamladım. Şöyle oluyor; bazen set ekiplerinin işine fark etmeden karışıyorum; eğitimimi bilmeyenler bunu yanlış anlıyorlar. Bazen çok güzel mimari örneklere denk geliyorum ve içmimarlık okuduğum aklıma geliyor, git gel yaşıyorum ama tabii aslında ilkokul çağlarından beri oyunculuk yaptığım için, içmimarlık benim hobim oldu.
◊ Mobilya yapıyormuşsun. Bir atölyen varmış... Onları satıyor musun?
Ozan Akbaba: Evet, bir marangoz atölyem var, vakit buldukça orada masa ve sehpa yapıyorum. Yaptıklarım da satıldı. Şu an boşta duran bir çalışmam yok.
‘ÇOK GÜZEL ANLAŞTIK’
◊ Nasıl bir ikili oldunuz?
Ozan Akbaba: Sinem’le çok iyi anlaştık. Espriler falan, sette gayet keyfimiz yerinde. İyi eğlendiğin insanlarla profesyonel iş yaparken onların iş yapış şekline de şahit olunca her şey çok keyifli bir yere gidiyor. Yani arkadaşının ne kadar yetenekli olduğunu görüyorsun. Onunla o sahneyi oynarken olay çok daha güzel bir yere gidiyor. O yüzden benim keyfim yerinde.
Sinem Ünsal: Söylediklerinin hepsine katılıyorum. Çok güzel anlaştık. Gerçekten oynarken keyif almak, denemek istediğin şeylerden korkmamak, karşıdan cevap geleceğini bilmek daha da eğlenceli kılıyor işi ve çalışıyor gibi hissetmiyorsun. Yaratıcılık devreye giriyor. İşe bakışı aynı olan iki oyuncunun bir araya gelmesi izleyiciye de tatlı gelecektir.
◊ Ozan belki rollerinden dolayı dışarıdan sert görünüyor. Sette nasıl biri?
Sinem Ünsal: Çok dengeli, eğlenceli ve esprili. Çok cana yakın. Yarın öbür gün bir derdim olduğunda da rahatlıkla ona gidebilirim gibi.
Ozan Akbaba: Sinem de benim gibi geliyor bana. Sette işini yaparken ciddileşiyor ama bir-iki saniye boşluğunu bulsa hemen ortamı yumuşatacak bir şey söylüyor. Çok dengeli.
◊ Bu sezon reyting yarışı çok güçlü. İddialı bir günde başlıyorsunuz siz de. Bunun korkusunu yaşıyor musunuz?
Sinem Ünsal: Yayın gününden bağımsız olarak, her yıl yaşadığımız şoklardan kaynaklı bir korku her zaman var. Çok inançlı başladığımız işler için hüsrana uğrar mı,
görünmeyecek mi gibi bir anksiyetemiz oluştu maalesef. Ama bu kadar güçlü bir güne girmemizin de bir nedeni var; işimiz çok güçlü. O yüzden “Açılın, biz geliyoruz” diyorum. Bu motivasyonla çalıştık.
Ozan Akbaba: Set ekipleri, çok iyi senaryo, çok iyi proje, çok iyi bir yapım şirketi... Bu işi yılın projelerinden biri olarak adlandırıyorum. Biz orada çok rahatlıkla sıyrılacağız ve farkımız ortaya çıkacak gibi geliyor bana.
◊ Bu sene başka hangi projeleriniz var?
Sinem Ünsal: Yakında yayına girecek ‘Yankı: Görünmez El’ isimli yeni bir dijital projem var.
Ozan Akbaba: Benim sektöre girerken hayal ettiğim üç projem vardı. İkisini gerçekleştirdim. İlki ‘Anka’ydı, Türkiye’nin ilk hız, aksiyon filmini yapmak istiyordum, yaptım. İkincisi ‘Çırak’ diye bir dizi yazdım ve oynadım. Bu ay bir dijital platformda yayımlanacak. O da daha Türk izleyicisine göre kurgulanmış, aksiyon içerikli bir iş. Bir de kökenlerimi, Kafkasya’yı ele aldığım bir proje var. Onun için maddi kaynak arıyorum.
‘GÜÇ BENİM İÇİN PARA DEĞİL, SAYGINLIK DİYEBİLİRİM’
◊ Dizide aşkı da göreceğiz. Aşk, kültür farkı tanır mı?
Sinem Ünsal: Davul bile dengi dengine çalar düşüncesindeyim. Genç yaşlarda olabilir ama insan, karakterini oturttuktan zor.
◊ Gönül ferman dinler mi yani...
Sinem Ünsal: Bir yerden sonra dinler.
Ozan Akbaba: Ben Sinem’in tam tersi düşüncedeyim. Benim için eğer adı aşksa kesinlikle bir duvar örmeyecektir, hiç umulmadık kişilere de âşık olunabilir. Sen ekonomik ya da kültürel anlamda farklı bir yerde de olsan, eğer abayı yakıyorsan, herhalde sınır tanımazsın.
◊ Bu hikâyede güç kavramını da görüyoruz. Güç size ne ifade ediyor?
Ozan Akbaba: Güç bence insanların kendi saygınlık derecesi ya da sana nasıl davranıldığıyla alakalı. Çünkü gücün bu şekilde kullanılabileceği yerleri bazen görüyor, hissediyorum. Çok basite indirgersek, paralı bir yere bedava girmek ya da annen seni ekmek almaya yolladığında kardeşini göndermek gibi şeyler... Güç benim için para ya da edinilen makam değil, itibar, saygınlık diyebilirim.
◊ Seviyor musunuz gücü?
Ozan Akbaba: Eğer saygınlığıma saygınlık katacaksa ve ben saygı gösterdiğimde aynı saygıyı karşı taraftan alabileceksem, seviyorum. Bu her şeyden önce ruhumu besliyor. Diğer insanlara karşı da kuracağım cümlelerdeki netliği, virgüllerimi, noktalarımı aslında hissettiğim güç belirliyor.
Sinem Ünsal: Ozan’a katılıyorum, gücün gerekliliği ya da gereksizliği gücü nasıl tanımladığınla çok alakalı. Güce önem vermeyen kimsenin olduğunu düşünmüyorum. Zaten hayatımızda güçlü olmak için çabalıyoruz.